“Zamanın bir adı da karanlıktır!

Her şey unutulur. Öyleyse zamanın en güçlü yanı karanlıktır!

Hafıza bir kötülük biçimi olabilir. Kimsenin kurtulamadığı geniş ve uzun kanatlı, kendisini hem inşa eden hem yakıp yıkan, etkisi ile baş etmenin mümkün olmadığı kocaman bir kötülük biçimi. Ama aynı hafıza, insan olmaktan gelen duygu dediğimiz şeyi oluşturan birbirine bağlı zincirler toplamıyla kesinlikle karakterin, vicdanın, sadık bir sevgiliyle bağlılığın da temeli olmalı. Acı çekme kapasitesinin derinliği ve şiddeti ile hafıza arasında bir bağ var öyleyse. Demek ki zaman hepten “karanlık” adını alamıyor. Ondan bir şeyler koparıp aydınlığa çıkarabilmek güç ama mümkün.”

***

Ahmet Güneştekin’in Hafıza Odası adlı sergisinin açılışı ile ilgili haberleri izledikçe İlhan Çomak’ın bu satırları düştü aklıma. Davetliler arasında olanlardan bazılarını gördük, duyduk. Olmayanları düşündüm ben daha çok. Yüzleşme dediğimiz kendi ölçütlerimizle mi yapılmalı? Yüzleşme kimi hedeflemeli, kimi içermeli, neye sebep olmalı… gibi sorular o günden beri yankılanıyor beynimde.

***

2011 yılı olmalı Anadolu Kültür Derneği; Hakikat, Adalet, Hafıza Çalışmaları Merkezi’nin davetiyle, biri İstanbul biri Mardin’de gerçekleşen iki farklı toplantıya katılmıştım. Geniş katılımlı bu buluşmalarda anıtlar, müzeler ve anma girişimleri ile ilgili dünya deneyimleri kapsamlı şekilde sunuluyordu. Tahmin edebileceğiniz sebeplerle bizim ülkemizde yaşanan büyük acılarla ilgili adalet ve yüzleşme mekânları, mekanizmaları üzerine çalışmalarla ilgileniyorum. Sivas Katliamı’nın ardındaki gerçek suçluların yakalanmasına ilişkin hiçbir adım atmayan, hafızayı bir kötülük biçimi olarak kurgulayan ve zamanın karanlık yüzünü giyinmiş olan devletin hafıza mekânında bizim katillerimizle kayıplarımızın isimleri yan yana kutsanır. Biz aileler bir adım atmayız oraya. Açtığımız mahkeme bir adım ilerlemez. Ama sorsanız orası bir “hafıza odası”dır. Bizlere dayatılan budur.

***
Bahsettiğim uluslararası buluşmada Faslı aktivist Fatna El Bouih tarafından sunulan kolonyal ve bağımsızlık sonrası rejim dönemlerinde bir işkence merkezi olan Derb Moulay Cherif’in müzeleştirilme süreci çok ilgimi çekmişti. Mağdurların bu kültür merkezine o binada yaşadıkları işkenceler nedeniyle gelemeyişlerini ve bunun samimi bir süreç yönetimi ile aşılmasını içeren bu sunum; en önce mağdurun duygusunu anlayarak ve İlhan Çomak’ın bahsettiği insan olmaktan gelen duyguyla birlikte bağ kurarak yönetilen zincirleme çözülme niteliğinde bir deneyimin çok etkileyici öyküsünü içeriyordu.

***

Bugün hâlâ hafızamda diri kalan o toplantının ev sahipliğini yapan Anadolu Kültür’ün kurucusu ve ülkemizin kültür hafızasının önemli koruyucularından, kültürel birikim ve vicdanı temsil eden toplumsal çalışmalarla iz bırakan Osman Kavala tam 4 yıldır tutuklu. Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş için AİHM’in uzun ve adil olmayan yargı sürecinin tamamen siyasi oluşu ve hukuksuzluğu irdeleyerek aldığı karar yetkililerce yok sayılıyor. Bu güncel haksızlık tablosunun elbette geçmişten gelen yüzleşilmemiş sayısız acıyla, unutma ve unutturma geleneğiyle yakın ilgisi var. İlhan Çomak adı Kavala ve Demirtaş gibi bilinmiyor, sesi yüksek çıkan bir mağdur değil İlhan Çomak ama öyküsü benzer, adalet için seslenişi çok uzun. 1994 yılından beri asılsız ve delilsiz bir dosyayla suçlanıyor. Karanlık yüreklerce önce işkenceyle sonra yargı süreci ihlalleriyle tutsak edilen bir can o. 21 yaşından beri 27 yıldır tutsak. Yıllar var AİHM kararının uygulanmasını bekliyor. 2007 yılında başlayan yeniden yargılanma süreci kararı o güne değin yaşanan yanlışlığın adeta itirafı niteliğinde. Güzelim bir ömrü hapishanede dokuyan bir şair o. Uluslararası PEN derneği onun masumluğunu duyuruyor. Gönül gözüyse her şeyin özeti sanki: “Kendimi iyiden, iyi bir insan olmaktan yana tarif etmeye çalışıyorum ben. İyi biri olmak; kendi dışındakilere kötülük yapmamak, başkalarının ne hissettiğini gerçekten önemsemek, söz ve davranışlarınla kimseyi kırmamak, yargılamaktansa önceliği karşıdakini anlamaya vermek, duygularında her zaman samimi olmak ile yalandan uzak duran bir dürüstlük gibi bir geniş zemini kapsıyor. Sevgiden ve insanları sevmekten geçiyor bu. Demek ki çocuklukta bana giydirilen ve bunca yıldır yaşamıma ışığını düşüren iyilik tohumu, hayattan ve insandan yana olma ihtiyacı, kişiliğimin odağında yer alan ve kendimi onunla tarif ettiğim bir diğer ilke olan sevgiyle el ele vererek beni yanlışlardan koruyor.”
İşkenceler görmüş; gençliğini, ömrünü dört duvar arasına kıstıranlardan bile nefret etmeyen “tertemiz zamanlardan kalma” bir yürek.

***

İzlemediğim bir sanat eserini yorumlayacak değilim. Sanat bir mesaj ile izleyicisine hitaben yapılıyorsa herkesin bir aldığı olacaktır şüphesiz. Yani hepimize söz düşer günün sonunda. Ben henüz görmediğim için o kısma ilişkin susacağım. Ancak bu eserle amaçlandığı söylenen farkındalığın eserin küratörlüğünü üstlenen “projecilerin” farkındalığını yakalayamamış olduğunu söyleyebilirim. Sanatçıya rağmen yapılmadığı aşikâr olan büyük açılışın tercihleri, jet sosyetenin yaldızlı paylaşımları, övgüleri, eleştirilere verilen cevapların kibri gördüğüm kadarıyla geçmişe saygı içermiyor. Bugün yaşananların geçmişten farklı olmadığını kimse anlamış gözükmüyor. Popülizm hafıza değildir. Yüzleşme ve hafıza birileri bir yerde bir müze, bir sergi açtı diye yüreklere yerleşmiyor, yaraları sarmıyor. Oysa bu çalışmalar -samimiyse- bir yerlerde birilerine merhem olmak, birilerinin de gözünü açmak içindir. O coğrafyanın gündelik yaşamının parçası haline gelen acıyı kazıdıkları hafızalarıyla oraya gelerek tepki gösteren gençleri eleştirenler kendi konforlarını bozan, keyiflerini kaçıran o gençleri bu eyleme iten gerçeği, onların algısını sorgulamıyor. “Sanat” diyorlar. Sanatçı bir “iz bırakmış” görünüyor. Bakalım o iz geleceğe kimin hafızasında hangi tatta kalacak?

***

Sur’un üzerinde yükselen Toledo’da Keçi burcunda acılar ve acılara aracılık edenler buluşmuş. Ertesi gün magazin programlarında kıyafetleriyle verdikleri kırmızı halı pozlarını, şenliğe duranları görünce Ahmet Güneştekin’in bir röportajda söyledikleriyle birleştirmeye çalıştım. Güneştekin, Kounellis’in ‘Şehrin hafızası bana yeterli gelir’ sözünden esinlenmiş. Şehrin hafızasının yerle bir edildiği, silindiği yerde hafızalarda kalacak bir etkinlik fikri böyle doğmuş olmalı. Daha da çarpıcı olsun diye Sur’u yerle bir eden mermi kovanlarında şerbet ikramı da unutulmaz bir buluş olmaz mıydı?

***

Ben diyorum ki İlhan Çomak’ın Karınca Yuvasını Dağıtmak adlı kitabını okuyun. Acılı, kara bir öyküden içinize nasıl bir aydınlık doğacak, onun yaşama sevinci kirlenmişlik duygunuzu nasıl temizleyecek, geleceğe ve hayata inancınızı tazeleyecek göreceksiniz. Önce kendinizle yüzleşeceksiniz. Yaşama dair onun umuduyla tazeleneceksiniz. Ben gözyaşlarımı tutamayarak okudum. Şiirlerinde, satırlarında hakikati buldum.

***

İlhan Çomak, Osman Kavala, Selahattin Demirtaş ve tüm adalet bekleyen haksız yere tutsak edilenler için hakikati hafızaya alarak peşinden gitmeliyiz. ‘Acı çekme kapasitenizin derinliği ve şiddeti ile hafıza arasında bir bağ kurmaya’ gönlünüz varsa İlhan Çomak’ın satırlarında zamanın aydınlığı için dolaşın. Güç ama -siz varsanız- mümkün!