Geçtiğimiz günlerin iki anlamlı etkinliğine katılma fırsatım oldu. Biri Ankara’da Çağdaş Sanatlar Merkezinde üç kata yayılarak sergilenen “12 Eylül Utanç Müzesi” sergisiydi. Diğeri de hazırlıkları epeydir süren “Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi İnsan Hakları Müzesi Olmalıdır” mitingiydi.

“Utanç Müzesi” sergisini “Ankara Devrimci 78’liler Federasyonu”, Diyarbakır 5 nolu cezaevinin insan hakları müzesi olması mitingini ise “78’liler Girişimi” ve Diyarbakır’da örgütlenen “78’liler Derneği” örgütlemiş ve düzenlemişti.

Ankara’daki utanç Müzesi sergisi aslında kalıcı bir mekân için tasarlanmış olsa da sürekli bir kalıcı yerlerinin olmaması nedeniyle şimdilik gezici sergi muhtevasında.

Türkiye, yaşanan acıların boyutunun ne denli acı ve ıstırap verici olursa olsun yaşanmışlıkların üzerinden bir kuşak geçmeden neredeyse belleklerden silinircesine unutulduğu, adeta hatırlanmamak derecesinde unutulduğu garip bir ülke.

Oysa müzeye ait sergiyi gezerken adeta bir belgesel kuşak şeridi gibi bütün o eza ve cefaların son otuz yıl içerisinde bu ülke halklarının başından geçtiğini görmek, izlemek mümkün. Zalim, gaddar yöneticilerin hukuk, yasa, insaniyet demeden / dinlemeden ezip geçtiğinin kimi kez bir ilmekte, kimi kez kurşunlarla delinmiş bir gömlekte, kanlı bir kazakta, kırık bir gözlük camı çerçevesinde, çamura bulanmış bir kalemde veya dönemi olduğu gibi olanca çıplaklığıyla yansıtan gazete kupürlerinde ve tabii ki fotoğraf karelerinde…

Sadece 12 Eylül 1980 darbesi ve akabindeki birkaç yılla sınırlamayıp bugünlere kadar akıp gelen zulümlerin insanın unutma “becerisine” karşı bir tokat gibi yüzüne çarpan hafıza müzesi belgeseli olmuş 12 Eylül Utanç Müzesi Sergisi. Eksikleri ve unutulanlar elbette var. Sergiyi gezerken beraber dolaştığım arkadaşlar zaman içinde bu müzenin kalıcı bir mekâna kavuşmasıyla büyüyeceğini ifade ettiler.

Diyarbakır Beş Nolu Cezaevi ise devletin darbecileri ve uygulayıcıları tarafından darbe öncesi hafızasının silinmesi ve sonrasında yeni bir hafıza oluşturulması üzerine kurgulanmış ölümler ve işkenceler tasarım mekânının yeni kurgusu için mağdurların hafıza oluşturma eylemliliği. “Yetmişsekizliler Gişimi” epey bir zamandır yaklaşık 1500 insanla birebir görüşerek yüzlerce kaset kaydı yapıp onbinlerce sayfaya dökülmüş kayıtlarla Diyarbakır Beş Nolu İşkencehanesinin bellek kaydını yeniden toplumla yüzleştirmeye çalışıyor. Çok anlamlı ve kıymetli bir çalışma.

O gün miting alanında konuşmaları dinlerken ve kitlenin öfkesini izlerken artık yaşları 50-60’lara dayanmış ve boyunlarında “görevli” kartıyla dolaşan Beş nolunun eski sakinlerinin gözlerini okumaya çalıştım. Vakur ve ne yaptıklarını bilen duruşları vardı. Yaşadıklarından dolayı kimseye kin ve öfke duymak gibi bir ruh hali içinde değillerdi. Ama yaşatılan onca zulmün, gelecek kuşaklara anlatılması için beş nolunun bir hafıza mekanı olarak müzeye dönüştürülmesi gibi insani bir talepleri vardı.

Doğrusu Mamak’tan Diyarbakır Beş Nolu’ya uzanan bir yol var. Ya da Diyarbakır Beş Nolu’dan Ankara Mamak’a! Bu yola döşenmiş taşlar sanıldığı gibi “taş” değil. İnsan bedeninin kırılan kemikleri, dökülen kanları ile yoğrulmuş bir şose. O yolda yürüyenlerin, yürümek isteyenlerin birbirlerine küsmeye, tavır almaya hakları yok, olmamalı. Çünkü acıya, zulme talana ve halkların inkârına tanıklık ediyorlar. Ankara’daki Utanç Müzesini tasarlayanlarla, Diyarbakır Beş Nolu’yu müze yapmaya çalışanlar 78 kuşağının yol arkadaşları…

Bu vesileyle 12 Eylül Utanç Müzesi kalıcı bir mekâna kavuşma mücadelesi verirken, Diyarbakır Beş Nolu’da İnsan Hakları Müzesi olsun diye direnirken bir kez daha topluma geçmişinizle yüzleşin diyor. Eğer toplum olarak bu yüzleşme ve hafıza kültürünü hayata katamazsak zalim muktedirlerden daha çok çekeceğimiz var…