Haftanın Öyküsü: Aşkı kaybettim, hükümsüzdür

Gülşah Elikbank

Yine geç kalacağım, koşmalıyım. Bu şehirde ben ve benim gibiler hep koşmalı. Metro çıkışında merdivenlerde sağ yanda giden, sanki Kordon’da yürüyüş yapar gibi rahat adamlardan olamadım hiçbir zaman. Ben hep sol yandan yürüyenlerden, merdivenleri bile ikişer ikişer çıkanlardan oldum. Vardığım yerler olmak istediğim yerler de değildi üstelik ama ne fark eder? Hayat akıyor ve biz ona yetişmek için çabalamalıyız. Ayşegül neden beni Burgazada’ya davet etti, pek anlamadım. Bu hatunun peşinden de üç aydır koşuyorum artık yorulmuştum ki beni adaya çağırdı. Boş vakitlerimde fotoğraf çekerim, bugünlük o işe ara verdim. Ayşegül çektiğim tüm fotoğraflardan daha gerçek biri aslında.

Biraz entel dantel bir tip olduğu için tutturdu birlikte Sait Faik Abasıyanık Müzesi’ne gidelim, diye. O kırmızı kalın çerçeveli gözlükleri ile olduğundan daha zeki değil daha seksi gözüküyor halbuki. Neyse hatunu etkilemek için dün geceden beri Google amca ile akraba oldum. Biri sorsa bütün Sait Faik öykülerine aşinayım. Ettiği lakırdılardan pek hoşlanmadım lakin Ayşegül’ün kulağına fısıldayacak birkaç afili cümle bulmadım da değil. Gün batımını bir meyhanede yaparsak, sabahı birlikte karşılayacağımız garanti. İyi ki şu Kurban Bayramı tatili geldi de gezebiliyoruz. Memlekete, annemlere işler çok yoğun, İstanbul’da kalmam gerek dedim, akraba kısmının elinin tersini görerek boşa geçirecek vaktim yok benim. Akraba değil akbaba hepsi. Üstelik şu ne zaman evleneceksin, sorusundan da gına geldi. Bu devirde hangi aklı başında insan evlenir ki?

Tabii Ayşegül gibi orta yaş bir hatuna bu düşüncemden bahsedecek değilim. Hele onun gibi çocuk yapmak için beden saati geriye doğru akmaya başlayan bir kadınla asla konuşulacak konulardan değil bu. En azından ilk gece bu konulara girip tadımızı kaçırmayayım. Hatta yolda birkaç velet görürsem başlarını falan okşayıp baba olmaya ne kadar da uygun olduğumu ama beni baba olmaya ikna edecek doğru kadını henüz bulamadığıma dair sağlam bir imaj yaratayım. Gece işler daha tıkırında gider belki.

İşte Ayşegül göründü, Ada vapurunun önünde, pembe fötr şapkası ve giydiği belden oturtmalı beyaz elbisesiyle vapurda bile evlenme teklifi almaya hazır. Şiirleri geceye saklamalı, romantizme erken başlamak hiç işime gelmez, kırk derece sıcakta el ele gezmeye hiç niyetim yok. Ama bunu belli etmemeli. Önceki nişanlıma altının alerji yaptığını söylemem çok işe yaramıştı mesela. Nişan yüzüğünü takma zahmetine hiç girmemiştim. Evlenmek için nişanlandığım sanılmasın, maksat kızın gönlü olsun, arkadaşlarına ona aldığım üç taş pırlanta ile hava atsın. Yalnız o yüzüğü geri isteyince kafama atmasa iyiydi, taşının biri kaldırıma çarpıp sektiği için tamirine çok para gitti.

Ayşegül’ün beni bu kadar uğraştırmayacağını umuyorum. Ne de olsa şehirli kız… Şehirli kızlar, güçlü kadın rollerine öyle kaptırır ki kendini, onun için parmağınızı bile kıpırdatmanız gerekmez. Damatlığı bile kendileri size alıp hediye edebilir, evi tek başlarına dayayıp döşeyebilirler. Sonra da kadınlığımı unuttum senin yüzünden, diye yakınırlar. Arkadaş ben mi dedim sana, evin erkeği gibi her işi hallet, diye. Biz erkekler konfora çabuk alışırız, salarız kendimizi çayırdaki koyunlar gibi. Sonra ara ki bulasın, başka bir hatunun koynundan toplarsın adamı.

Ayşegül, canının bir parçası gibi göğsüne bastırdığı kitaplara bakılırsa, pek böyle biri değil. Fakat aşka inanan bir kadını kandırmaktan daha kolay bir şey yoktur, bunu yazmıyor o okuduğu kitaplar. Söylediğiniz her cümleyi doğru kabul eden birini üç hamlelik doğru kelime ile kendinize inandırabilirsiniz. Kitapları tek eline toplayıp diğeriyle bana içtenlikle el sallıyor. Nasıl da ona kapılacağımdan emin gülümsüyor. Kızım, ben çok gördüm senin gibisini, diye iç çekiyorum. Ateşli bir gecenin kokusunu duyumsuyorum, iyice keyifleniyorum.

Birden Ayşegül’ün yanına inceden uzun bir oğlan yanaşıyor, boştaki elini tutuyor. “Demek Ayşegül’ün bahsettiği harika fotoğraflar çeken Ahmet sizsiniz. Biz de düşündük ki, Sait Faik Müzesinde yapacağımız nişanın fotoğraflarını siz çekin. Ne kadar naziksiniz.” Dünyanın en kibar sesiyle iki ay önce Ayşegül ile başka bir müzede nasıl karşılaşıp aniden aşık olduklarını anlatıyor bana. Sahiden aşkla, tutkuyla anlatıyor üstelik. Bir erkeğin aşık olması, ne tuhaf. En son lisede hissettiğim o duyguyu hatırlayınca içim acıyor. Güzel duyguydu lan. Esaslıydı. Sabun köpüğü gibi yüzümü yalayıp geçen gecelik hazlara benzemiyordu. Nerede ulan o eski aşklar?

“Gidelim abi, müzelerde mi bulunuyor bu aşk, sen bir anlatsana bu işi en başından?” diye soruyorum ada vapuruna atlarken. Dalgalar yüzüme annemin kokusunu getiriyor sanki, bayram gelmiş sahiden, anlıyorum.