Güvensizlik hissi şiddeti körüklüyor
Psikiyatrist Prof. Dr. Yazgan şiddet olaylarındaki artışa ilişkin “Güvende hissetmemek beraberinde şiddeti getiriyor” dedi. Yazgan’a göre Münir Özkul’un canlandırdığı karakterler azalmadı ama karşılaşma olasılığı düştü.
Semra KARDEŞOĞLU
Çocuk ve Ergen Psikiyatristi Prof. Dr. Yankı Yazgan ile uzun yıllardır yollarımız kesişir. Hekimliği dışında çok farklı alanlarda üreten bir isim. Benim de çalıştığım gazetelerde kimi zaman yazar kimi zaman çizer olarak yer aldı.
BirGün’de de “Başka Türlü” ismi altında çiziyor. Toplumsal meseleleri çizgileriyle ele alıyor. Artan şiddet olaylarına ilişkin çizdikleriyle de önemli meselelere dikkat çekti. Ben de onunla şiddet iklimi ve yansımalarını konuşmak istedim.
Sordum yanıtladı:
RUH SAĞLIĞI BOZUK OLAN DAHA FAZLA SUÇ İŞLEMİYOR
Gazetemizde geçtiğimiz ay yayımlanan karikatürünüzde şiddet olayları sonrası sanığa yöneltilen “psikiyatrik hasta” tanımlamasını eleştirdiniz. Kadın ve çocuk katillerinin bir hastalığının olduğu doğru mu?
Evet, çocuk ve kadınlara, farklı olana karşı şiddetin ruh sağlığı bozukluğu ile açıklanmaya çalışılmasına karşı bir karikatürdü. “Bu ruh hastası ondan oldu” demek, toplumu düzenleyen yapıların, kamunun, güvenlik politikalarının hiçbir payı yok anlamına gelir. Çok kullanılan deyimiyle münferit, tekil olay olur. Birinci konu ruh hastalığıyla tanılanmış kişiler daha fazla hırsızlık yapmıyor, daha çok suç işlemiyor, cinayet işlemiyor. Bu psikiyatrik problemlerin damgalanması eğiliminin bir parçası. Kötülükleri, bireysel ruhsal hastalıklarla açıklamak yaşanan şiddeti anlamamıza ve çözüm bulmamıza engel olur.
Bir başka karikatürünüzde “Bunun ruh sağlığı bozuktur” diye bir kişi işaret ediliyor. O da “Ruhsuz olmaktan iyidir” diyor. Öyle mi gerçekten?
Ruhsuzluğu, insani özellikleri taşımamak olarak tarif ediyorum. Ruhsal yapı bizim acı çekmemize, bazı aşırı duyguları hissetmemize imkân veren ve başkaları ile ortaklaşmamızı sağlayan, insanı insan yapan özellik. Ruhsuzluk ise başka birine kötü davranmaktan çekinmeme hali. Çünkü biz bebeklikten itibaren anlıyoruz. Ruhunuz yoksa acı çektirmekten rahatsız olmuyorsunuz vurgusu yapmak istedim.
KİMSE KÖTÜ OLMAK İSTEMİYOR AMA...
Ruhsuzluk vicdanı kaybetmekle aynı şey mi? Toplum vicdanını mı yitiriyor?
Vicdan ahlak bu tanımlar çok geniş. Ama bizi bir arada tutan bazı değerler var, işbirliği yapmak, yardım etmek, üzüntüsünü paylaşmak, “Yardıma ihtiyacın var mı?” demek. Ama biliyoruz ki başkaları ile birlikte olmak bebeklikten gelen bir dürtü. Bu dürtüyü besleyebildiğimiz, ilişkiler kurduğumuz ölçüde vicdani, ahlaki gelişimimiz mümkün. Diğer yandan içinde olduğumuz toplumsal yapı kazandığımız özelliklerimizi, ahlaki vicdani özelliklerimizi nasıl kullanacağımızı belirliyor. Afet, yoksulluk, şiddet, savaş gibi koşullarda kâğıt üzerindeki gibi davranmıyor. Dış koşullar da nasıl kullanacağımızı belirliyor. O yüzden vicdansızlaşma var mı yok mu? Kimse kötü insan olmak istemiyor ama bir sürü kötülük yapılıyor.
Siyasi iklimin etkisi nedir şiddet olaylarındaki artışta?
Sosyal, duygusal gelişim güvenli ortamlarda gerçekleşiyor. Kendimizi ifade etmekten çekinmediğimiz, başkasına kulak verebildiğimiz, başkasının da bize kulak verdiği ve değer verdiği bir ortam için iklim kelimesi kullanılıyor. İklim sizi güvende hissettirmiyorsa duygularımız, davranışlarımız değişiyor. Güvende hissetmememiz şiddet, korku ve terörize olmayı beraberinde getiriyor. Siyasetin bir etkisi var. Ama kendimizi nasıl koruruz? Aile, arkadaşlar, sınıf, okul, işyerinde güvende hissettiğimiz alanlar oluşturmaya çalışıyoruz. Ama şöyle bir riski var ki hepimiz kendimize benzeyen insanlarla birlikte oluyoruz.
TÜM BİNALAR ÇATIRDIYOR ZEMİNE BAKILMALI
En çok güven ve aile kelimelerinden söz ettiniz. En çok kayıp yıpranma burada mı oldu?
Çocukların aile içinde dahi güvende olmadığı bir ortamda var. Ne oldu aileye?
Aile biriminin şiddet ve zarar verici bir noktaya gelmesinin, ailenin kendisinden ziyade toplumsal yapının etkisi altında olduğu söyleniyor. Yoksulluk, eşitsizlik, savaşlar, kayıplar, iklim krizi gibi unsurlara bakmak gerekiyor. Ailelerin kendi içyapılarındaki kusurlardan daha büyük etkiler ortaya çıkmaya başlıyor. Tek bina çatırdıyorsa binanın kendisinde problem vardır ama tüm binalar çatırdıyorsa sorun başkadır.
Zeminde mi bir sorun var o zaman?
Tabii, ama tüm bunların yanında moralimizi düzeltecek bulgular da oluyor. İç savaş yaşanan Afganistan’da yapılan bir çalışmada anne babaların çocukları ile akşam saatlerinde bir araya gelerek 20 dakika basit alıştırmalar yapmasının savaştan daha fazla koruduğu tespit edilmiş. Kayayı itmek gerekiyor ama bunlar hepimizin omuz vermesi gereken şeyler.
MÜNİR ÖZKULLAR AZALMADI
Bütün bunlar içinde rol modellerin etkisi var mı? Diziler, filmler, Münir Özkul’un canlandırdığı karakterlerin bu dizilerde olmayışı…
Gerçek hayatta bizi etkileyecek insanlarda azalma olduğunu sanmıyorum, gözleri dolan Münir Özkul gibi. Sadece karşılaşma olasılığı azaldı. Uçurumlar arttı. Bu karşılaşmanın önemini pandemide gördük biz. Dersler uzaktan verilebilir en azından büyük çocuklar için. Ama okulda, aynı sınıfta olmanın, koridorda karşılaşmanın, kantinde itişmenin, öğretmeninizle aynı otobüse binmenin, bütün bu deneyimlerin kaçırıldığı ortamda bazı şeyler sadece hapa dönüşüyor.
Sizin çocukluğunuzda sizden çok farklı bir aileden gelen çocukla karşılaşma olasılığınız vardı. Şimdi okulda ayrılıyor yollar değil mi?
Okuldan çok önce, doğduğunuz yerde başlıyor bu farklılaşma. Sadece parasal değil toplumsal statü farklılaşmaları var. Bu ülkemize özgü de değil. ABD çok benzeyen süreçte. Brezilya örneğin. Çin’de, Tayvan’da… Sistem farklı olmasına rağmen herkes ayrıcalıklı olmak istiyor.
KRİZDEN ÇIKIŞ YOLLARINA İPOTEK KONULDU
Her olayda bir komplo teorisi aranıyor. Hiçbir şeye güvenilmiyor? Bu da mı döneme özgü?
Aşırı sağ hareketlerin bilime güveni sarsıcı propagandası meyvelerini verdi. Bizi zorlamayan açıklamalara daha kolay inanıyoruz. Evrimsel süreç içinde kestirmeler, kolaylıklar insanın tercih ettiği şeyler. Zaman almayan, zevkli olan 4Z kuralı var; Zevk, Zahmet, Zaman, Zaruret.
Ama insanlık krizlerle bugüne dek gelmiş. Bu krizden çıkış yollarını bulma kapasitesine sahibiz. Ama bu kapasiteye giden yollara bir ipotek konulduğu doğru.
ANKSİYETE VE DEPRESYONDA ARTIŞ VAR
Topkapı’da surlarda yaşanan olay, çocuk cinayetlerindeki artış. Siz bir psikiyatrist olarak ne görüyorsunuz?
Eskiye göre ruhsal bozukluklarda bir artış var mı, hafif diye bilinen bozukluklarda var. Şizofreni, bipolar bozukluklarda bir patlama yok. Orada yapısal kusurlar var. Ama dışarıdan etkilenen anksiyete ve depresyonda bir artış gözlendi. Ruh sağlığı krizi oradan çıktı. Ama ruh sağlığı bozuk kişiler daha fazla şiddet göstermiyor. Okulda zorbalık yapan çocukların ruh sağlığına bakıldı bir araştırmada belirli bir problem yok. Ama zorbalığa uğrayanda var, hedef seçilenlerde var, ayrımcılık etkisi var burada. “Statüsü” daha yüksek olan çocukların böyle olmayana yaptığı zorbalık. Bu tür durumlar da gözden kaçıyor. Örneğin evdeki konuşmalar çocuklar için tetikleyici olabiliyor düşmanlık dilinin çok kullanıldığı evlerde. Anne babalarımız 14 yaş öncesi bizim için çok önemli. Onlardan birinin bir grubu değersiz görmesi etken. İnsanlara değer vermek güven ilişkisinin harcı.
İYİ OLAN ZAMAN ALIR
Bir yandan da geçmişte sahip olunan şeyi göstermek ayıp sayılırdı. Şimdi bu yok, sahip olunan zenginliğin kaynağının belli olmaması da sorun edilmiyor. Bu da yeni bir süreç değil mi?
Influncerlar... Çok zengin olan bir çift, tutuklanıp çıktı mesela. Birçok kişiyi kestirmeden ve uyanıklığın ötesinde başka türlü olamayacağına inandırma hali var. Bu meşru olmayan ya da dedelerimizin yanlış bulacağı bir yolla da olabilir. Şanlı geçmiş üzerinden avunma var: Ne yazık ki bu rol modellere özeniliyor. İtalya’da yapılan araştırma var. Piyango biletlerini sadece yoksullar alıyor. Kazanma şansının ne kadar düşük olduğunu biliyor. Başka bir çare göremediği için. Bunu umutsuzlukla açıklıyorum. Umutsuzluk her şeyi yaptırabilir. Bugünkü durumla ütopya örtüşmüyorsa böyle oluyor. Bugün için bir şey sunan biri cazip geliyor, somut olana ilgimiz artmış vaziyette.
Biliyoruz ki birçok iyi şey zaman alıyor. Zaman almasa iyi olur tabii. Acelemiz var, sonluluk duygusunu yoğun hissediyoruz. Genç insanın bunu daha az hissetmesi beklenir. Gelecek uzun sürer o yaşlarda. Sanki yaşamın sonu çok yakınmış da “Bir an evvel bir şey yapması gerekir” diyene çok rastlıyorum. Endişe yaratıyor, “Yapmam gerekenleri henüz yapmadım.” Her şey de bunu besliyor. Stres de yaratıyor bu. Örneğin 30 yaşında 30 milyon dolar kazandı. Ben de 30 yaşındayım e o adam mutlu oldu, zengin oldu, meşhur oldu. Ben hâlâ burada oturuyorum. E biz ne zaman olacağız? Beklemek gerekiyor ama ne kadar bekleyeceğiz?
İleriye dönük bize umut verecek bizi ayakta tutacak duygu ne olmalı sizce?
Varlığımızı sürdürebilmek için güveneceğimiz insanlara ihtiyacımız var. Bize güvendiği düşündüğümüz insanlara da ihtiyacımız var. Bu da gayretle oluyor biraz.