Dönüp dolaşıp aynı şeyi yazıyorum ama öyle: “En zor dağılan örgütler suç örgütleridir! Zor dağılırlar ama dağılırlar. Dağılırken de çok gürültü çıkarırlar.

Dağılma başladı ama dağıtan da dağılan da acaba bunu bir yerde durdurabilir miyiz hesabı içinde… Duymaya başladığımız gürültüyü “gürültüye getirmeye” çalışıyorlar!

Peker, arkasındaki sunum tahtasına yazdığı MERSİN, SABİHA GÖKÇEN, S. D. ibarelerinden çıkardığı okların tepesine yazdığı İRAN’ı işaret ederek, beni bunları da açıklamaya mecbur etmeyin diyor!

Belli ki, gürültü tam çıktığında öyle Türkiye ile, memleketin kirli ilişkileri, kirli paralar ve o kirli paralarla finanse edilen siyasetle sınırlı kalmayacak. Uluslararası hukuku da ilgilendiren bir boyut kazanacak.

Hani Peker, bana gidecek ülke bırakmadınız, nereye gitsem “deport” diyor ya, meselelerin uluslararası boyutları da ortaya döküldüğünde kim bilir hangi “devlet büyükleri” hakkında hangi ülkelerde gelirseniz tutuklarız kararları verilecek?

Son videoda söylenenler yeri yerinden oynatacak şeyler. Ama hâlâ asıl olan suskunluk! Oysa, henüz “g”sini duyduğumuz gürültüyü bile örtmeye yetmez bu sessizlik.

Ses sayarsanız; bir Binali Yıldırım’ın açıklaması var, ki insanlar ikna olmayı geçin makaraya sarmaya başladılar o açıklamayı. JİTEM davasında beraat kararının bozulması, iki. Ve üç, Peker’in Adalı’yı öldürmeye gönderdiğini söylediği kardeşinin gözaltına alınması.

İddialar; “iftira, yalan, şiddetle reddediyoruz” denilerek geçiştirilecek şeyler değil. “Çamur atanın önce kendi elleri kirlenir” kadar da boş, komik bir savunma olamaz. Ellerin kirlenir dediğiniz Peker’i tepeden tırnağa “pis” ilan ettikten sonra, eli mi kalır dert edeceği. Demek oğlunu savunurken söyleyecek başka şey bulamadı Binali Yıldırım!

Bir eski başbakan ve iktidar partisi genel başkan yardımcısının oğlunun (Binali Yıldırım’ın) doğrudan uyuşturucuyla ilişkilendirilip, uyuşturucu rotası belirlemekle suçlanması…

90’ların tüm faili meçhul cinayetleriyle ve iki tanınmış gazetecinin (Mumcu ve Adalı) katledilmesiyle ilgili adres gösterilmesi... Üstelik Adalı cinayetinde birinci derece tanıklıkla, kendisini de katarak!

Hangi ülke, hangi halk, hatta devlet olma iddiasındaki hangi yapı bu iddiaları yutup, üstüne yatabilir?

Peker’in açıklamalarının serdengeçtilikle ilgisi yok, tamam. Onun 16 yaşında girdiğini söylediği bu ilişkiler içinde yüzlerce defa serden geçilmesi gereken işler oldu bu memlekette. Hepsinde sessiz kalıp gemileri şimdi yakıyorsa, bu, bir iç çatışma ve çatırdayan ilişkilerin ifadesi.

Ama kıymetli! Tuğlaları yerinden oynattı ve biri çekilebilecek kıvama getirdi.

Hep söyleyegeldiğimiz bir şeyi; vatan-millet-bayrak-ezan denilerek ne kirli ilişkilerin, ne pis kazançların üzerinin örtüldüğünü bu kez ilk ağızdan duymuş olduk. Belki, bu hikâyelerle gözleri bağlanmış olanların gözbağı çözülür biraz.

Asıl gürültü, “gürültüye getirilemeyecek” gürültü, şu meşhur tuğla çekilince çıkacak! Bu iddiaların üstüne yatmak kolay değil, şimdi birileri bir şeyler yapıyor“muş gibi yaparak” bir kez daha işin içinden sıyrılmaya çalışacaktır.

Bu noktada; muhalefetiyle, gazetecisiyle, sıradan vatandaşıyla hepimizin yapması gereken o tuğlanın ucundan tutmak. Ülkemizi böylesine iddiaların bile geçiştirildiği bir ülke olma utancına mahkûm etmemek.

Sanılmasın ki, bir kahraman çıkacak ve temizleyecek ülkeyi. Hayır, tepeden tırnağa yıkanıp paklanmak ancak bunun güçlü bir toplumsal talep olmasıyla mümkün. “Çekin” dediğimiz o bir tuğlaya hep birlikte asılmakla mümkün. Bir yerde biri çıkmışsa, ancak böylesi bir toplumsal zeminde çıkmıştır!