Tezgahta çalışıyorum, kapıda bir karartı belirdi. Kafamı kaldırıp baktım, Cavit. Kapıdaki Cavit, Cavit ama; ispata delilimiz yok.

Haftanın Öyküsü: İftiralara layık olmaya çalışıyorum

> CAN BİNALİ AYDIN canbinaliay@gmail.com

Efraim Abi ellerini birbirine vura vura eyvahlarla girdi atölyeye, ‘’Cavit’in köpeği zehirlemişler! Köpekten önce ölür çocuk, koş Ramazan koş!’’

Koştuk gittik, yetişemedik. Bir kova yoğurt yedirmiş hayvana. Hayvanın dil dışarda, kendinden geçmiş, veresiye nefes alıp veriyor. Gırtlağına kadar sokmuş elini hayvanın, yoğurt midesine ulaşsın diye. Otoparkın uzatma hortumuyla yarım saat yıkamış, yok tabi. Hayvan canından uzaklaşmış. Kafasını almış bacaklarının arasına; çenesini, boynunu elleriyle seve seve taramış hayvanı. Kurt değil, Kangal değil, pamuk gibi hayvandı. Kimsenin de canına değmemiştir daha.

Parka vardığımızda çoluk çocuk hep toplanmış, donmuş kalmış çocuklar.

El kadar bebeler, üzülmüş, etkilenmişler tabii. ‘’Nerede oğlum Ramazan abiniz?’’ diye bağırdım...

Naim seslendi, en ufakları, cin gibi oğlan; ‘’Dere yoluna indiler Ramazan Abi.’’

köpeği kucağına almış başlamış koşmaya.Yol yürüme yirmi dakika, kucağında koca hayvan, nasıl gider bu çocuk? Dere boyu yürüdük yok, yok!

Oradan bastık gittik DSİ’nin Emirgan’daki su deposuna.

Canı sıkkınsa deponun tepesine çıkar, orada öyle saatlerce otururdu. Bizden kimse de çıkamıyor, dimdik merdiven. Yalvar yakar bekle ki insin. Bir de; beş değil, on değil en az elli basamak.

Baktık çocuk orada, oh çektik rahatladık. Çocuğu bulduk bulmasına da, köpek yok. Sağı solu didik didik aradık, kolaçan ettik yok! Ne yaptı bu deli oğlan köpeği?

Bir saat yalvardık; inmiyor oğlan! Halim Abi var, berber Halim. Sinirlendi bağırdı;
‘’Tutup kulağından indireceğim pezevengi!’’ başladı tırmanmaya.

On, on beş, yirmi derken derken Halim Abi’nin düştü mü tansiyon, kollar zangır zangır titriyor.

Yüz on kilo adam, kedi değil ki ensesinden alıp indiresin. İtfaiye çağırsan gelene kadar Halim abi bizlere ömür! İnsanın en büyük ilhamı canıymış ya meğer;

sen kafanı sok demir basamakların arasına, enseni de demire yasla; kollarını da koltukaltlarına kadar yan demirlere geçir, T gibi kaldı adam askıda.

Nerede gördü, kim öğretti akıl sır ermez. Üzerinde beyaz iş önlüğü, ensesinde mavi ter havlusu;

Halim Abi orada, ipte mandal gibi öylece duruyor. Kafası demirden kurtulunca boynu sallabaş kuşlar gibi bir sağa, bir sola düşüyor, bir yandan da olanca gücüyle Cavit’e sesleniyor; ‘’Oğlum Cavit; senin kinin kuş kinidir, hafiftir.

Ne işin damda tepede. Aslan oğlum benim, in benim aslan oğlum.’’

Cavit, Halim Abi’yi öyle görünce inmeye ikna oldu olmasına da, Halim Abi fena olduğundan bu sefer ikisi de mahsur kaldı yukarda.

Halim abi biraz dinlendi, toparladı da indiler, biz de rahat bir nefes aldık.

Arkadaş çocuk iyi de, normal değil, mahallece elinde kaldık.

Üzülünce su deposuna, kızınca viyadüğe çıkıyor.

Bir keresinde yine top çalmışlar Bakkal Musa’dan. Top dediğinde üç paralık plastik, yumurta top. Adam topa değil de fileye öfkeleniyor. Filenin ağzını açıp almak zor olduğu için, fileyi altan kesip araklıyorlar topu. Kesik yerde top durmadığından mecbur, yırtığı nakışlayıp dikiyor adam.

Sonra da Süleyman’a dert yanıyor:

‘’Saime’den iyi dikiş atar oldum Süleyman! Bu da can da, desinler bu da insan.’’

Cavit o gün aşırı meybuzdan dışarı çıkamadığından, ihaleyi de bir güzel üstlenmiş oluyor.

Sokağa inince bebeler başlıyor: ‘’ Musa Amca azına sıççak olum! Top çalmışsın ya fileden.’’

Bir değil iki değil, tüm mahalle alaya alınca bizimki dayanamayıp başlıyor koşmaya. Haber gelince mahalle esnafı atladık Tüpçü İsmet’in sarı triportöre; önde üç, kasada dört kişi seyyar halk pazarı gibi Nurtepe Viyadüğü’ne gidiyoruz. Elimizle koymuş gibi bulduk çocuğu. Pek kolay ağlamaz ya, hüngür hüngür ağlıyor; boğulacak çocuk! İki tane patlatmak vardı aklımda ya, ağlarken görünce elim ayağım çözüldü, dayanamadım.

Bağırdım, seslendim: ‘’Cavit ne yapıyorsun oğlum orada?’’

‘’İftiralara layık olmaya çalışıyorum Ramazan Abi!’’

‘’Oğlum topu Sarı çalmış! Okulun bahçesinde oynarken görmüş çocuklar, gel bak Musa Amcanda burada!’’ Musa Abi’de kendini sorumlu tutuyor, içe kapandı, yumruk gibi kaldı adam. Birşey de diyemiyor, elinde iki tane erimiş meybuz, gözgöze gelince beyaz bayrak niyetine meybuzları Cavit’e gösretiyor... Bitene kadar ağladı çocuk, hıçkırıkları kesildi, yayvan bir gülümseme kapladı yüzünü. Hem suçsuzluğu kanıtlanmıştı, hem de adam akıllı ağlamaktan büyük merhem mi var insana? “Gel lan buraya eşek sıpası!’’

Cavit değişik çocuk, aksi desen değil, huysuz desen değil. Sürekli bir haltlar yiyiyor, sonra bir şekilde bizi haklılığına inandırıyor. Belki de çocuk direkt haklı da, neyse şimdi. Belli bir derdi var, bilse çözecek de, derdini bulamıyor. Her iş geliyor elinden de, işine geleni yapıyor.

Yani tuttuğunu koparmasa da, kopanı tutuyor. Bizimkinin çocukluğundan beri aklı Yasemin’de. Mahallenin nazlısıdır Yasemin, fidan gibi kızdır.

Onun da gönlü var, var olmasına da bizimkisi çok alıngan.

Alınganlığı da duygusallığından ya, söylesen; Allah! Kıyameti koparır.

Yasemin 399 Euro’ya 6 ülkeye 1 hafta tatile gitti, yahu kardeşim afedersin o paraya üç gün Beyoğlu’na inemezsin. Ne turu, ne seyahati?

Yasemin’in tura gittiği sabah, Cavit atölyeye gelmedi.

Evde yok, çocuklar da bilmiyor. Depoya baktık, toprak sahada yok; resmen yok oldu çocuk.
Annesi aklını yitirecek, eve gelmeye çekinir de atölyeye gelir diye bizden bir saat önce geliyor, gün boyu evle dükkan arasında mekik dokuyor kadın.

Tezgahta çalışıyorum, kapıda bir karartı belirdi. Kafamı kaldırıp baktım, Cavit. Kapıdaki Cavit, Cavit ama; ispata delilimiz yok.

Yokluğunun haftasında kömür gibi olmuş, beti benzi atmış; zayıflamış, dal gibi kalmış çocuk.

Oğlum Cavit deli misin divane misin? Öldük bittik be oğlum! Neredesin kaç gündür? Saklanmadık yer bırakmadım Ramazan abi!