Hafıza ve direniş: Boğaziçi


Oğuzcan Ünlü - (Boğaziçi Üniversitesi Öğrencisi)

Geçtiğimiz hafta bir gece yarısı AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Melih Bulu’yu üniversitemize kayyum rektör olarak atamasını takiben tüm bileşenleriyle birlikte Boğaziçi direnişe geçti.

Boğaziçi’nin bugün korumaya çalıştığı ve kendisiyle bütünleşen özgürlükçü, demokratik ve eleştirel akademik/kurumsal ilkeler tarihsel mücadele birikimine dayanmaktadır. Boğaziçi bu birikimi siyasi iktidarın müdahalesine karşı savunmaya çalışmaktadır.

MÜCADELE VE DAYANIŞMA BİRİKİMİ

1960’lı yılların sonunda o dönemki ismiyle Robert College, dönemin politik atmosferinin dışında kalmamış, gerçekleştirilen eylemler ve boykotlar kolejin 1971’de Boğaziçi Üniversitesi adını alarak bir kamu üniversitesi olarak kuruluşuna önayak olmuştur.

Boğaziçi’nin yanı başında bulunan ve İstanbul’un ilk gecekondu semtlerinden biri olan Rumelihisarüstü Mahallesi ve üniversite arasındaki yakın bağ 1970’lere dayanır. Mahalle halkı onlarca yıl önce kampüs içinde yapılan ve öğrenci kulüplerinin düzenlediği sanat faaliyetlerine katılırlar. Boğaziçi öğrencileri mahallede yaşayan çocuklara ücretsiz dersler verir. 1976 Van Depremi’nde Boğaziçi öğrencileri yine öğrenci kulüpleri aracılığıyla dayanışma kampanyaları örgütler.

Boğaziçi bugün kendisine elit diyenlere inat, yanı başındaki mahalleden Van’a uzanan bir dayanışma köprüsünü geçmişinde barındırmaktadır.

12 Eylül sonrası 1982’de kurum dışı ilk rektör atamasının gerçekleşmesi başka bir mücadeleye neden olur. 1980’lerde verilen mücadelenin 1992’de kazanımla sonuçlanması sonrası Boğaziçi Üstün Ergüder’i seçerek kendi rektörünü belirlemeye başlar. Boğaziçi sadece kendi kurumuna değil, diğer üniversitelere de seçim sisteminin getirilmesinin önünü açar.

Üniversitemiz 1990’larda ve 2000’lerde artan öğrenci sayısına bağlı olarak daha da zenginleşir. Öğrenciler hemen hemen her soruna kendi geliştirdikleri öz örgütlenme araçları ve öğrenci kulüpleri aracılığıyla dâhil olmaya çalışır.

2016’da gerçekleştirilen seçimlerde Gülay Barbarosoğlu yüzde 86 gibi rekor bir oy almasına rağmen Cumhurbaşkanı Erdoğan seçimlerde aday dahi olmayan Mehmed Özkan’ı rektör atadığında 1992’den beri süregelen demokratik sistem delinmiş olur. AKP’nin tüm ülkede kendini gösteren baskı rejiminden Boğaziçi’nin azade olmadığı görülür.

Özellikle 2016’dan sonra siyasi iktidar Boğaziçi’ni sık sık hedef göstererek kurumu yıpratmak ister. Öğrenci kulüplerinin etkinlikleri medyada hedef olur. 2018’de Afrin’e yönelik askeri operasyonları protesto eden öğrencilerin Erdoğan tarafından bizzat hedef gösterilmesiyle birlikte öğrencilere dönük büyük bir gözaltı dalgası başlatılır. Üniversite haftalarca polis tarafından abluka altında kalır.

BOĞAZİÇİ NEDEN HEDEFTE?

Boğaziçi’nde hâkim olan akademik anlayış aşağıdan yukarıya demokrasi kültürüne inanan, katılımcı ve çoğulcu yapısıyla kendini gösteren bir anlayıştır. Bu anlayışı en başta Boğaziçi öğrencileri diri tutar. Bundan dolayı, çeşitli öğrenci bileşenlerinin ve öğrenci kulüplerinin düzenlediği buluşmalar ve ‘forumlar’ okul tarihinde önemli bir yere sahiptir.

2011’de rektör Kadri Özçaldıran’ı Starbucks İşgali döneminde öğrencilerin düzenlediği foruma katılmaya zorlayan, 2014’te Soma’ya üniversiteden onlarca öğrenciyle gidilebilmesini sağlayan ve 2016’da Mehmed Özkan’a karşı yapılan eylemlerde kendini gösteren kitlesel öğrenci iradesi asla göz ardı edilmemelidir.

Boğaziçi’nin akademiyi özgünlüğün, yaratıcılığın ve eleştirel aklın korunduğu bir alan olarak görmesi, okul dışı kamusal alandan kopmadan farklılıklarla bir arada yaşayarak üniversite eğitimi sunabilmesi, kendi kurumunda dayanışma ağları yaratabilmesi ve üniversite işleyişine öğrenci katılımının yüksek olması Boğaziçi’ni iktidarlar için tehlikeli kılmaktadır.

BUGÜN NELER OLUYOR?

Boğaziçi’nin bugün Melih Bulu’nun atanmasına gösterdiği yaygın tepki okulun onlarca yıllık mücadele geçmişiyle ve liyakate verdiği önemle birlikte okunmalı. Bu geçmiş okulun tüm bileşenlerinin demokratik biçimde yan yana gelerek anti-demokratik uygulamalara karşı direnmesinin sürekliliğini oluşturmakta. Boğaziçi aslında hiç bilinmeyen bir şeyi yapmaya çalışmıyor. Türkiye’de çoktandır unutulmuş ancak her kurumun savunması gereken değerlere sahip çıkıyor.

Bugünkü eylemlilikler dar bir grup öğrencinin inisiyatifinde şekillenmiyor. Üniversite bileşenleri, belirledikleri farklı tarzlarla direnişin birer paydaşı oluyorlar. Bu ‘paydaşlık zemini’ dünyanın her yanında Boğaziçililerin yaptıkları eylemlerde de kendini gösteriyor. Bu kapsayıcı zeminin dışında yapılacak her türlü hamlenin/müdahalenin ise meşruiyet ve temsil sorunu yaşaması muhakkak.

Okulumuz öncelikle kendi dayandığı demokratik meşru zeminleri ve kanalları koruyarak kurum dışı direniş pratikleriyle dayanışma geleneğine sahiptir. Öğrenci kulüplerinin ve diğer öğrenci bileşenlerinin her türlü direniş mekanizmasına ‘amasız ve fakatsız’ eşit bir biçimde dâhil olduğu bir yöntem uzun erimli mücadelenin olmazsa olmazıdır. Bugün kayyum rektöre karşı demokratik üniversiteyi savunmak çin biraraya gelmiş olan öğrencilerin, kendi doğal zeminlerinde öğrenci-gençliğin durumunu tartışarak sorunları derinleştirmesi ve sürece yeni açılımlar sağlaması da olasıdır.

Eylemlerimiz bir haftada sona ermiş değil. Güney kampüste, eski adıyla ‘rektörlük’ yeni adıyla ‘kayyumluk’ binasının önünde nöbet çadırlarında öğrenciler olarak okulumuzu savunmaya devam ediyoruz. Kampüste hemen hemen her gün öğrenci etkinlikleri gerçekleşiyor. Öğretim üyeleri her gün sırtlarını kayyumluğa dönerek tepkilerini gösteriyor.

Yan yana geldiğimizde neler başarabildiğimizi bu ülkenin öğrenci hareketleri ve demokratik üniversite mücadelesi tarihinden hatırlıyoruz. İzmir'den Gaziantep'e, Eskişehir'den Artvin'e ülkenin dört bir yanında bu anti-demokratik dayatmalara ve kayyumlar silsilesine karşı giderek artan bir biçimde ses veren öğrenci arkadaşlarımızı da görüyor ve bir yerde elde edilecek zaferin, hepimizin kazanabileceğini gösterdiğini biliyoruz.

Arkadaş Zekai’nin işaret ettiği gibi, pencereyi açıyoruz.