Bir ıslak, kan kokusu. Ruhi etrafını yokladı, bir suyun içinde çırçıplak. Etrafında bir çeper, yumrukladı bir iki. Sıçtığımın batağı, bu ne böyle leş gibi, yapış yapış. Ulan nereye düştük!

Haftanın Öyküsü: Dölüt

DENİZ TARSUS*

Uzakta kara bulutlar top topken bir olup birleşmiş, karası daha bir kara, hiddeti daha bir dişli. Cevval, geniş omuzlu beygirler gibi yürüsün rüzgar. Toprak gübre yesin. Ruhi ıssız yol kenarındaki benzin istasyonunda Bolu Dağı’nın ötesine yağan yağmurun esintisinde dedesinin ölü gövdesini düşündü. Benzin istasyonunun yanındaki derme çatma sidik kokulu tuvalette yüzünü yıkadı. Yorgunluk nasıl fena, derisini büzüp içini akıtsın. Uyku canına okurken içini okşuyordu, gıdık gıdık. Gözleri kan çanağı, sonra yanakları sarkık. Kaşları kirpiklerine değsin.

Tuvaletten çıkarken bacak arasını yalayan köpeğe gözü ilişti. Mayışmış şerefsiz, yavaş yavaş temizliyordu tüyünü, kürkünü. Adı kesin Arap’tır bu itin. Kara isen başka isime hakkın yok oğlu yok. İstasyonun elemanı arabanın camlarını silerken cam cazırdadı tiz. Çocuğun gövdesi ufak, kolları çırpı. Buraya yakın neresi var, nerede yaşıyorsun çocuk. Kim işe soktu seni bu boklu istasyonda, baban mı, amcan mı. Cebindeki bozukluklardan verdi. “Adın neydi?” Çocuk şaşırdı, dirildi göğsü. “Ahmet, abi.” “Sağ ol Ahmet.” Çocuk utangaç gülümsedi. En son kim teşekkür etmiştir Ahmet’e? Arabanın deposunu sıkıca kapatıp kilitledi Ruhi. Köpek heyheylendi, ayaklandı aniden. Çok uzaktan vınlayan gök gürültüsüne havkırdı. Ruhi’nin canı çıktı, çocuk adamın irkildiğini görünce bağırdı, “Lan Arap! Yeter be!” Ahmet bağırınca kuyruk sallayıp geri yerine yattı.

Ruhi arabanın çukur koltuğuna yerleşirken çocuğa selam verip çalıştırdı arabayı. Burnunu yalayan keskin benzin kokusuyla biraz ayıldı. Yola çıkardı arabanın başını, sonra götünü. Motor elverdiğince gaza bastı. Bir an önce memlekete varmak, Neşet dedesini defnetmek ve İstanbul’a evine dönmek istiyordu. Bolu yolu büyüdüğü topraklardan çok daha yeşildi. Gözü acıyor, adeta beynine batıyordu. Isırgan otu gibi dalansın dursun. Kaşıdıkça daha çok canı acıdı. İçim uyuyor namussuzum. Dedemin ölüsü nasıldır, on sene oldu görmeyeli. Neşet dedesinin yüzünü aklına getirmeye çalıştı sonra. Kim bilir ne kadar yaşlanmıştır o kadar zamanda. Bozkırdaki mezarlığa gömülecek, o da toprağın kumaşına iplik olacak. Hey gidi Neşet dedem hey. Babam ne haldedir, üzülsün, ağlasın, çok ağlasın. Öyle yumuşacık adamdan babam gibi herif nasıl çıktı, hiç. Ağzında tükürük birikti, midesi bulandı.

Kısa sürede hava iyiden iyiye karardı, arabanın tunuk farlarını yaktı. Uykusuzluk ateşini çıkardı biraz sonra, karnından boynuna bir sıcak yükseldi. Camı açtı. Uzaktaki yağmurun serinliği vurdu. Ot kokusuna bulandı. İnsan olmak ne zor arkadaş, bi ton dert, biraz basit olaydık, biraz huzur bulurduk ya. İnsanların hepsi ayrı garip. Birini anlasan diğeri değişik anasını satayım. Biraz huzur bulmak için şu istasyondaki köpek gibi mi olmak lazım, ah aptal salak olsam da, dünya zerre umrumda olmasa. Ulan köpekler, hayat size güzel. Uykusu kaçtı, biraz sakinledi bedeni, ateşi iner gibi oldu. Ancak biraz sonra başka bir koku bulandı burnuna, ama öyle fena bir koku, içini yaktı, midesini kavurdu. Hemen ardından uzakta havada dönenip duran bir karaltı gördü, emin olamadı, korkup gözlerini ovuşturdu, tekrar baktı. Açılıp genişleyip sonra tekrar daralan bir karanlık havada, nasıl tüyleri kabardı bedeninde. Peşinden cama takır tukur sinekler vurdu art arda. Art arda. Aralıksız. Ancak bu öyle bir büyük sinek kümesiydi ki, arabanın camına yapıştıkça önünü örtüyor, kapkara bir perdeye dönüşüyordu. Silecekleri çalıştırana kadar arabanın içine doluştu leş oğlu leşler. Camları kapattı. Gazı kesti, yavaşladı. Kalbi parmaklarında, boynunda, ayaklarında atsın güm güm. Bu hal hal değil. Gece gece. Nereden geldi bunca sinek, neden bu ıssız yolun içine hem de. Önünü zor gördüğünden direksiyona eğildi. Sağ tarafında kalan uçuruma baktı. Sinek kümesi aşağıdan geliyordu. Arabayı durdurdu. Arka koltuktaki hırkayı alıp kafasına sardı. Bagajda duran el fenerini sımsıkı tuttu. Sineklerin içinde kayboldu Ruhi.

Aşağı inen patikada toprağı kayayı ayağıyla yoklaya yoklaya temkinli yürüdü. Şimşek çaktı sonra. Ortalık öyle fena aydınlandı. Araziyi gördüğün kadar aklında tut oğlum Ruhi, aman diyeyim. Sakat burası, ıssız, düşer kalırsın alimallah. Gece gece iş çıkarma. Sinekler git gide yoğunlaştı. Ruhi feneri çevirdiği gibi gök öyle fena gürledi, öyle fena inledi, aynı anda kana bulanmış bir at kafasıyla burun buruna geldi. Atın gözüne vuran fener ışıl ışıl. Kendini geri atıp çığlığı bastı. Hırkadan nasıl sıvıştıysa ağzına sinekler doluştu, tıksırsa da yuttu hepsini. Hiç beklemedi hava, şimşeği tekrar vurdu flaş gibi gözüne gözüne. Aydınlattığı gibi sineklerin arasında kabaran hayvanların parçalanmış bedenlerini tek tek seçti. Kamyonet öyle fena devrilmişti ki, kasasında taşıdığı hayvanların hepsi başka bir yana savrulmuştu. Kayalıklara çarpınca birinin kaburgası etin içinde duramamış, dışa fışkırmış, diğerinin bacağı kopmuş, birinin gövdesi yarılmış, bağırsağı çıkmıştı. Ruhi korkudan tir tir titresin, ağzında döndü durdu laflar. Eyvah eyvah, mundar o kadar hayvan, yazık vallaha, canı çıkmış, suyu çıkmış. Kamyonetin içindeki adamı görünce feneri ondan tarafa tuttu. Adamın boynu yana düşmüş, sırtı dönük. Şimşeğin artığı gök gürültüsü patlayınca Ruhi bir titreyiş titredi, elindeki feneri düşürdü. Midesi kurtlandı, bir öğürme geldi dipten. Sarstı içini, hırkanın düğümünden, ağzından bürtledi gitti sular. Gömleğini hepten kusmuğa buladı. Boğulacak gibi olunca feneri yerden kaptığı gibi indiği yoldan dosdoğru yukarı tırmandı. Arabaya kendini zor attı, hırkayı çıkarıp ağzında biriken bulamaçı tükürdü. Anahtarı çevirip gaza bastı.

Ölüm görmek Ruhi’ye can katmıştı. Eli ayağı titresin zangır zangır. Biraz daha yol gidip sinek kümesinden sıvışınca ilk işi camları açmak oldu. Rüzgar burada git gide kuvvetleniyor, şimşekler adamakıllı göğü aydınlatıyor, gürültüsü kulağı titretiyordu. İçi ferahladı rüzgarla. Polisi aramalı mı, bir yer bulsak, telefon bulsak, polisi arasak. Yok. Cenazeye geç kalırım. Ölüler zaten ölmüş. Beklesinler. Elbet bulunacaklar. Biraz sonra sakinleşti. Daha çok yolu vardı, yarılamamıştı bile. Asfaltı, şeritleri düşününce içine yine bir bıkkınlık çöktü. Yıllar sonra evine dönecek, arada bir telefonda konuştuğu anasına sarılacak, tiksinerek babasının elini öpecek ve adetten dedesinin karnına konan bıçağın sivri ucuna bakıp atın kana bulanmış kafasını düşünecekti.

Yağmurun içine daldı sonra. Ruhi camı kapattı. Sinek ölüleri aktı gitti suyla. Küçüklüğü aklına üşüştü. Ruhi’nin şerit çizgisine dalan gözleri kapandı sonra. Geri açıldı, tekrar kapandı. Uykuya dayanamadı. Teslim olduğu gibi rüyanın içine doğdu. Bir ıslak, kan kokulu dünya. Nefes almaya gerek yok çocuk. Dönen dur. Bak nefes akıyor içte, dışta kan gibi. İnsan olmak hüzün getirir. Hüzünden yorulunca huzur. Huzur için insan olmaktan vazgeçmek gerekmez mi, öyle. Huzur sade olmak demek değil mi, öyle. Bir garip, uykudan mı geliyor bu hüzün, belki. Ruhi kendine baktı gözleri yettiğince. Parmakları birleşip sertleşti, toynağa evrildi. Sonra gövdesi şişip kabardı. Burnunda birleşti gözleri. İnsan burnundan kopup çıktı, uzadı, bir başka yaratığın gövdesi. Bacakları inceldi, ayakları küçüldü, kaskatı. Güçlü. Neyin içindeyim ben? Dönüştükçe içindeki hüzün, insana duyduğu sinir, sonra yorgunluk belirsizleşti, yerini boş bir beyazlık aldı. Asla kararamayacak bir beyaz belki. Biraz sonra içinde yüzdüğü su uzaktaki delikten akmaya başladı. İçinde bulunduğu çeper büzülüp küçülüp onu uzaktaki boşluğa itmeye kalkıştı. Etrafını saran kanlı çeper iyice sıkışıp onu hepten ittiğinde kafası bir oyuğun içine sıkıştı. Güç bela delikten kafasını çıkardığında çimen kokusuna bulandı. Bir atın kasıklarını kokladı. Ata dönüştükçe insanlığından oldu. Unutma Ruhi, yok, senin adın Ruhi, huzura ererken ismini geride bırakma. Peki sade ruh olmam için, ölümden korkumu silkip atmak için, babama olan nefretimi arkamda bırakmak için hayvan olup ensemin kalınlaşması mı gerekli? Bu daha mı güzel, çimen kokusu. İçimde bir özgürlük, ıslak kuyruğumda bir garip esinti. Burnumdan çıkan sert nefesin buharı. Peki. Kabul. Öyle olsun.

Ruhi o gece bir atın bacak arasına doğruldu. Ruhi ruhilikten çıkıp bir hayvanın saf iliğine bulandı.

*2016 yılı Orhan Kemal Öykü Ödülü sahibi.
Görsel: Şerif Karasu