Bu memlekette, büyük ölçüde bizim medyaya özgü bir iş olan köşecilik yapıyorsanız, gündemi takip etmek, gündemdeki konuya ilişkin kalem oynatmak zorundasınız.

Haydi, başlıktaki soruya cevap verelim: Tepeden tırnağa pek çok açıdan bize benzeyen ABD’deki gösteriler, Meclis açılır açılmaz bekçi yasasının getirilip geçirilmesi, ardından 3 muhalefet milletvekilinin vekilliklerinin düşürülmesi, derken tutuklanıp cezaevlerine gönderilmeleri, aylardır konuştuğumuz koronavirüs, normalleştik derken yine hafta sonu sokağa çıkma yasağı gelmesi ve haydaa Erdoğan’ın bir tivitiyle o yasağın da kalkması.

“Cumhurbaşkanı olarak, 15 ilimizi kapsayan hafta sonu sokağa çıkma sınırlaması uygulamasını iptal etme kararı aldım.”

Bu bir konfor aslında! İster sıradan bir vatandaş olun ister en tepeden en alta bürokrasinin bir yerindeki memur, neyi nasıl yapacağınızı dert etmenize hiç gerek yok. Bütün kararları sizin yerinize alan birisi var!

Geçen gün hastalananların sayısının iyileşenlerden fazla olmasının bir tür alarm zili olduğuna dikkat çeken bilim insanları, şimdi “boşuna konuşuyoruz” duygusuna kapıldılarsa, onların işgüzarlığı!

Geçen günkü “İncil pazarlama” yazımı gazetede okurken, ben orayı mı yazmışım burayı mı duygusuna kapılmıştım biraz. Dün ABD Adalet Bakanı Bill Barr o duygunun üzerine tüy dikti. Meğer orada da sokaklara dökülenlerin ardında dış mihraklar varmış: “Protesto eylemleri ile ilgili başlatılan soruşturma sadece radikal grupların kendileri için bu gösterilere katılmadığını fakat yabancı aktörlerin de gösterilere dahil olduğunu gösteriyor.”

İkinci paragrafta memleketin gündemini saydım ya, bilmiyorum fark ettiniz mi, o gündem içinde aşımız-işimiz-işsizliğimiz, açlığımız-yoksulluğumuz yok!

Gündem belirleme denilen şey büyük ölçüde medya tarafından yapılınca böyle oluyor işte.

Bir araştırma şirketi vatandaşa gidip nabız tutarak, onların gündemini sorduğunda; liste başına giderlerin gelirleri aşması, son yıllarda refah düzeylerinin kötüleşmesi, aşırı borçlandıkları ve borçlarını ödeyemez hale geldikleri yerleşiyor.

Lakin bunları konuşamıyoruz. Toplum yoksullaştıkça, yoksulluk farklı kıvılcımlarla patlayan toplumsal tepkilere dönüştükçe, şimdi Trump’ı kastediyorum (!), liderler misyonlarını her şeyden çok sokaklara “yasa ve düzeni hâkim kılmak” olarak görmeye başlıyor!

Destekleri azaldıkça, “yasa ve düzeni hâkim kılma” çabaları artıyor! Orduyu sokaklara gönderiyor, işsizlik sorununu daha çok güvenlik görevlisi istihdam ederek çözmeye yöneliyor, bekçilere daha fazla yetki veriyorlar…

Peki, ya “nefes alamayanlar”?

Nefessiz kalan çocuklarımız var bizim… 12 yaşında, evinin önünde, kamyoncu babası ile birlikte vurulan ve vücudundan yaşından çok kurşun çıkan bir çocuk vardı. Güldal Kızıldemir, bu gazetenin ilk yıllarında, o çocuk Uğur Kaymaz’ın evine gidip hikâyesini anlatarak en önemli işlerimizden birine imza atmıştı.

Floyd’u öldüren polis belli, Uğur’u öldürenler aradan geçen yıllara karşın belirsiz.

Öyle çok çocuk nefessiz kaldı ki bu ülkede! Kimilerinin babası da nefes almaya başladıkları gün öldürüldü!

Zilan, Pervin Buldan’ın kızı, annesiyle konuşarak, “Babam Hakkında: Katarsis” diye bir belgesel yapmış; doğduğu gün öldürülen babası Savaş Buldan için…

Hiçbir yerin kaderi olamaz; babası öldürülürken doğan, babasıyla birlikte öldürülen çocuklar ülkesi olmak!

Çocukları nefessiz bırakanları bulamıyor ama Fatih Portakal’ın “suçlu kiremitler”ini bulup cezalandırabiliyoruz… Yanı başımda “haber” veren televizyon, vekilliklerinin düşürülmesine CHP nasıl tepki verse daha şık olurmuş, onu anlatıyor!

Sahi, gündemde ne var?