Haftanın öyküsü: İkinci elleriniz  değerinde alınır, tutulur

CAN BİNALİ AYDIN - canbinaliay@gmail.com

Ben on altı yaşındaydım o kırk iki. O duldu, ben dut yemiş bülbül. Ben evin ikinci çocuğuydum, onun

İki çocuğu vardı. Küçük olanı benden altı ay büyüktü. Bazen sokakta karşılaşınca, kahverengi saplı Bursa ekmek bıçağının döşümde açacağı mahsun boşluğu hatırlatırdı bana. Herkesin birini sevmeye hakkı varsa, birbirini sevmeye de olmasın mı? İşte ben de tüm jetonlarımı ona atıyordum, hem ben geçemezsem, eli Sakine’ye bırakıyordum.

Benden beş santim uzun, on iki kilo ağırdı. Sıcak gülüşlü, dolgun hatlı, gece gündüz lavantalı ne endamlı kadındı. Akşam güneşi, çingene at yelesi gibi kıpkızıl olduğunda pencereye çıkar, batırana kadar kovalardı güneşi. Karanlık çöküp perdesini kapattığında sanki o asılı kalırdı da, içeri penceresi girerdi. Babama ‘’Ya Sakine bu eve gelir, ya ben evden giderim.’’ dedim. Babam pek şık sunmadı, çok şık bir tekmeyle dışardan girildiğinde kapının önü sayılacak yerde buldum kendimi. Yerde buldum kendimi çünkü babam bir pimaş borusunu, kılıca benzetene kadar esnetmişti bende. Siz de esnekseniz bilirsiniz, görüntüde pek bir şey yoktur ama, samimi bir ıslıktır ritmi. On yedi yaşındaydım, okuldan atılmıştım ve babam tarafından kahvelerdeki çay adisyonu gibi çarpılarla donatılmıştım. Ama nerede görsem Sakine’yi işte, yine çişimi tutamıyordum.

Sakine haftanın altı günü Ankara yolundaki dikiş fabrikasında çalışıyor, 3-11 vardiyasından dönüşte korkuttuğu için eve kadar ona eşlik ediyordum. Yol boyu birlikte korkuyor, eve varınca birimizin korkusu bitiyordu. Yokluğumun üçüncü haftasında babaannemin baskılarıyla babam eve almayı kabul etmişti fakat, ben dönmüyordum. Günler boyu okul bahçelerinde, kömürlüklerde ve bina girişlerinde yatmış, başımın çaresine bakabileceğimi ispatlamıştım. Bazı geceler Sakine beni önce eve, bir temiz yıkandıktan sonra da koynuna alıyordu. Hayatımın ilk kadın figürüydü Sakine, dolayısıyla gördüğüm en güzel kadındı. Ondan sonraki herkes, ona oranla ve ona göre olabilirdi. Yanına uzanır uzanmaz karşı koyulamaz bir gevşemeyle uykum geliyor, son günlerin en deliksiz uykusunu çekiyordum. Acaba Sakine’nin iri memelerinde şehvet mi, şefkat miydi bulduğum. Bir duyguyla karşılaşmıştım ve bu duyguyu tanımıyor, hissesiyordum. Ortada gerçekten bir duygu varsa yaşamalıydı; aşksa, aşk acıysa acı.

Babam eve dönmem için yakın arkadaşı brandacı Cevat Abi’yle konuşmuş, Cevat Abi tüm ahaliyi toplayarak ikna için beni dükkana çağırmıştı. Dükkana gittiğimde herkes dalgın ve meşgul görünüyor göz ucuyla hareketlerimi izliyordu. Bir sandalye çekti yakınına ‘’Necati gel oğlum, şöyle otur karşıma.’’ tam karşısına oturdum...

“-Oğlum sen daha dünkü çocuksun, nereden geliyor Bu Sakine sevdan?’’

“-Sakine’den abi.’’

Cevat Abi kalender adamdır, üstüne daha laf etmedi. Günler ve haftalar birbiri ardına geldi. Sakine haftada bir beni eve alıyor türlü yemeklerle besliyor, kirlik elbiselerimi yıkayıp yerine temizleri veriyordu.

Bir gün onun çağırmasını beklemeyip küt diye bastım ziline, evde yoktu. Bakkala, markete gitmiştir diye karşı binanın girişine oturup gelmesini bekledim. Yarım saat geçti geçmedi, bir araba durdu kapıda. Zili çaldı, kapı açıldı, meğer evdeymiş ya Sakine, zili falan duymamıştır olsa olsa. Sakine kapıda adama öyle bir sarıldı ki dizlerimin bağı çözüldü, yer altımdan kaydı, midem bulandı. Demek Sakine sadece gülümsemiyor, gülebiliyormuş da. Tam kapıyı kapatırken beni gördü, şaşırdı. Seslenmesine fırsat vermeden koştum gittim sokaktan. Sakine, nasıl olur o koca adam. Kalbin öz kalbindi, kanı mı üvey sıvıydı?

Sakine’nin dört yıldır bu adamla birlikte olduğunu ve önümüzdeki yaz düğünleri olduğunu öğrenmenin yanında birine iyi bir yumruk atmanın da ilk şartını öğrenmiştim. İlk şart; senin ona vurmayacağından emin olmasıydı. Üç gün sonra akşam eve dönmeye karar vermiştim, sokağa girdiğimde tüm esnafla selamlaşmış, üzgün görünmelerini anlayamamıştım. Eve girdiğimde babam sinirli değil, ilgiliydi. Hiç Bir şey olmamış gibi aç olup olmadığımı sordu. Sanki ben dışında tüm mahalle bir şeyler biliyor ve bana söylemiyordu.
Aylar sonra kendi yatağıma dönmüş, mutlu mesut olamamış, mahçup olmak istiyordum.