Bizi bir araya getiren ne varsa korkuyorlar; partilerden, derneklerden ve hatta türkülerden konserlerimizden festivallerimizden bile!...

Güzellikler ve korkular

SADIK GÜRBÜZ

“Şu yüce dağları duman kaplamış/ Yine mi gurbette kara haber var.” Ne yanık ne dokunaklı bir türkü. Bir de tekrar tekrar söyleniyor “kara haber var” bölümü. Endişe büyük çünkü. Ardından duygu patlaması: ”Seher vaktı burda kimler ağlamış / Çimenler üstünde gözyaşları var..” YÖN Radyo’da Ali Ekber Çiçek ağabey söylüyor. Ölmemiş radyoda işte!.. Peki o zaman Tahtakuşlar köyünde toprağa verdiğimiz kimdi, ya da neydi? Cismiydi tabii ki. Şu ”kara haber var” bölümü kavuruyor insanın içini. Acaba ‘yine’ bir şey mi oldu ölen yiten? Uzaktasınız ve endişeleniyorsunuz. Ya yakında olanlar? Yani o kara haberi yaşayanlar? Artık ateş sadece düştüğü yeri yakmıyor çoğunlukla. Sosyalleşen insan ve sosyalleşen toplum her acıyı tek tek hissediyor yüreklerde. Sivasta yakılan insanlarla yandı milyonlarca “insan” Hiroşima-Nagazaki’de kül oldu milyarlarca “insan” Acısı her 6-9 Ağustoslarda tüm “insanlığın “ yüreğinde. Kerbela; bir halkın haksızlığa ve zulme baş kaldırışının bin yıldan fazla zamandır anıtlaşmış acısı. (1336.yılı)

Bu günler alevi yurttaşlarımız Hz Muhammed’in damadı, Hz Ali nin oğlu Hz Hüseyin’in Yezit tarafından katledilişinin(şehit edilişinin) yasındalar ve muharrem orucu tutmaktalar. Türkülerinin ağıtlarının seslendirildiği YÖN Radyo’nun kapatılma girişimi bu aya gelmesi eminim onları çok üzmüştür ama bin küsur yıllık acılarının yanında bir günlük acının lafı mı olur? Radyo bu, kapanır açılır, olmadı yenisi açılır. Düşersin kalkarsın. Ölürsün yeniden doğarsın ölümlerle ve bir ölür bin doğarsın üstelik. Seni öldürmek kurtuluş değildir. Radyo kapatmak neyi engeller gafil?

Aslında bunu MNP-RP-MSP çizgisinden gelen AKP nin ve elemanlarının çok iyi bilmesi gerekir ama ders almayı öğrenemiyorlar demek ki. Ders verme gayretindeler hep. De… Tarih bilmeden tarih öğretilmez. Tarih “Hacı Murat’ın Maceraları” değil. Tarih; biraz coğrafya, biraz kimya, biraz fiziktir. Örneğin; Etki-Tepki’dir. Felsefedir örneğin; diyalektiktir. Tez-Antitez-Sentez’dir kaya gibi. Bilseler binlerce yılın gerisinde kalmış çürümüş tezlerle yeniden ortaya çıkıp gülünç olmazlardı. Yeniden binlerce insanın katline neden olabilecek siyasi davranışlarda bulunmazlardı.

Tarih böyledir işte, içine içine çeker sizi. Örnekleri boldur ve hepsi de aynı sonucu verir: “Zor hiçbir zaman tam çözüm değildir. Çözüm: Demokrasi. “İnsan”ı temel alan adaleti ve eşitliği sağlayan yönetim biçimleri.

Gazetelerde gördük fotoğraflarını. Hayatın Sesi TV, İMC TV, TV 10, Özgür Radyo polis baskınları ile kapatıldılar ve çalışanları gözaltına alındılar. Gözaltı yapan polisler kimilerini sürükleyerek götürüyorlardı. Kendi yüzlerini de kapatıyorlardı.”Bizi görüntülemeyin suç işlersiniz”diyorlarmış. Görevini yapan basın neden suç işliyor sayılır ki? Neden saklanıyorlar? Suç işleyen kim ki? Suçlu olduğunu düşünen değil midir saklanan. Bunu polisimize kim neden yapar? Bankaya giren soyguncu mu yüzünü saklar, banka müşterileri mi? Bir banka korumasının yüzünü sakladığına tanık oldunuz mu hiç? 12 Eylül’de( diyelim?!... ) işkenceci polisler sanığın gözünü bağlarlardı kendilerini tanımasınlar diye. Hiçbir normal karakol polisi saklanma gereği duymazdı. Yüzlerini saklarlardı ama zaman içerisinde sesleri onları ele verirdi. Romanlara filmlere konu da olmuştu bu tür yaşanmışlıklar. İşkence suçları insanlığa karşı işlenen suçlardan olup zaman aşımına tabi değildir. Evrensel suçlardan her zaman hesap sorulabilmekte. Bu konu hiç unutulmamalı.

Kapatılan TV’lerde hiç konuk olmadım. Keşke olabilseydim. Zaman zaman Özgür Radyo’nun ve YÖN Radyo’nun konuğu oldum müzik söyleşi programlarında. Özgür Radyo’da konukluğum da iki yıl falan önce. Yeri bana çok uzak çünkü. Sanırım YÖN’de daha çok oldum, yılda bir falan. Sevinerek söyleyebilirim türkülerim ikisinde de söyleniyor. İkisinin de kanalı aracımda kayıtlı. Ancak trafikte olduğum zamanlar dinleyebiliyorum. İkisinin de dinlemeyip geçtiğim programları var. Parmak ucu denilen şey bir zap’ lıyor, gönderiveriyorsun. Bütün TV kanalları için geçerlidir bu. DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜ denen şeyin tam da kendisidir bu. Kimse seni bir kanalı dinlemeye zorlamıyor. Kanal da çok. Hani benim yerime program yasaklıyor kanal kapatıyor ya RTÜK denen 12 Eylül kalıntısı kurum. Sana ne kardeşim! Benim aklım yok mu? Ya da benim bilmem gereken şeyleri sen mi belirleyeceksin? İstediğim kitabı okur, istediğim filmi izler, istediğim kanalda kalır ya da çıkarım. Kiminin sokağından geçmem, kimine gitmek için İstanbul trafiğinde saatlerce çile çeker, bir de bu halime bakmadan 6 kat merdiven çıkar dilim bir karış dışarıda nefes nefese kalmışken bir yudum soğuk sudan önce türkülerin sesini duyup kendime geliveririm. Biri der yelken açtık maviliklere Özgür Radyo ile. Bir diğeri YÖN Radyo ise “türküler artık her yerde”yi sloganlaştırır. Hangisine gitsem gönlümü türkülerle doyururum. Karac’oğlan der ya “hangisinden yad eyleyem gönlümü?” El cevap: Hiçbirisinden! Hiçbirisinden!...

guzellikler-ve-korkular-194263-1.

Haberi izler ya da dinlersiniz. Yorumlanarak verilen habere güler geçerim taraflı diye. Bazen çağrılan kifayetsiz konuklarla da benim düşüncem yönlendirilmek istenir ki “haddini aşma” der bir parmak oynatırım ZAP diye. Biraz güler biraz acırım hallerine, kapı kulluğu ne hale düşürüyor insanı diye. Aslında bu tiplerin konuşmalarından müthiş bir komedi tiyatro oyunu çıkar. Düşünülmeli. (Gazetemizde Zafer Diper okur herhalde?!...)

Trafikte radyo dinlediğim saatlerden birindeydi. YÖN Radyo’da canlı telefon bağlantılarııyla halkın bir konuda görüşü alınıyor. Telefondaki adam açmış ağzını yummuş gözünü verip veriştiriyor muhalefete ve AKP iktidarının ne kadar demokrat, ne kadar ne kadar özgürlükçü, ekonomiyi ne kadar büyütüp uçurduğunu söylüyor ki Anadolu’da böylelerine “ufuriyi” (atıyor anlamında) derler. Bildiğim kadarıyla YÖN Radyo sosyal demokrat bir çizgidedir. Telefondaki arkadaş muhalif kanalda gurbette övünenin hamamda türkü söylemesine benzemesi gibi coştukça coşuyor, sunucu da hiç müdahale etmiyor. Derken arkasından bağlanan başka bir dinleyici çıktı AKP’nin içeri attığı gazetecilerden, yazarlardan, üniversiteden atılan akademisyenlerden, çökertilen tarım, sanayii, yitirilen iç ve dış barış, yok edilen üretim ve kaynakları satılan bir ülke ve itibarsızlaştırılan bir ulustan falan söz edip ”ülkeyi değil ama seni uçurmuşlar kardeşim ve bütün bunların sebebi sensin”i de ekleyince “vay beee!”yi çektim. Demek ki düşüncene güveniyorsan düşüncesini açıklayandan korkmayacaksın. O istediği kadar zırvalayabilir, sen onu yine bir düşünce ile ikna edebilirsin. O’nu değilse bile; dinleyenleri. Büyük hakem “O”, halk çünkü.

Bütün bunları bildiğim için YÖN Radyo’nun kapatılma girişimi ilginç geldi. Bir siyasi düşünceyi savunuyor olsaydı kapatılma haklı mı olurdu? Çok büyük bir tehlikenin ortaya çıkışı olur bu düşünce. Faşizmin resmi çıkar ortaya, dudağının üstündeki o “F” tipi simge meş’um bıyığıyla?!...Susma sustukça sıra sana gelecek sloganını anımsıyorum. Sıra tarafsızlara gelmiş, sadece “onlardan” olanlar kurtulmuş (Numan Kurtulmuş belki öyle kurtulmuştur. Latife tabii?!...) Onlar da kullanılmak üzere ateşe atılacakları güne kadar. Bundan hiç kuşkunuz olmasın. İrkilmemek elde değil.

SIRA BEKLEYEMEYİZ ARTIK “MEZBAHANEYE GİDEN KOYUNLAR GİBİ.” Laiklikten, barıştan, hukuktan,yolsuzluktan ve de işbirlikçi suç ortaklıklarından söz ediyorsanız Nâzım’ı anımsayın. “Dün/Ben/Şehrin meydanına gidip: ”Onlar için / Kardeşlerimizi öldürmeyelim/ Ölmeyelim” / dedim/ Ve bu gece değilse yarın / gece/ gireceğim kodese…”

YARATILAN OHAL’İN NEDENİ BUDUR. ”FIRSAT GANİMETE ÇEVRİLMELİDİR.” Önümüzdeki günlerin tartışması sanırım; “Allahın lütfu”mu, yoksa Gülen’in açıkladığı gibi (RTE yalanladı ama?! Genellikle yalanlanır. Bir dava olabilse de belgeleri değerlendirsek) “Yıllar önce hazırlanan bir planın uygulanması mı olacak. C.Başkanlığını katmadan da zor olur .O zaman bu da olmaz. Öğrenemiyeceğiz. Deee!... Elin ağzı da torba değil ki be birader. Anlatır ha anlatır.” (H. H. Korkmazgil, ”Anlatır Bir Gün” şiirini okuyun mutlaka)

Şeytan efendi dürtüyor gene. Acaba muhalif sesler de çıkan ya da çıkabilme olasılığı olan kanalların kapatılma istemlerinde, ”halkın gerçekleri araştırma ve de öğrenme korkusu” olabilir mi? Eğer öyle ise halkımız ne diyordu bu durumlarda: ”Korkunun ecele faydası yoktur.”

Türkülerden korkmaktan Nâzım söz eder. “Bize türkülerimizi söyletmiyorlar” der inci dişli kardeşim dediği Robson’a. “Türkülerimizden korkuyorlar” der. Çünkü türküler yalan söylemez. Daha umutlu, daha kederli, daha uzun ömürlüdür insanlardan (kendilerinden) Sevmeyi iyi bildikleri gibi direnmeyi de iyi bilir türküler. Hani yeri geldiğinde kendileri için hak gördükleri “halkın direnme hakkı.” Yani türküler haksızlığa hukuksuzluğa karşı direnme hakkından da söz edebilirler. Bilinç aşılayabilirler yani. Gezi geldi aklıma da o zeki alaycı gençlere iktidar nasıl acımasız ve gaddar davranmış, kaç insanımızı katletmiş, kaçını sakat bırakmıştı. Demek ki; baskıcı iktidarları saldırgan yapan şey KORKULARI idi ve hiçbiri kurtulamadı o bilinen sonlarından; er ya da geç. Bize yılmadan usanmadan “insan”ın yanında olmak ve bıkmadan anlatmak düşer. O büyük insanlık “bir gün mutlaka” anlayacaktır ve o da korkmadan elini toprağa vurup “gayrı yeter!” diyecektir ve İsrafil Sur’unu üfleyecektir. MUTLAKA!...BİR GÜN… MUTLAKA!...

H.H.Korkmazgil de anlatır anlatmayı. Davul çalar hep ve duyan olmaz. Sonunda der ki:”Kıpırdar düşer yola/ Tütündekiler/ Kıpırdar düşer yola / Pamuktakiler/ Sesim büyür /Tarlalarca/Yollarca/Fabrikalarca/Bir o yana, bir bu yana adımlar/Davul çaldım, davul çaldım/ Duyan var!

Bizi bir araya getiren ne varsa korkuyorlar; partilerden, derneklerden ve hatta türkülerden konserlerimizden festivallerimizden bile!... Bizi bir araya getiren ne varsa korkuyorlar!... O halde zorba iktidarlar neden korkuyorlarsa bize de onların korkularını büyütmek düşer. İçimizdeki güzellikleri ve onların korkularını büyütmek düşer bize. Çünkü: ”KORKULARI SONLARIDIR!...”