Hacı Abi…

Hacı Abi; biliyor musun, nefes almanın dışındaki yaşam (!) bizlere acı veriyor, bahtiyar olmamızı gerektirecek birçok değere de sahip olduğumuzu unutmamak için çırpınmamıza rağmen.

Sizinle dünyayı ve yaşamın kıymetini ve karşılığını anlamakta farklılıklarımız var, bunlar ülke için zenginlik olacağına, sizinle ayrışmanın ve bizi ötekileştirmenin gerekçesi oldu...

Karşı tarafı anlamak ve onunla beraber aynı toplum içinde yaşamak; çok ciddi bir anlayışı ve saygıyı gerektirmektedir.

Bunu farklılaştıracak ne bir ilahi inanç, ne bir dava, ne de bir etnik kimlik vardır. Bunlar sadece insani ayrıntılardır.

Ve demokrasi Hacı Abi;

Onu algılamak farklı bir şey, uygulamak farklı bir şeydir. İçimizde başlayan bu özgürlük ve karşı tarafı anlama mantığı, en önemli savunma mekanizması olmalıydı maalesef…

Karşı tarafı anlamak ve saygı göstermek?

Bunun karşılığı tarif edilemez…

Bu öyle bir güç ki Hacı Abi; anne ve babaları evlat acılarıyla zapt altına almamanın gerekçesidir.

Sanırım senin de evladın vardır, bir babanın evladının cesedi başında yabancı topraklarda beklerken, cesedini taşıma ve gömme izni karşısındaki tutumun çaresiz kalmasının ne demek olduğunu anlarsın.

Dünyayı güzellik kurtaracak dedik Hacı Abi; insanlarımızın cesetlerini toplamaktan, başımızı gökyüzüne kaldırıp yaşamın güzellikleri için bir şükür bile edemedik.

Sizlerin elde ettiği yaşamın avantajları karşısındaki şükür dualarınız, ancak bizim kayıplarımızın karşılığına denk gelmektedir.

Yüz yıldır biz kendimizi gömmekten bıkmadık be abi..

Hangi tanrıyı bu kadar kızdırmış oluyoruz ki; bizim ölümlerimiz bitmemektedir.

Ve hangi tanrı öldürmenin karşılığında cenneti vaat eder.

Ve Hacı Abi;

Sen de karşı tarafı anlamak için en küçük bir çaba sarf etme lüksünü (!) kendinde görmedin.

Kendi ilahi duyguların ve reflekslerin içerisinde, kendi ceza kurumunu harekete geçirerek hamle yaptın…

Ve rehin aldın…

“Reis”lik bu olsa gerek?

Ortak yaşamın güvencesi ve ortak zaptı olan tüm kurumları elinin tersi ile iterek, reddettin. Reddetme gerekçelerini sağlayan cesaret ve koşulların geçerliliği artık o kadar kolay ki; kimse yaptığını suç olarak görmüyor bile…

Kendi doğruların ve ceza anlayışın, kendine yapılanı hata olarak gördüğün her yerde faaliyete geçiyor. Öyle çekinecek, korkacak bir yapından söz etmek bile saçmalık olarak kalıyor artık.

“Ben gelene kadar tutun” emri, harfiyen yerine getiriliyor…

Öyle bir durum ki; şimdi ben seni anlamaya çalışıyorum da, hani empati yapayım desem; yok, karşılığını bulmam mümkün değil?

Yani, Hacı Abi bunu anlatamıyorum kendime ki; sen anlatsan daha kötü oluyor, işi kadına bağlayarak beni daha da bitiriyorsun…

Bu öyle anne sadakati veya sevgisi ile kapanacak gibi değil artık, inan değil…

Yoksa niye böyle çırpınayım, yok karşılığını bulamıyorum senin!

En azında bende yok…

Hani derler ya “olsa dükkân senin” öyle bir şey…

Gerçi dükkân senin, sizlerin de; ürün yok!

Ama bak tribünde açılan “barış” pankartlarının cezasını devlet hemen kesiyor... Gerçi bu senin açından iyidir, en azından tribünü de kimliksizleştiriyorsunuz.

Mesela sen bunu anlarsın…

Ama benim seni anlamamamı da anlarsın her halde?

Kur bak empatiyi…

Kur Hacı Abi, kur da sana anlatayım; bu futbolun sizin yönettiğiniz gibi olmadığını, sizin oynattığınız gibi olmadığını, sizin yaşattıklarınız gibi olmadığını sana anlatayım.

Kur da; şu futboldan elinizi ayağınızı çekmeniz için bir çabalayalım.

İnan yoksa ne sen, ne de senin hesapta düşmanmış gibi gördüklerin bu işin içinden çıkamazsınız.

Siz futbolu değil, parayı yönetiyorsunuz.

Şu ara başımı yukarı kaldırdım da; o yüzden bunları yazıyorum.

Senin şükür duana karşılık ancak bunları yazabildim.

Avuçlarımın içi cennet vaat edilenlerin bedelini ödeyenlerin, canların toprakları olmasına rağmen…

Maç senin Hacı Abi…