Toplum ve toplumsal kurumlar düzenleyici mekanizmalar olmadan kendiniyeniden üretemez, dağılır. Anlamlı her toplumsal birim onu bir arada tutacak bir düzenlemeye ihtiyaç duyar.

O yüzden toplumsal sanıldığı gibi iki değil, üç sayısıyla başlar. Çünkü iki ile başlayan toplumsal ilişki, o ilişkiyi düzenleyecek bir üçüncü taraf olmadan çöker.

Bu soyut girişi bir siyasal parti olarak AKP’nin karşı karşıya olduğu kendini yeniden üretme sorununu tartışmak için yaptım. Çünkü 2001 yılında kurulup, sonrasında yerelden ulusala uzanan bir iktidar partisinin, geldiğimiz noktada giderek belirginleşen bir var olma krizi ile karşı karşıya kalışına şahit oluyoruz.

AKP’nin varoluşsal krizini anlamaya yönelik olarak, bir kez daha soyut-kuramsal düzleme dönüp, ekleyeyim; bir toplumsal birimin kendisini yeniden üretmesinde üç ana düzenleyici mekanizmadan söz edebiliriz.

Düzenlemenin birinci mekanizması emir-komuta ilişkisidir; emir yukarıdan gelir, aşağıdaki ona uyar, uymadığında yaptırımla karşılaşacağını bilir. Diyor ya Cumhurbaşkanı “başkanlar görevi bırakmazsa, neticeleri ağır olur”, işte öyle.

İkinci düzenleme mekanizması, piyasadır. Bu kez emir komuta zinciri değil, fiyat mekanizması işleyiştedir. Bir piyasaya girecekseniz, o piyasada oluşmuş fiyatları hesaba katmanız gerekir, herkesin ürettiği fiyatın üzerinde fiyata üretip satmaya kalkarsanız, iflas edersiniz. Örneğin bir belediye olarak, sunduğunuz hizmetler, başka yerlerde üretilen hizmet kalitesinin altında kalıp, fiyatlandırması üzerinde ise, normal koşullarda seçmen tarafından ilk seçimde cezalandırılırsınız.

Emir-komuta ve piyasa-fiyatlandırma ötesinde bir üçüncü düzenleme mekanizması topluluk/cemaat temelli düzenleme biçimidir. Bu tür bir ilişki görece yatay biçimde toplumsalı oluşturan bireyler/kurumlar arasında bir güven ilişkisine yaslanır. Bu tür ilişkilerde toplumsal alanı ayakta tutacak katkıyı katılımcılar, ne emir verildiği için, ne de maddi bir beklentiyi öne çıkararak yaparlar; karşılıklı güven ve dayanışma esastır.

Bugün irili ufaklı herhangi bir toplumsal birime bakın, bu ister aile olsun, isterse bir siyasal parti, bu üç mekanizmanın bir kombinasyonun düzenleyici işleyişini görürsünüz. Bu bir ordu ise, en önde emir komuta gider, parayı basıp son model silahlarla da donatabilirsiniz, ama bir ordu, gerekli minimum güven ilişkisini tesis edememişse, savaş kazanamaz.

Lafı siyasal partilere getirirsek; birinde biraz az, diğerinde biraz fazla da olsa, günümüz siyasal partilerinde en esaslı düzenleme mekanizması liderden il, ilçe ve köylere kadar inen hiyerarşi ve emir komuta zinciridir. Bunun içine biraz da piyasa türü bir yarışmacılığı katabilirsiniz; kongreler, kurultaylar, emir komutanın yanında dikkate değer bir yarışmacılığın da arenasıdır.

Lakin, emir-komuta ve yarışmacılık bir yere kadar; bir partiyi parti yapan, belli bir minimumda da olsa, güven ve dayanışmanın varlığıdır. Nasıl bir ordu minimum bir güven ilişkisi olmadan savaş kazanamazsa, bir siyasi parti de kendi içinde belli bir düzeyde güven ilişkisi yaratmadan seçim kazanamaz.

Geldiğimiz noktada, AKP lideri ve kurmayları, kaybettikleri toplumsal desteğin nedeni olarakta kadrolarındaki “metal yorgunluğu” olarak adlandırdıkları aşınmayı görüyorlar. Bu kaygı, Fetöcülük tanısıyla başlayan parti içi tasfiyeyi, giderek yaygın ve derin bir operasyona çevirmiş bulunuyor. Son günlerde tasfiyenin hedefinde bir dizi belediye başkanı var.

AKP lideri ve kurmayları bir yenilenme olarak görüyor olsa da, bu yaygın ve giderek derinleşen tasfiye, parti içinde giderek büyüyen bir güven sorununa dönüşüyor.

Alın yıllardır Ankara’ya hükmeden Gökçek gerçekliğini; yıllar boyu yıkılmaz gördüğü bir imparatorluk kurup, Başkenti kimseye hesap vermeden “yönettikten” sonra, hiç beklemediği bir anda kendi partisi tarafından kapının önüne konuluyor. Üstelik ortada ne bir seçim yenilgisi, ne bir mahkeme kararı, ne de bir hastalık durumu var!

Kuşkusuz Gökçek ilk örnek değil. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ı da boş verin. Daha düne kadar Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık ve Meclis Başkanlığı yapmış AKP siyasetçileri de benzer bir kaderi paylaşmadılar mı?

Soru şu; bu noktaya gelindiğinde, hangi AKP siyasetçisi kendisini güvende hissedebilir ki? Bu derece güçlü siyasetçilerin bir kenara konduğu yerde, AKP’de siyaset yapmak nasıl olacak?

Güçlü liderlikse güçlü liderlik, kaynaksa gani gani, ama Parti içinde güven ilişkisi hızla eriyor. İronik olan, bütün bu operasyonların gerisinde de bir güven sorunu var ve bu sorunu gidermeye yönelik gelen her tasfiye emri, Parti içinde güven sorununu biraz daha büyütüyor. O nedenle, artık AKP’nin en büyük sorunu dışındaki seçmenle değil, içinde giderek büyüyen güvensizlikle! Piyasa mekanizmasının bu çözülmedeki payına da küçük bir atıfla bitirelim. Ne diyor Marx? “Para bir topluluk/cemaat değildir, ama topluluğu/cemaati çözer.”