Bir gün bir dostla Ankara’da bu valizi yoksul bir gecekondu mahallesine doğru sürüyüp yürüdüm. Eve varınca valizin altının, yere bakan yüzünün tamamen kesilip koptuğunu görmek, bizim göremediğimiz aşağılarda durmadan bir şeylerin, birilerinin kesip koptuğunu öğretecekti bana

Haftanın Öyküsü: İçimizi toplayan

Şeref Bilsel

Fakülteye kayıt için bu Anadolu şehrine ilk gittiğimde valizimde 20- 25 kitap ve bu kitaplardan geriye kalan dar alana sığdırılmış birkaç parça elbise vardı. Şehre vardım. Daha sonraki zamanlarda aylarca kalacağım bir otele yerleştim. Perdeleri açtım. Sokağı tanımıyordum. Sokağa çıktım. Otele dışarıdan baktım. Beni, vardığım bu şehre bağlayan tek şeyin otele bıraktığım valiz olduğu duygusu, yağmurla açan bir sözcük gibi kıpırdadı içimde. Burada kalıp kalamayacağıma, otelden uzak bir yerde karar vermeliydim. Biri yer üstünde (Bacanaklar) diğeri yerin altına konuşlanmış (Mahzen) iki mekânın arasında dönüp durdum. ‘Diğeri’ne, belki hüzne yakın oturduğu için, karar verdim. Geriye baktım. Unutmak istediğim şeyler vardı. İleriye bakmak istedim; hiçbir şey görünmüyordu. Böyle durumlarda 17 yaşında keşfettiğim ellerime bakmakta karar kıldım. Daha sonraki yıllarda bu şehirde alacağım derin yaraları sadakatle saklayacak ellerimdi bunlar. Beni şehri bana komşu kılan hiçbir şey yoktu baktığım uçsuz bucaksız tenhalıkta. Bir tek nesne, bana kısa bir uzaklıkta, bir otel odasının duvarına yaslanmış, duruyordu. Ben onu düşüncemde hareket ettiriyor; o bana içinde tuttuğu kitapların başlıklarından yol levhaları gönderiyordu: Özgürlükten Kaçış, Aylaklığa Övgü, Karac’oğlan, Türkiye Kadar Bir Çiçek, Mitoloji Sözlüğü, Yabancı ve Duıno Ağıtları’ndan valize dökülmüş olduğu sonradan anlaşılacak birkaç dize:

“Kim bizleri böylesine ters çevirmiş/ her ne yapsak yola çıkan/ birini andırıyoruz? O nasıl/ son tepeden bir daha görünce koyağını,/ döner, duraklar, ve oyalanırsa/ öyle yaşıyoruz biz de, vedalaşıyoruz hep.”

Valizim ağır oldu benim. İçimde ve dışımda öyle oldu. İçinde yol türküsü, kırık hava eksik olmadı. Bir gün bir dostla Ankara’da bu valizi yoksul bir gecekondu mahallesine doğru sürüyüp yürüdüm. Eve varınca valizin altının, yere bakan yüzünün tamamen kesilip koptuğunu görmek, bizim göremediğimiz aşağılarda durmadan bir şeylerin, birilerinin kesip koptuğunu öğretecekti bana.

Mahzen’den çıkarken bu şehirde kalmamaya çoktan karar vermiştim. Otele vardım; valizi açtım; kitapları duvara, üst üste sıraladım. Ertesi gün bana kayıt için verilen harç parasının tamamına yakınıyla “Clover 950 F” marka bir daktilo satın aldım.

Dönerken, yüküm yetmiyormuş gibi, kitapların yamacına bunu da sıkıştırdım. Daha sonra bu daktiloyla binlerce sayfa yazı yazacaktım. Ben, bu satırları yazarken dünyadaki son daktilo fabrikasının kapanmış olduğunu, o vakitler nereden bilecektim.

Sonra, kayıtların son günü tekrar bu şehre vardım. Bu sefer hazırlıklıydım; yanımda aynı valiz ve fakat içinde ne kitap ne de daktilo vardı. Aynı gün, fakülteye kaydımı yaptırtıp geri döndüm. ‘Dondurmak’ sözcüğüyle ilk kez bu kadar yakından karşılaşmış oldum. Nerede olursam olayım hızlıca hazırlanan, benden önce odadan çıkmaya meyyal bir valiz en yakınımda durdu. Bazen beni, keskin sözcüklerin canıma değdiği gece yarılarında bir anne şefkatiyle durdurduğu da oldu. Valizlerin de bize bir bakışı vardır, öğrendim; bizi kollayışı, koklayışı… ‘git’ dediği kadar ‘gitme kal’ deyişi vardır. Valizlerin hiç durmadığını, biz dursak da hareket ettiklerini; içlerinde sakladıklarıyla, çıkmak istedikleri yolla ve kendilerine dokunanlara ayrı ayrı diller kurduğunu zamanla öğrenecektim. Öğrendim biraz. Valizler bir ölçüde içimizi toplayan, bizi yola vuracak, yolda bırakmayacak içli kumanyayı taşıyacak gizli bir örgütlenişe de ev sahipliği yapmaktadır. Bu gizli örgütlenişin içinde valizlerle doğrudan ilişkisi olan bizlerin, içimizin önsözü vardır. İnsanı harekete geçiren pek çok fiilin yola çıkışını diyalektik bir hat üzerinde açıklayan sözcükler vardır: “Ayrılıyoruz, yoldayız, vardık” Dünyaya bir gurbetçi olarak fırlatılmış insanı, bir fotoğrafçı gözüyle kayıt eden üç sözcük değil mi: “ayrılıyoruz, yoldayız, vardık.”

Ankara’dan Kütahya’ya giderken valizimi otobüse yerleştirip bana ayrılan koltuğa oturdum. Yalnızım. İçimden bir ses: ‘Hep öyle olmadı mı?" dedi. Oturduğum koltuğun bulunduğu otobüsle valizimi yerleştirdiğim otobüsün aynı olmadığını Kütahya’ya varınca anlayacaktım. İçinizle dışınızın bir birine fark ettirmeden yan yana yol aldığı bir serüvene çıkarsınız böylece. Aynı şirketin yan yana duran otobüslerden birine oturmuş, diğerine valizimi yerleştirmiş oldum.

1987’de, Kızıltepe/Şenyurt’ta öğrenciyim. Tatil dönüşü. Mardin’den Diyarbakır’a geçtik. Diyarbakır’dan Trabzon’a, oradan Rize’ye gideceğiz. Satın aldığımız biletler başkalarına da satılmış. Bir valiz üzerinde saatlerce yolculuk yaptım. Rize’den dönmek değil de Rize’ye gitmek hep sıkıntılı oldu. En son oğullarla gidişimizde Rize’ye vardığımızda çocuklar için hazırladığımız valizlerin yanımızda olmadığını fark ettik. Tatilimizin ilk on beş gününde değil, son beş gününde bu valizler bize kargoyla gönderildi.

2014’ün Nisan ayında İzmir’deyim. Geceyarısına doğru bir taksiyi çevirip valizimi arka koltuğa koyup ön tarafa biniyorum. Gideceğim yere varınca, arka koltuğa hiçbir şey koymamış ferahlığıyla inip yürüyorum. Saatler sonra aklıma geliyor, benden sökülenin bir ucunun içimde asılı durduğu. Bakabileceğim her yere bakıyorum; şoförler odası da dahil arayıp soruyorum. Çıt yok! İçinde ne mi vardı? Birkaç yakına götürülen küçük hediyeler, nisan ayında piyasaya çıkmış birkaç dergi ve bolca unutuş… Kaybedilen her valizle birlikte insan bir ölçüde yükünü indiriyor boşluğa, dünyaya yeni çıkmış gibi yürüyüp gidiyor hürriyet kokan sözcüklerin arasından.

Bize zamanla gönderilen, bizim unuttuğumuz, valizler oldu. Bizde kalanlar olmadı. Bir yerden ayrılırken, bir yeri terk ederken yanınızda ilk bulundurmanız gereken valizi unutuyorsanız, unutmuş olmanızın altında bir an önce ‘bulunduğumuz yerden kurtulma’ duygusu yatar. İnsan uzun zaman bulunduğu yerden niye kaçar gibi gitmek ister? Ve bu gidiş; yamacımızda bulunan, bize kol kanat germiş, bir biçimde içimizi taşıyan, dar alanda sözlü tarihimizi de temsil eden bir valizi önemli kılar. Güneşte çok kaldığı için midir bilinmez; bu valiz şişer zamanla, memleketin yorulması, tekrara düşmesi, tıkanması gibi, Türkiye içinde dolaşıp duranların ve durmadan ajanslara kulak kabartanların valizlerinin içi Kürt isyanlarıyla, dışı irtica tehditleriyle kabarmış gibi şişer.

Valiz, yolda olanı değil sadece; yolda olanı uğurlayanları da temsil eden ama yalnızca yolda olan tarafından okunan, durmadan yola bakan bir sarışın sözlük…