Google Play Store
App Store

Toplumlar arasındaki geçişgenliği, iletişim dilini ve kültürel kaynaşmayı ifade eden yeni teklisi Leyhâ ile dinleyicisine ulaşan Kemal Sahir Gürel, “Yeniden kaval çalabilmenin heyecanını yaşıyorum” diyor.

Gürel’den dünyaya bir esinti: Leyhâ
Kemal Sahir Gürel

Mehmet Demir MODAN

Müzisyen Kemal Sahir Gürel’i en çok dizi ve film müziklerinden tanıyoruz. Sadece besteci ve aranjör olmadığını, icracı da olduğunu biliyoruz. Usta müzisyeni arka planda, mutfakta olmayı tercih ettiği için sahnede pek göremiyoruz.

Gürel’in yeni teklisi Leyhâ’da, alıştığımızın aksine bu kez tüm enstrümanlarda kendisini görüyoruz. Yeni eserin çıkışını vesile kılıp hem söyleşelim hem de gözlerden uzak kaldığı yılların havadislerini öğrenelim dedik.

Neden daha çok stüdyoda olmayı tercih ediyorsun?

Geçen yıl altı konserlik bir proje ile Almanya’nın çeşitli kentlerinde dinleyicilerimizle buluştuk. Yasemin Göksu, Hilmi Yarayıcı, Eren Bozbaş, Barış Kılıçlı ile oluşturduğumuz bir sahne projesiydi. Ama uzun yıllar içinde bunun bir istisna olduğu doğru. Sahnede icracı olmaktan ziyade, beste dünyasının yaratıcı sınırlarında gezmeyi seviyorum. Sahnede çalarken değil; mutfakta üretirken daha kendim gibi hissediyorum. Kendi dünyamla, yapımla, sanatımla daha çok özdeşleştiriyorum. Sahnede dinleyiciyle aynı atmosferi paylaşmak, onların enerjisini hissetmek elbette özel bir duygu. Ancak belirli şarkıları sürekli aynı biçimde seslendirmek yaratıcılığın tatmininden çok uzak.

Leyhâ’da ilk defa bir enstrümanınızla kendi eserinizi seslendirdiğinizi görüyoruz. Bu solo projeyi hayata geçirmek ne kadar sürdü?

15 yıldır hayatımı Almanya’da sürdürüyorum. 2010’lara kadar Türkiye’de yoğun olarak televizyon ve sinema müzikleri, birçok sanatçının albümünde düzenlemeler yaptım. Fakat 2010’dan sonra ülke değiştirmek, yeni bir hayat kurmak, müzik çalışmalarımı ister istemez sekteye uğrattı. Uzun süre kavalı alamadım elime. Bu durum insanda hem boşluk hem de burukluk yaratıyor. ‘Bu kadar vefasız olma’ dedim kendime ve tekrar yöneldim kavala. Yakın dönemde bir yapımcının önerisiyle de Leyhâ’yı yayınlamaya karar verdim. Stüdyoya girene kadar konservatuvara yeni başlamış bir öğrenci gibi çalıştım. Yeterli seviyeye ulaştığımı hissettiğimde ‘tamam’ dedim.

Ne demek Leyhâ? 

Leyhâ, Orta Doğu kökenli bir kelime ve ‘esinti’ anlamına geliyor. Eserin hem melodik yapısı hem de düzenlemesi, toplumlar arasında bir geçişi, iletişim dilini ve kültürel kaynaşmayı ifade ediyor. Anadolu ve Mezopotamya’dan dünyaya bir esinti.

Kavalın solist olduğu bir eser dinlememize rağmen, kulaklarımızda yer etmiş o otantik, bozkır sound’u yok. Bu özel bir tercih mi?

Tam da bunu yaratmak istedim. Sadece Anadolu ile özdeşleşmiş ses renginden öte evrensel duygu taşımasını hedefledim. O nedenle, flüt-panflüt karışımı bir üslup yarattım. Geleneksel, otantik bir sound değil de, geniş kitlelere hitap eden, evrensel bir tını elde etmeye çalıştım. Bunun için küçük bir yaylı orkestra ile piyano ve gitar gibi enstrümanlar ekledim. Böylece Anadolu’nun makamsal ve tek sesli yapısını, daha boyutlu ve zengin bir orkestrasyonla genişlettim.

Dinleyicideki yankısı nasıl oldu?

Sizin önceki sorunuzda olduğu gibi, gelen yorumların çoğu bu minvalde. Müziğinizin başka insanların kalbine dokunduğunu, onlarda bir karşılık bulduğunu görmek, eşsiz bir duygu.

Sıradaki üretimler için şarj tamam o zaman? 

Yine ne mutlu ki evet. Kavalımla yârenliğe devam. Çok istediğim şeylerden biri de müzik teorisi ve solfej bilgisini akademik zorluklardan arındırıp, herkesin öğrenebileceği yalınlıkta ve kolaylıkla anlatmak. YouTube’daki kanalım üzerinden videolar yayınlamaya devam edeceğim. Yeni derslerle bu içerikleri daha da detaylandıracağım.

Eseri dinlemek için tıklayabilirsiniz.