Oldum, evet. Güzel oldum. Bu akşam çok güzel oldum. Güzel olmuştum, olmuşum, oldum, olurum, olacağım. Kozmetik harikasıyım maalesef! İyilik meleği Christian Dior olan külkedisiyim. Gece yarısı arabam balkabağına dönüşmeyecek ama bu makyaj çıktığında yine eski halime döneceğim

Güzel olma!

Melike İnci

Aynadaki aksime bakıyordum. Kaşımın üstündeki bene dokundum. Sonra bir kaş fırçası alıp kaşlarımı düzelttim. Eyelinerımın simetrik olup olmadığına baktım bir süre. Göz makyajım kusursuzdu. Işığa doğru yüzümü çevirerek allığın fazla olup olmadığını kontrol ettim. Dudak kalemiyle dudaklarımın sınırlarını ustalıkla belirledim. Ruju bir fırçayla dikkatlice sürdüm. Masanın üstünde düzensiz duran makyaj malzemelerini çekmecemdeki bölmelere özenle yerleştirdim. Makyaj yaparken taktığım bandı çıkartıp saçlarımı elimle havalandırdım. Aynaya bir kez daha geri çekilerek baktım. Olduğu kadar, diye içimden geçirerek dudak büktüm.

Odadan çıktığımda Sedat beni hayranlıkla karşıladı.

“Sen neymişsin!”

“Abartma da gidelim!”

“Çok güzel olmuşsun. Bunu söylemek suç mu?”

Yanıt vermedim. Sedat’ın kapıyı açmasını beklemeden kapıya yöneldim. Sedat hızlı bir hamle ile benden önce davranıp kapıyı açtı. Topuklarımla apartmanın taşlarında “ben çıktım, gidiyorum” diyordum.

Arabaya bindiğimde güneşliği indirip göz kenarlarımı rimel birikmiş mi diye kontrol ettim.

“Ant içtim aynaları çatlatmaya, diyorsun.”

“Sedat, lütfen!”

Araba hareket ettiğinde tek düşündüğü gecenin bir an önce bitmesiydi.

Sitenin bekçisi kibarca selamlayıp arabanın çıkması için kapıyı açtı. O siteye ilk taşındığımız günü hatırladım. Sedat’la kurduğumuz danışmanlık şirketi kısa sürede büyümüştü. Birlikte sıfırdan kurduğumuz şirket sayesinde Etiler’in göbeğindeki bu eve taşınmıştık. Babamın “oyuncak işler o işler” diye küçümsediği şirketin iş hacmi ve net kârı babamınkini geçmişti. Tüm aile ikimizin başarısını hayretle izliyordu. Sedat’a yine de güvenmiyorlardı. Ailenin parası için bu ortaklığı ve birlikteliği sürdürdüğünü düşünüyorlardı. Onlara hak versem acı gerçekle kendi içimde yüzleşmem gerekecekti. Hem aynalar yeterince moral bozucuydu.

“Bir metin hazırladın mı?”

“Hazırlamadım. Her zamanki zırvalar... Takım arkadaşlarımız ve siz sevgili misafirlerimiz sayesinde bu yıl da coştuk...”

“Coştuk demeyeceksin, değil mi?”

“Der miyim?”

“Yok demezsin de...”

“Eee, daha ne?”

“Sen bana kızgın mısın?”

“Yoo... Kızarım istersen...”

“Aman aman. Güzel ol; hırçın olma!”

Olmuşum, olurum, sen nasıl istersen.

Yavaş ilerleyen trafikte yanda ilerlemeye çalışan arabaları izledim bir süre. Bir kadın telefonla konuşup önündeki araba ilerlemiyor diye sürekli kornaya basıyordu. Sola sinyal verdi ve önlerine geçti. Arkasından açılan boşluğa eli sürekli burnunda bir adam geldi. Bu görüntü midemi bulandırdı. Dışarıyı izlemekten vazgeçtim. Radyo istasyonlarını karıştırdım bir süre. Boru reklamı, çatı sistemleri reklamı ve kapı kolu reklamından sonra radyoyu da kapadım. Sedat’a baktım. Tüm dikkatini trafiğe vermiş gibi görünüyordu. O hali babamı hatırlattı.

Küçükken babamın yanında oturabildiğim zamanlar onun araba kullanışını hayranlıkla izlerdim. Arada sırada babam bana gülümseyip, “Prenses, büyüyünce çok başarılı olacaksın... Çok da güzel olacaksın... Peşindeki erkekleri kovalamaktan yorulacağım...” derdi. Olacağım, değil mi, baba? Kovalamazsın belki de, değil mi, baba? Kızınla evlensin diye gözünün içine bakarsın belki.

“Babanları da davet ettim.”

“Etmesen şaşardım. Bana söylemeyecek miydin?”

“Söylemeyecektim.”

“Sonra sürprizlere ne kadar insanca tepkiler verdiğimi hatırladın.”

“Aynen. Kızmadın, umarım.”

“Yoo... Babam senden önce davrandı. Yeni eşiyle katılacağını söylemek için aradı. O da tepkimden korkmuş, anlayacağın.”

Evlenirken korkmamıştı ama. Evlendikten sonra tanıştırırken de... Hastanede birbirlerine can yoldaşı olmuşlar, eşlerinin başında beklerken. Cenazeden iki ay sonra evlenmişler, haberi sürpriz bir yemekte çocuklarına duyurmuşlardı. O gün verdiğim tepkiden sonra, kimse bana sürpriz yapmaya cesaret edemedi.

Burnunu karıştıran adamın yerine kitap okuyan kadın gelmişti. Kadın, trafikte direksiyona yasladığı kitabı okuyordu. Telefonla konuşmaktan daha iyi...

“Kadına bak! Bunlara hakikaten ehliyet vermemeleri lazım.”

“Sen önüne bak esas! Hem nesi varmış? Telefonla konuşacağına kitap okuyor.”

“Hiçbirini yapmasa daha iyi!”

“Seksist de oldun başıma sonunda!”

“Ne münasebet canım! Sıkılıyorsa araba kullanmaktan senin gibi yapsın.”

“Herkes benim kadar şanslı değil. Biliyorsun, bende çirkin şansı var.”

“Aynaya küstün galiba. Baksana ne kadar güzel oldun bu akşam.”

Oldum, evet. Güzel oldum. Bu akşam çok güzel oldum. Güzel olmuştum, olmuşum, oldum, olurum, olacağım. Kozmetik harikasıyım maalesef! İyilik meleği Christian Dior olan külkedisiyim. Gece yarısı arabam balkabağına dönüşmeyecek ama bu makyaj çıktığında yine eski halime döneceğim.

Camdan yağmur damlalarına bakarken annemi hatırladım. Güzeller güzeli annemi. Ağır kemoterapilere rağmen ölürken bile güzel olan annemi. Büyüdükçe ona benzeyeceğimi umuyordum. Öyle olmadı. Yüz hatları sert, erkeksi, babama benzeyen bir kadın oldum. Herkesten gizli makyaj kurslarına giderek, hatlarını yumuşatmayı, güzelleşmeyi öğrendim. Özel davetler dışında ayna karşısında o kadar çok vakit geçirmeye tahammülüm olmadığı için sıradan günlerde kendim gibi, çirkin oluyordum. Ancak bir yere gideceğim zaman güzelleşiyordum. Etrafımdakiler, başta Sedat, “ne kadar güzel olmuşsun!” dediklerinde sinirim tepeme çıkıyordu.

Yemeğin verileceği otele varmıştık. Kapıyı açan kâhya elimden tutarak arabadan çıkmama yardım etti. Sedat yanıma gelip elimden tuttu. Birlikte otel kapısına yürüdük. Yemek salonuna girmeden önce Sedat beni kendine çekip dudağımdan öptü.

“İstanbul’un en şanslı adamıyım. Karım hem güzel hem de başarılı.”

Sedat evden itibaren kırdığı potları bu şekilde telafi ettiğini düşünüyordu muhtemelen. Güzel annenin çirkin kızı olarak değil, Sedat’ın güzel karısı olarak salondaki davetlileri selamladım.