Suyolcu Bekir sokağı yolu boyunca oturan bugün yaşını kırklara yaslamış tüm genç tekaütlerinin, politik bir birey olmasının birinci dereceden Arad’la ilgisi vardır. En azından kuvvetli bir ihtimaldir. O yüzden Marjane Satrapi’nin Persepolis filmi, Suyolcu Bekir Sokak boyu oturan gençlerin istisnasız en değerli filmlerinden biridir.

Ha Marjane Satrapi ha Arad…

ha-marjane-satrapi-ha-arad-56899-1.> EMRE ÜNSALLI emreunsalli@gmail.com

Seksenli yılların başında İstanbul Boğazı’na Arap akını henüz başlamış, mahalle insanları yavaş yavaş “For Rent”, “Taal Taal” “Laa” ve “Kulli mafiş!” gibi İngilizce- Arapça harmanı ikinci bir dil konuşmaya başlamıştı.

Her geçen gün daha bir yayılan “Şiki şiki baba” şarkısı eşliğinde savaştan kaçan petrol zengini İranlılar ve onların peşine takılan Kuveytliler bir hafta içinde Kireçburnu ve Tarabya’daki tüm mahallelere yerleşmiş ve artık komşu olmuştu.

Zenginin göçü yoksulunki gibi sefillik içinde olmadığından semt ahalisi, on iki silindirli Chavrolet ciplerle yapılan bu toplu göçü büyük bir hazla kabul etti.

İstanbul’un Sarıyer tarafındaki mahallelerden uzak semtlere ilk göç işte o yıllarda yaşandı. Arapların verdiği, devlet memurunun bir aylık maaşına eşit haftalık kiralar “Evini araba kirala” furyasını başlatınca, Kireçburnu, Tarabya ve peşi sıra tüm etraf mahalleler inceden bir yara aldı.

Balıkçı tekneleri gezi teknelerine, minibüsler kalabalık Arap aile servislerine, komşu evleri ise Arapların oturduğu evlere dönüştü. Bu durumu eleştirmek tatlı bir romantizm gibi algılansa da, şimdilerde “kent dışındaki TOKİ konutlarına gidecek olma endişesi”ne eş değer bir etkisi vardı.

Bu endişe, bir Arap düşmanlığı yaratsa da Arap çocuklarının o düşmanlığı yıkıp yerine fantastik sayılabilecek arkadaşlıklar kurması uzun sürmedi.

Arad, İran Devrimi ve ardından patlayan Irak Savaşı yüzünden evi barkı bırakıp, hiç bilmedikleri bir diyara, Kireçburnu’na göçmüş bir ailenin 17 yaşındaki bireyiydi.

Arad’ın ağabeyi, el altından gizlice müzik kaseti ve yasak kitap alırken başı belaya girmiş, eve gidemediği için harap binalarda saklanmaya başlamış. Ailesi abiyi yurtdışına çıkaramayınca “Bari Jan’ı kurtaralım” diye Türkiye’ye göçmüş.
Arad mahallede kaldığı süre boyunca anlattıkları dışında çizdiği bir resimle, bizi, Boğaz’dan geçen Sovyet gemilerinin bacalarındaki orak çekiç kadar etkili olduğunu anladığımız başka bir simgesiyle tanıştırdı. Olması gerekenden önce tanışılan “gölgeli Che resmi” en az orak çekiç kadar etkiliydi.

Şimdi yaşansa komik gelir lakin o yıllarda, Boğaz’dan giren bir Sovyet gemisinin ilginç bir büyüsü vardı. Beykoz’dan Üsküdar önüne “nazlı nazlı süzülürken” semtin TKP’li abilerine ve ablalarına sol yumruklarını kaldırtacak kadar etkili bir şeydi. Sadece Türkiye’de değil neredeyse dünyanın tamamında tabu sayılan bu simgenin Boğaz’dan içeri girdiği an, ülkeye sinmiş faşizmin en aciz kaldığı andı. Okul camından parmakla işaret edip anlamı sorulduğu vakit, öğretmene meslek hayatının en zor anlarını yaşatan bu sembole meftun olmuş ana babaların çocuklar olarak Che’ye vurulmamız uzun sürmedi.

Kâğıt üzerine kalemi hiç kaldırmadan bir kerede nakşedilen Che resmini, birkaç kareli defter sonunda iyice öğrenmiştik.

Bu hüner üniversitede okuyan politik abi ve ablaların şaşırmaktan ya da sevinmekten ziyade, taktire şayan karşıladığı bir hünerdi. Bir abi ya da abla tarafından ders çalıştırılıyorken deftere elini kaldırmadan daan diye çizilen Che, en az Boğaz’dan geçen orak çekiç kadar değerliydi.

Arad, birkaç yıl sonra ailesiyle birlikte Fransa’ya kaçmayı başaran ağabeyinin yanına gittiğinde, yerinden yurdundan edilmenin ne anlama geldiğini iyice anlamıştık.

Aşağı mahallenin yani Suyolcu Bekir sokağı yolu boyunca oturan bugün yaşını kırklara yaslamış tüm genç tekaütlerinin, politik bir birey olmasının birinci dereceden Arad’la ilgisi vardır. En azından kuvvetli bir ihtimaldir.
O yüzden Marjane Satrapi’nin Persepolis filmi, Suyolcu Bekir Sokak boyu oturan gençlerin istisnasız en değerli filmlerinden biridir.

Ha Satarpi ha Arad…