Sınıf siyaseti açısından Sanayi Kongreleri ve sanayileşme, anti-kapitalist, anti-emperyalist, laik-aydınlanmacı siyasetin önemli bir mevziidir

Güneşte ve gölgede mühendisler

GAMZE YÜCESAN ÖZDEMİR
yucesangamze@gmail.com

“Başka bir sanayileşme mümkün” diyenler 11-12 Aralık’ta Ankara’da Sanayi Kongresi’nde bir araya geldi. Sanayi Kongresi, 1962 yılından bugüne, bazı dönemlerdeki aksamalar hariç her iki yılda bir, TMMOB Makina Mühendisleri Odası tarafından düzenleniyor. Sanayi Kongrelerinin içeriği, toplumsal ve siyasal etkisi sınıflar arası güç dengesi içinde kavranabilir: Sınıf siyasetinin güçlü olduğu dönemlerde kongrelerin yarattığı etki daha belirgin ve görünür iken, güçsüz olduğunda ise etki yitimi söz konusu olmuştur. Dolayısıyla “emeğe saygılı, toplumsal çıkarı hedefleyen ve demokratik kararlarla planlanan başka bir sanayileşme” fikrine sahip Sanayi Kongrelerini sınıf siyasetinin zorlu dönemlerinde de sürdürmek, kolay değildir. Oysa Makine Mühendisleri Odası bu kararlılığı bugün de büyük bir azim ve özenle devam ettiriyor. Bu kararlılık, mücadelenin toplumsal-siyasal tarihine olduğu kadar Makina Mühendisleri Odası’nın sınıfsal-örgütsel irade ve inadına da işaret ediyor. Böylece, hem mücadelenin hem de biriktirilen bilgi ve deneyimin kuşaklararası aktarımı için oldukça önemli bir alan, kongrelerle var ediliyor.

Sınıf siyaseti açısından Sanayi Kongreleri ve sanayileşme, anti-kapitalist, anti-emperyalist, laik-aydınlanmacı siyasetin önemli bir mevziidir. Bu mevzii içinde sanayi politikalarını tasarlayan ve uygulayan mühendisler ise özel ve başat bir yer tutmaktadırlar. Dolayısıyla, sol/sosyalist siyaset için mühendisler, onların toplumdaki yeri, konumu ve onların anlam dünyası önemli ve kritiktir.

Mühendisler ve mühendis emeği ile ilgili tartışmalarda parçalı, dağınık, birbiri ile bağlantı kayışları oldukça zayıf analizlere tanık oluyoruz. Bir yandan mühendislerin vasıf ve itibar kaybı içinde oldukları vurgulanırken; diğer yandan işsizliğin ve güvencesizlik deneyimlerinin altı çiziliyor. Bir tarafta itibarsızlaşma ve değersizleşme kaydedilirken; diğer tarafta mühendislerin “orta sınıf deneyimleri” ve meslek mitleri tartışılıyor. Tüm bu boyutlar çok değerlidir; ancak ayrı ayrı değil, bir bütünün bileşenleri olarak değerlendirildiğinde bir anlam ifade eder. Mühendislerin ve mühendis emeğinin toplum içindeki yeri ve konumunu iktisadi, siyasal ve ideolojik yapıların bütünselliği içinde açıklamayı ve anlamayı mümkün kılan ise sınıf analizidir.

Mühendisleri anlar ve açıklarken sınıf analizine yönelik en ciddi itiraz, bu analizinin toplumsalın ve siyasalın karmaşıklığını açıklayamayacak ve çözümleyemeyecek kadar basit, tek yönlü, indirgemeci ve dolayısıyla kadük olduğudur. Toplumsalın karmaşıklığını açıklayamaz diyenler, sınıf analizi yapanların mühendisleri emek güçlerini ücret karşılığı satanlar olarak tanımladıklarını, onları işçi sınıfının bir parçası olarak konumlandırdıklarını ve analizlerini tamamladıklarını iddia etmektedirler. Siyasalın karmaşıklığını açıklayamaz diyenler ise, sınıf analizi yapanların siyasi alanda sınıfı çıplak olarak aradıklarını ve sınıfın kültürel ve ideolojik öğelerle eklemlenmesini göremediklerini iddia etmektedirler. Bu iddiaların sahiplerine göre, “sınıf analizi önemlidir” diyenlerin tahlil ve öngörüsü şu düzeydedir: “Mühendisler emek güçlerini satıyorlar o halde işçi sınıfının bir parçasılar. O halde, ‘Merhaba Mühendis Yoldaşlar!’.”

Sınıf analizinin yukarıda bahsedilen tahlil ve öngörü düzeyinde olmadığını bilmem belirtmeye gerek var mı? Yine de belirtelim, sınıf, kapitalizmi yapısal olarak açıklama ve onu aşma iddiasında olan Marksist sosyal bilimin kurucu kavramıdır. İlk olarak, sınıf analizi, mühendis emeğinin kapitalist sisteme içkin olduğunu ve ancak emek ve sermaye sınıflarının göreli güçleri ve sermaye birikim rejimleri içinde anlaşılabileceğini vurgular. İkincisi, sınıf analizi kapitalizmi aşacak dinamikleri bulmayı amaçlar. Dolayısıyla, mühendislerin, maddi üretim ilişkileri içinde var olurken aynı anda kültürel, siyasal ve ideolojik alanlardan nasıl etkilendiklerini ve bu yapıları nasıl etkilediklerini sorgular. Diğer bir deyişle, amaç, sınıfın, kültürel, ideolojik ve etnik belirlenimler dolayımıyla görünmez olması değil, bu belirlenimler alanında görünür olmasıdır.

Mühendislerin işyerlerinde ve üretim noktasında maddi koşulları nasıl? Mühendisler toplumsal, siyasal, kültürel olarak nasıl konumlanıyorlar? Mühendislerin kendilerine dair anlam dünyaları nasıl şekilleniyor? Bu soruların cevaplarını, Türkiye’de mühendis emeğini iki farklı emek rejimi altında tartışarak arayalım: Kalkınmacı emek rejimi ve neoliberal emek rejimi. Bu iki dönemi tartışırken, sırasıyla, “güneşte ve gölgede mühendisler” de diyebiliriz.

Emek Rejimlerinde Mühendisler

Türkiye’de mühendis emeğini farklı emek rejimleri altında tartışmak, mühendis emeğini içine gömülü olduğu iktisadi, siyasi ve ideolojik yapılar içinde anlamayı gerektirir. “Güneşte ve gölgede mühendisler”i açıklamaya çalışırken, 1960’lı ve 1970’li yılların ve ardından 1980 sonrası yılların iktisadi, siyasi ve ideolojik yapılarını mercek altına almak önemlidir.

1960’lı ve 1970’lı yılların Türkiyesi için iktisadi alanda, kalkınmacı çabaların olduğunu ve ülke içinde sanayileşme imkanlarının arandığını belirtebiliriz. Bu iktisadi yapı, imar, inşaat ve makina gibi alanlarda mühendislik ihtiyaç ve istihdamını arttırıyordu. Kamu istihdamı ağırlıktaydı. Siyasal yapıda ise emek “lehinde” hukuksal düzenlemelerin olduğu yıllardı. Mühendisler, uzun dönemli iş sözleşmeleri ile sosyal güvenceye, sendikalaşma ve odalaşma imkanlarına sahip olarak tipik istihdam modelleri altında çalışıyorlardı.

Dönemin ideolojik yapısında ise, kapitalist sömürüyü ve toplumdaki eşitsizlikleri konu edinen bir toplum, siyasallaşmış gençlik ve işçi sınıfı hareketlerinden bahsedebiliriz. Güvenceli koşullarda, kalkınma perspektifi ile sol değerlerin “görece” hakim olduğu bir coğrafyada, mühendisler “kalkınmanın kurmayları”ydılar, “devrimci ve ilerici”ydiler. Dönemin mühendisleri, Köprü filminde temsil olur aslında. Köprü filminde, yıllar önce hasta annesini Fırat’ın azgın sularında kaybeden Ahmet günün birinde mühendis olup köyüne döner. Fırat’ın üzerine köprü kurmak isteyen Ahmet’e bütün aile karşı çıkar fakat Ahmet idealinden vazgeçmez. Birçok engele karşın köprüyü tamamlar.

1980 sonrası ise Türkiye’de iktisadi yapı, uluslararası işbölümü doğrultusunda merkez kapitalist ülkelerin ekonomi politikalarına oldukça bağımlı hale geldi. Bunun bir yansıması olarak, merkez kapitalist ülkelerde hazırlanan program dillerine ve program paradigmalarına bağımlı yazılımcılar ve bilgisayar mühendisleri mühendislik istihdamında daha görünür oldular. Özel sektörde istihdam belirleyici oldu. Siyasal yapıda ise emek yalnızca toplumun kurucu unsuru olmaktan değil aynı zamanda yaşamdan, hukuksal düzenlenmelerden ve anayasadan dışlandı. Mühendisler, taşeron, proje bazlı, sözleşmeli gibi atipik (esnek) istihdam modelleri içinde güvencesiz, düşük ücretlerle, uzun çalışma saatleri, vasıfsız ve üretim süreci üzerinde denetimlerini kaybetmiş olarak çalışıyorlar.

Dönemin ideolojik yapısında ise liberal bireycilik, rekabetçilik, girişimcilik ve risk var. Bu dönemde, mühendis emeğinin irade yitimi ile karşı karşıya olduğunu belirtebiliriz. Kendi hayatına sahip çıkacak ve yaratıcılığına, enerjisine inanarak geleceği tasavvur edip biçimlendirebilecek bir iradenin yokluğundan bahsedilebilir. İrade kavramı, bireysel bir varoluşa ve halet-i ruhiyeye gönderme yapan haysiyet kavramından farklı olarak kolektif bir varoluşa gönderme yapar. Bu haliyle kavram sınıf siyasetinin anlamlandırılması ve açıklanması sürecinde daha işlevseldir. İrade, eğer yapılan işin doğası, karşılıklı sadakat ve bağlılık, uzun vadeli bir hedef için ortak çaba sarf etme ve gelecekteki bir amaca yönelik çalışmayı içeriyorsa başka türlü; eğer işin doğası, esnek, güvencesiz, sadakat ve bağlılık gerektirmeyen, yarın sonlandırılabilecek, her an parçalanan ve sürekli olarak yeniden şekillenen çalışmayı içeriyorsa ise başka türlü biçimleniyor. Dönemin mühendisleri, itibarsızlaşma ve değersizleşme eğilimleri ile karşı karşıyalar. Dönemin mühendisleri, sürekli risk altındalar ve iç dünyalarında sürükleniyorlar.

“Gölgede ve Güneşte Futbol”, Eduardo Galeano’nun kitabının adı. Galeano, her Uruguaylı gibi futbolcu olmak istediğini söylüyor, gündüzleri değil ama geceleri rüyasında harika futbol oynadığını belirtiyor. O’na göre, futbolcu, rüzgar tanrıçasının ayaklarına kondurduğu bir öpücükle doğar ve gece yarılarına, top görünmez olana dek varoşların çıplak sokaklarında top koşturur. Galeano’yu anarak, mühendisleri de futbolculara benzeterek, bu yazıyı şöyle bitirelim. Rüzgar tanrıçası ile olmasa da eğitimle kazanılmış vasıflar ve gece yarılarına kadar süren projeler. O zaman, gölgedeki mühendislerin yapması gereken, güvencesizlik, itibarsızlaşma ve değersizleşme olarak çok sert gelen şutu göğüste karşılamak, hafifçe ayağa indirmek ve karşı tarafın kalesinin filelerini havalandırmaktır.

guneste-ve-golgede-muhendisler-95865-1.