Çaresizlik duygusunu 2013 Haziran’ında el birliğiyle parkın orta yerine gömmüş olsak da, şu günlerde insanın içini bazen bir sıkıntı kaplıyor. Zaten çok yetersiz olan, bir darbe anayasasının ürünü olan kural ve kanunları dahi takmayan bir “irade”, sürekli olarak birlikte yaşama irademizi dinamitliyor, “artık bu kadarı da olmaz” dediğimiz anda çıtayı yükseltiveriyor. İster “oylar” azalıyor olsun, ister yolun sonu görünmüş olsun, ister delirmiş olsun, ister deli taklidi yapıyor olsun, ister faiz lobisine kızmış, ister onun bir parçası olsun, bu kadar sorumsuzluğu hiçbir anayasa kaldırmaz. Ve bu olağanüstü babayasa düzeni ne olursa olsun insanın içini sıkabilir.

İşte böyle zamanlarda, işini aşkla, tutkuyla, elinden gelenin en iyisini ortaya koyarak yapan insanlar ve ortaya koydukları ürünler daha da değer kazanıyor. Bir kaçış olarak değil, bir ilham kaynağı olarak.

Socrates dergi benim için böyle bir şey. Bağış Erten ve Can Öz’ün mümkün kıldığı bu “hadise”, geçen ay çıkan ilk sayısıyla çok ciddi bir söz söylemiş oldu. İçinde futbolun yüzde elliden fazla yer almadığı bu “düşünen spor dergisi”, Caner Eler ve Onur Erdem’in başını çektiği olağanüstü ekibi, hariçten gazel okumasına imkan tanınan bir parçası olmaktan gurur duyduğum danışma kurulu, dünya standartlarını zorlayan tasarımı ve şaşırtıcı içeriğiyle bir şeyin hem çok güzel, hem de gayet popüler olabileceğine dair muhteşem bir örnek ortaya koydu: ilk sayının satışı 25.000 civarında gerçekleşti.

Bunun bir anlamı var. Bunun mümkün olabilmesinin bir sebebi var. Bu sebep, tam da bu yazının ilk satırında anlatmaya çalıştığım durumda gizli: yaklaşık iki senedir, yaşanan onca zorluğa, aklımızı zorlayan onca pişkinliğe, adaletsizliğe rağmen, umutsuzluğu, içe kapanmışlığı, “hep böyle devam edecek” duygusunu yok eden bir şey yaşadık. Bunun sonuçlarını hemen sandıkta, siyasette, “büyük hikaye”de görmek isteyip yeniden umutsuzluğa kapılanlarımız da oldu; oradaki ortak bilinç kayboldu diye karalar bağlayanlarımız da. Ama şunu ıskaladık zaman zaman: yabancı dili, eğitimi, görgüsü ve/veya tecrübesiyle pekala dünyanın her yerinde hayatını sürdürebilecek olup da burada kalmayı tercih eden insanlar, yani geziciler, yani çapulcular, hiç de o kadar yalnız olmadıklarını anladılar. Yeniden motive oldular. Ve iyi ki böyle oldu, çünkü bu ülkeden dünya çapında takdir gören ne çıkacaksa, bu insanların çabasıyla çıkacak.

İyi filmler, iyi şarkılar, iyi dergiler hepimiz için çok önemli. Karşıdaki ne yaparsa yapsın ona küfretmeden kendini anlatan bir muhalefet nasıl önemliyse, kötü örneklerin çokluğuna aldırmadan işini en iyi şekilde yapan insanların dirayeti ve emekleri de öyle önemli. Yeni Türkiye diye bir şey gerçekten olacaksa, bir yandan akıl sağlığına mukayet olup, bir yandan yaşama sevincini kaybetmeden elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışan insanlar kuracak onu.

Socrates’in ikinci sayısı yarından itibaren bayilerde. Spoiler vermek gibi olmasın, Zeki Demirkubuz ve Roberto Mancini röportajları harika. Hakan Günday ve Kanat Atkaya’nın yazıları da öyle.

Ne olursa olsun, Haziran’ı somurtarak değil, içten bir gülümsemeyle karşılayalım. Ona da bize de bu yakışır. Hem ne demiş Socrates abimiz: “Güzellik önce gelir, zafer onu takip eder”.