2005’te Sinema Destekleme Kurulu’na gelen projelerden biri, Egoyan’ın Ararat filmine ve tabii ki şu meşhur ‘sözde’ iddialara gerçek sinematografik yanıtı vereceği iddiasıyla sunuluyordu. Anlı sanlı yönetmenimiz, neyse ki sonradan akıllanarak Müslüman olan ve ismini de değiştiren bir Ermeni genç kızın yaşadıkları etrafında ördüğü anlatısıyla Ermenilerin ne kadar kötü ve vatan haini olduklarını, Kürtlerin de kötülükte onlarla yarıştığını, aslında sinematografik açıdan kötü bir film olan Ararat’ın onda birine bile ulaşamayan zavallılıkta bir senaryo diliyle ballandıra ballandıra anlatıyordu.Hrant’ı, Ogün Samast’tan önce işte bu zihniyet öldürdü.

Hrant’ı, Ogün Samast’ın da tornasından geçtiği, Ermeni çocuklarını bile Ermeni mezalimiyle ilgili kompozisyonlar yazmaya zorlayan ‘milli’ eğitim sistemi öldürdü.
Hrant’ı, Türklerin ne kadar muhteşem bir ırk olduğunu anlatan ve dehşetli bir yabancı düşmanlığı yapan ‘sözde’ tarih kitapları öldürdü. Hrant’ı, sağlıklı bir düşünce kültürüne ve bilimsel bilgi üretim mekanizmasına sahip olmadıkları için adamın ne söylediğini bile anlamayan, hayattan hiçbir beklentisi ve ülkesine dair hiçbir hayali olmayan, farklılıkların zenginleştiriciliğini göremeyecek kadar kör tüm söylem sahipleri öldürdü.

Hrant’ı, zaten olması gereken son derece normal ve insani şeyler olduğunda bunu yüceler yücesi Türk ırkının özelliği olarak sunan, olumsuz ve kötü şeyler olduğunda mutlaka yabancı parmağı arayan akılsız ırkçı akıl öldürdü. Hrant’ı, ‘Ermeni dölü’ sözünü hakaret amacıyla kullanan, ‘iyi milliyetçilik’ diye bir şey olamayacağını bilmeyen zihniyet öldürdü. Hrant’ı, büyük olasılıkla Ogün Samast’ın da şehvetle izlediği ve insan öldürmeyi leblebi yemekten daha kolaymış gibi gösteren, korkunç Hizbullah katillerini bile tümüyle olumlu özdeşleşme nesneleri olarak sunan diziler öldürdü.

Hrant’ı, okul tuvaletinin duvarına “Ermenileri hallettik, şimdi sıra Kürtlerde!” yazan üniversite öğrencisini bu şekilde yetiştirenler öldürdü. Hrant’ı, vatanı kanla ıslanmış bir toprak parçasına indirgeyen, vatanı sevmenin o vatanda yaşayanları sevmek olduğunu anlayamayan o ‘sözde’ vatansever düşünce öldürdü. Hrant’ı, 6-7 Eylül 1955’te İstanbul’u asli renklerinden arındırarak kan rengine boyayan, bu olayların fotoğraflarına bile dayanamayan, ölüm haberini sitelerinde “Son dakika ve günün en güzel haberi” diye duyuran, “Hepimiz Ogün Samast’ız, hepimiz Türküz!” diyen insanlıktan zerre kadar nasipsizlerin, insan-oluş deneyimini hiç yaşayamamışların alçaklığı öldürdü.

Hrant’ı, Hrant öldüğü için değil o gün yollar kapandığı için kahrolan ve göstericilere lanet okuyan taksi şoförünün aklını faşistçe depolitize etmiş tüm kurumlar öldürdü.
Hrant’ı, Rum ve Ermeni düşmanı Battal Gazi hikâyeleri anlatan ve bunu yaparken tüm iktidar kurumlarını arkalarına alarak Patrikhane’nin bulunduğu Aya Yorgi Kilisesi’ni bile film seti olarak kullanmaktan zerre kadar utanmayan, anlatılarında bir tek iyi Rum ya da Ermeni bulamayacağınız, bulduklarınızın da ancak din ve isim değiştirenler olabildiği milliyetçi ‘Yeşilçam Sineması’ öldürdü. Hrant’ı, nedeni ne olursa olsun savaş ve kahramanlık edebiyatı yapanlar öldürdü. Hrant’ı, her eleştirel yaklaşımı ‘Türklüğe hakaret’ olarak tanımlayan aşağılık kompleksli gerici zihniyet öldürdü

Türkiye halkı, bilinçli ya da bilinçsiz, varoluşsal temeli haline getirdiği bir faşizmin kucağında oturuyor. Ogün Samast gökten zembille inmedi. Kendisinden daha çok bu toprakların çocuğu olan Hrant’ı öldürmesi için Ogün Samast üzerinde tam 17 yıl boyunca çalışıldı. Rakel Dink’in, canımız Hrant’a aslında hepimiz adına yazdığı mektupta söylediği gibi; “Bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılamaz kardeşlerim!”

Cenaze töreni sırasında bir ara Agos’un penceresinden üç güvercin saldılar. İkisi uçtu gitti, biri pervaza kondu, hiçbir yere gitmedi. İnatla gitmedi.

*Bu yazıyı Hrant’ın cenazesinden sonra, 27 Ocak 2007’de yazmıştım. Aradan 13 yıl geçti, yazı da aynı, ülke de...