Haftanın Öyküsü: Annen seni bu şiiri dinlerken doğurdu

Aysu Arslantürk

Pek güzel bir ekim akşamı, özlenen rüzgârlar evin içinde dolaşıyor. Karnımız tok, çaylar olmak üzere. Babaannen senin yükselen burcun hakkında tahminler yürütüyor, masaya yıldız haritalarını yaymış. Gök yarılsa, gök yarıldı bunun üzerimizdeki etkileri nedir diye bakacak. Deden haberlerin sesini yine çok açmış, amcanla bağıra çağıra yorumculuğa girişmişler. Yatırımcı ihtimalleri üzerine en çok hangi ülke yorum yapıyor? Bizimkiler ne demiş? Onlar ne diyor? Piyasa ne diyor? Aklıma kazınmış. Emeklilik yaşı 2044’te 65 olacak. Dayın ne yapmalı? Biz de halanla, çok iyi hatırlıyorum, yetişkinlerin ortalama uyku saatinin kaç olması gerektiğini konuşuyoruz. Ben altı saatten gayet memnunum fakat fareler üzerinde yeni bir rem uykusu deneyi yapılmış. Gözüm muhabbet kuşunun kafesine takılıyor, suyu azalmış. Onu doldurmak için kalkıyorum. O sırada annen içeriden geliyor.

“Evet, gidelim de doğurayım.”

Bir an, tahmin edersin, anlayamıyoruz. Sancıları başlamış. Salonda bir telaş, herkes birbirini sakinleştirmeye çalışıyor. Kadıncağızın etrafında dönüyoruz.

Çayın altı kapatıldı, balkon kapısı kapandı, kapı kilitlendi, doktor arandı, anneannenler arandı, bagajda yedek doğum çantamız var. Her şey hazır.

“Alper, kitabım?”

Annenin sevdiği yazarlar var oğlum, çeviriler, makaleler. Annenin vazgeçmeyen arkadaşları var, sürekli yazan çizen insanlar. Annenle bir araya gelip konuşmaya başladıklarında ağzın açık dinleyeceğin; bilgilerine, umutlarına bakıp, vazgeçmeyişlerine şaşırıp kalacağın insanlar… Fülsüahmere muhtaç şairler var, işsiz gazeteciler var, öğretmenler var aralarında dağ havası soluyanlar, bir bardak çaya özel ders verenler… Kendi deyimleriyle ‘dinozorlar konseyi’ var, annenleri yetiştiren profesörler, ömürleri çok olsun, varlıklarına yetişebil. Bir tane de şair var annenin pek bir düşkün olduğu, evde ekmek bitse onun dizelerinden alıntı yaptığı… Sen doğmadan tüm şiirlerini ezberlemeye çalıştığı...

Kitap evde, yatağın başucunda kalmış. Amcanı eve yollayıp biz hastaneye geçiyoruz. Doktor normal doğum kararını onaylıyor. Annen güçlü kadındır oğlum. Bir kere ayağını kırdı, eve geldim,

“Buzda düştüm ayak bileğimi kırdım” diyor.

Taksiye binip alçıya aldırıp gelmiş kendi kendine. Eczaneden ağrı kesicisini almış, evde kitap okuyor. Ender ağlar annen.
“Olur” der, “Bu da olur, geçer.”

Sekiz saat sancı çekti sen doğmadan. Hastane yatağında, mırıldanarak şiirleri okuyor. Sancılı. Sürekli gözlüğünü kaldırarak gözyaşlarını siliyor. Hemşire başında çoğu zaman. Doktor arada uğruyor, bekliyorlar. On altı kişi olduğumuzda karşıdaki simitçiye yolladım herkesi, yanında oturuyorum. Anneannen kaçıp kaçıp geliyor. Aklımda duyduğumuz doğum hikâyeleri, on sekiz saat sürenler, sezaryene dönenler, komplikasyonlar… Annen yine şiirleriyle. Sana gerçekleri öğretecek, bu şiirlerle anlayacaksın; aşkı, vatanı, sevdayı. Bileceksin geçmişini, vazgeçmeyeceksin, şekillendireceksin geleceğini gönlünden geldiğince. Annen ezberliyor, sana okuyacağı ninnileri. Yüreğim ağzımda, onu izliyorum. Bazen sakinleşiyor bazen canı çok yanıyor. Bekliyoruz.

Giyindim, doğuma gireceğim. Anneni götürüyorlar. Dudakları şişmiş ağlamaktan. Kitabı elime verip, şiiri gösteriyor.

“Bana oku.”

Doktor izin veriyor. Başlıyorum. Annene bakıyorum. Duruyorum.

“Durma.”

Tekrar başlıyorum. Ağlıyorum. Okuyamıyorum.

“Oku.”

Bayılacak gibi oluyorum. Aklıma annem babam geliyor, öğrenciliğim geliyor. Annenin yurdunun aşağısında beklerken kendimi görüyorum, ödevlerinin arasında bana yarım saat zaman ayırmış kıvırcık saçlı, gözlüklü, sıska kız. Ondan ‘annen’ diye bahsedeceğim, aklım almıyor. Doktor, “Eşini çıkarın” diyor. Hemşirelerden biri koluma giriyor, kapıya kadar hızlı hızlı yürüyoruz. Elimden kitabı alıyor, annenin yanına dönüyor. Geri dönüp bakıyorum. Kırklı yaşlarda, kısa boylu, tıknazca bir kadın. Annenin başında, şiiri devralmış. Çıkıyorum. Eldivenlerimi çıkaracağım. Senin sesin geliyor. Baba olduğum ilk an.


Buralar karışık oğlum. Ne olduğumuzu, nereye gittiğimizi bazen bilemiyorum. Annemler zamanında nasıldı? Senin zamanında nasıl olacak? Kestiremiyorum. Gün geçtikçe büyüyorsun, bugün ilk kez baba dedin. Ben de ilk kez sana iki satır not düşüyorum. Biz yine tartışırken, yine endişelenirken, yine çabalarken, dövünürken, meraklanırken; aydınlık dizelerle büyüyorsun. İlginç bir aleme doğuverdin oğlum, fokur fokur kaynayan mizacımız bu. Tez canlıyız, bazen karamsarız, ilginç kararlar alırız, bazen şaşar bazen şaşmaz bazen yılarız. Ancak böyle böyle, bazen bilmeden bile, birbirimizi besleriz. Bizim koşuşturmacalarımız arasında ilk andan kulağına değen sözlere tutun oğlum. Kararırsa hayallerin, öğrendikçe üzülürsen eğer, yüreğin daralırsa araştırdıkça, yaşadıkça, gördükçe… Bil. Bizim vazgeçmediğimizi. Miras dizelerin yetmediğinde; sofralarımıza gel, yemeklerimizden ye oğlum, benim kanunumu dinle, dedenin anlatacaklarına, dayının askerlik anılarına, teyzenin öğrencilerine, memleketin hiçbir uğultuda yitmeyen öykülerine kulak ver. Öğretmenlerini dinle oğlum, onlar öğretim günlerinin heyecanından uyuyamayan temiz yürekli insanlardır. Sokağı dinle, mahallende gez oğlum. Boğulur gibi olursan, ormanlara git, senden önceki adımların açtığı patikaları gör oğlum, memleketin kuşlarını hep duy. Yüreğin sıkışırsa tarlalara git oğlum, bahçelere dal. Tohumlarımız bize dört nesildir mirastır. Dalından kopar oğlum korkma. Yenisini ek ve kokla. İçine çek oğlum, hepimizin soluduğu bu mavi gök, ayak bastığımız her yer bizimdir, senindir, senden sonrakilerindir. Bil oğlum. Bil kulağına okunan tüm bu dizelerin aynı topraklarda yazıldığını. Sana baba nasihati; gör kokla tat oğlum korkma dokun, sana ait olanlar, bizden sana helaldir. Annenin sana öğrettikleri mirasındır. Bil, beslen, öğren, öncekilerden daha kuvvetli daha kudretli daha özgür yaz oğlum.