Günümüz Türkiyesinde ‘siyaset’in değişen anlamları

GÖKHAN ATILGAN - atilganster@gmail.com

‘Siyaset’ sözcüğünü gündelik hayatta öyle sık kullanırız ki, ‘siyaset nedir’ sorusu bize biraz tuhaf gelir; zira siyasetin ne olduğunu herkes bilir, diye düşünürüz. Hele ki Türkiye gibi önüne gelenin siyaset yorumcusu olabildiği bir ülkede ‘siyaset nedir’ sorusu anlamını neredeyse tümüyle yitirir. Soru, buna rağmen sorulduğunda çok sayıda ve çok farklı cevaplarla karşılaşırız. Osmanlıca-Türkçe sözlükler, siyasetin gündelik dildeki karşılıklarına uygun tanımlar verir. Cem Eroğul, konuyla ilgili makalesinde* sözlüklerden beş ayrı siyaset karşılığı aktarır: 1- Ülke yönetimi, 2- Ceza, ceza olarak öldürme 3- Politika 4- Diplomatlık, 5- Seyislik, at yetiştiriciliğiyle uğraşma. Eroğul, yabancı dildeki sözlüklerde siyasetin ‘beceriklilik, işbilirlik’ anlamı kazandığını da ekler. Böylelikle, siyasetin en az altı karşılığı olduğunu görürüz.

Sözlükleri kenara bırakıp siyaset bilimi kitaplarına baktığımızda da benzer bir durumlakarşılaşırız. Her siyaset bilimi kitabı, farklı kavramlaştırma girişimlerine yer verdikten sonra kendi tanımını yapar. Aslına bakılırsa kavramlar ‘şey’leri değil ‘ilişki’leri aktardığı için ‘siyaset’in sabit bir anlamını oluşturma ya da tanımını yapma girişiminin kendisi daima kusurlu kalır. İlişkiler durmaksızın değiştiği için anlamlar da sürekli olarak farklılaşır. Çağlarda, ülkelerde, dönemlerde toplumsal ilişkiler farklı biçimler ve içerikler kazanır. Toplumsal ilişkilerin bir bölümünü aktarmaya çalışan siyaset kavramı da ilişkilerdeki bu değişimlere uygun olarak halihazırda taşıdığı anlamını yitirir ve yeni anlamlar edinir.

Sözgelimi, Eroğul, yukarıda aktardığımız makalesinde siyasetin ‘ceza, ceza olarak öldürme’ anlamının silinmeye yüz tuttuğunu yazmıştı. Yıl, 2012’ydi. Aradan bir yıl geçti, 2013’ün Haziran günlerinde siyasetin bu anlamı Türkiye’de başat hale geldi. Özlemlerini ve protestolarını dile getirmek için meydanlara çıkan genç insanlara ceza olarak ölüm saçmak siyaset sayıldı. Bir yıl sonra iktidar bloğunda bir çatlama meydana gelince, eski rakiplere ittifak halinde verilen cezaları geri almak ve eski müttefik, yeni düşmanı cezalandırmak için tüm siyasi kurumları sefer etmek siyasetin yeni anlamı oldu. Siyasetin ‘ceza’ anlamı başka biçimlerde de karşımıza çıktı. Örneğin tüm dünyanın gözleri önünde vicdanları yaka yaka gelen Soma faciasının üstüne fıtrat örtüsü örtmek oldu siyaset. Sonra, burjuvazinin bir fraksiyonu siyaseten mükâfatlandırılırken bir diğer fraksiyonunun kapılarına maliyecileri dizip iflasa götürücü cezalar kesmek siyasetin başka bir anlamı haline geldi. Bugünlerde ise doğrudan doğruya savaş çıkarmanın kendisi siyaset sayılıyor.

Devam edelim. Cem Eroğul, siyasetin sözlüklerden çıkan beşinci anlamının, yani ‘seyislik, at yetiştirciliği’ anlamının, kök eşliğinden başka bir anlam taşımadığını, siyaset ile seyisliğin artık tamamen ayrıldığını belirtir. Seyisliğin atı insana göre terbiye etme, ata insana göre terbiye verme yönü de olduğunu hatırladığımızda, yeni nesilleri İslamın belli yorumundan çıkan adaba göre terbiye ede ede yetiştirme gayretkeşliğinin, kadınlara erkek otoritesine göre ayar verme girişkenliğinin de siyasetin günümüz Türkiye’sindeki anlamına dahil olduğunu düşünebiliriz.

Siyasetin, Osmanlıca-Türkçe sözcüklere dahil edilmeyen, ancak İngilizce ve Fransızca sözlüklerden devşirilen ‘beceriklilik, işbilirlik’ anlamının günümüz Türkiye’sindeki güncelliğine ne demeli? Siyasal kurumları yasalara dayanarak kendine göre yeniden kurma ve sonra da bu siyasal kurumlara dayanarak anayasayı ve yasaları kendine uydurma gibi bir beceriklilik, yani ‘işi kitabına uydurma’ işbilirliği siyasetin günümüzdeki en bariz anlamıdır, diyebiliriz. Bununla beraber, ‘beceriklilik’ faslında hemencecik görünmeyen başka bir yön daha var ki, belirleyici önemde. Bu yön, Nurdan Gürbilek’in “Fatih-Harbiye, Son Durak: Büyük Yarılma” başlıklı makalesinde** nakşedilmiştir. Gürbilek, bu mükemmel denemesinde, Peyami Safa’nın Fatih-Harbiye romanında sergilediği 1930’lar Türkiye’sinin Fatih ile Harbiye semtlerinde sembolize edilen kültürel eşiğin, günümüzde bir kurucu ideolojiye dönüştürüldüğünü; bunun da güç, iktidar ve çıkar savaşını perdeleyen bir maneviyat arayışıymış gibi gösterildiğini ince ince gösterir. Günümüz Türkiye’sinde muktedir siyaset bu beceriyi gösterirken gayet mahirdir.

Lâkin, Harbiye imgesinde hedef aldığı şey burjuva düzeni değildir, kapitalizm değildir. Bilâkis onun sadece koyuca İslamî olmayan bir biçimidir. Bu biçim bir ‘kültürel düşman’ olarak hedefe yerleştirilirken, onun ‘abdest aldırılmış’ biçiminin önünde secdeye varılır. Vardığımız bu nokta bizi bir finalin eşiğine getirir. Gelin bu eşiği atlayalım: İçinde barındırdığı hangi anlamı toplumsal ilişkilere göre ağırlık kazanmış, öne çıkmış, başat hale gelmiş olursa olsun en geri planda, yani her şeyi bir bütün olarak görebileceğimiz nazargâhta, siyasetin zaman ve mekân aşırı tanımlarından en işlevseli yine Eroğul’dan gelmiştir: “Siyaset, üretim dışında kalan, ancak üretimin sürdürülebilmesi ve geliştirilebilmesi için toplumsal çapta yürütülmesi zorunlu işlerin toplamıdır.”

Günümüz Türkiye’sinde siyasetin görünen anlamları hangisi olursa olsun esasta yapmaya çalıştığı şey burjuva ya da kapitalist üretim tarzının (abdest aldırılmış bir versiyonunun) sürdürülebilmesi ve geliştirilebilmesidir. Gezi, sadece seksen küsur yıl sonra Fatih-Harbiye’ye verilmiş bir cevap değildir; kapitalizmin türlü versiyonlarının aşılmasıyla gelecek özgürlüğün, bölüşmenin, dayanışmanın, kardeşliğin de müjdecisidir. Gezi, siyasetin günümüz

Türkiye’sindeki anlamlarının tam karşıtıdır.

*Cem Eroğul, “Siyaset”, Ed. Gökhan Atılgan ve E. Attila Aytekin, Siyaset Bilimi: Kavramlar, İdeolojiler ve Disiplinlerarası İlişkiler (İstanbul: Yordam Kitap, 2012), 17-28.

**Nurdan Gürbilek, “Fatih-Harbiye, Son Durak: Büyük Yarılma”, Sessizin Payı (İstanbul: Metis, 2014), 83-105.

Doç. Dr. Gökhan ATILGAN / Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi