Yoldayken kendini kendisiyle konuşur bulurdu insan. Birileri olsaydı da yarım saat olsun laflasaydı

Haftanın öyküsü: Kaçış rampası

BADE OSMA ERBAYAV

Hiç ölesi yoktu o gün; ağlayası da pek sık gelmezdi İsa’nın. Yoluna bakardı. Lastikler kayıyor mu asfaltta kaymak gibi, yollar kısalıyor mu hemen, yük zamanında ulaşıyor mu yerine, evde bekleyenlerin yüzleri gülüyor mu, karınları tok mu, yatakları sıcak, gönülleri rahat mı, en ucuz mazot nereden alınmalı, tez elden varılır mı sonuna, sağ salim dönülür mü gurbetten…

Haşlamanın, az pilavla yoğurdun parasını ödemek üzere sandalyesinden kalkarken boş tabakların yanında bir öbek halinde duran tuzlu suya batırılmış maydanozlardan bir sap alıp ağzına attı İsa. Dişlerinde ezilen koyu yeşil tat damağına yayılırken kamyoncu barınağını bir uçtan diğeri uca gözleriyle taradı. Tanıdık birilerini aradı yine. Yoldayken kendini kendisiyle konuşur bulurdu insan. Birileri olsaydı da yarım saat olsun laflasaydı. Yemeklerini kaşıklayan dört jandarma, yalnız oturan üç beş limon suratlı adam, çaylarını karıştıran başka birileri hep. Efkara baktı, çıkaramadı.

…ortak vicdan, ortak akıl, mayamız bir, gözü yaşlı analar, çocukların dağa kaldırılması, zalim, örf, mezhep, mazlum, vatandaşlık kimliği, terör saldırısı, acıları istismar, şehitlerimiz, ideoloji, zihniyet, rejim, paralel, demokrasi, nefret sözleri çalındı kulağına duvara asılmış ekrandan, görüntüye dönmeye zorladı başını, gör dedi, konuşana bak dedi kulağı ona. Hiç olmazsa duble yol yaptı bu adamlar, hiç olmazsa yollar kaymak. Dünya desen, aynı zalim dünya…

ÇAYLAR BİZDEN ABİ!

Asfalt kaynamış, harlı bir buğu yükseliyor yerden. Yüzyirmibin kilometrede, onsekiz yaşında, yirbiryirmibeş kamyonuna doğru yürüdü. Büyük kızıyla yaşıttı, kız gibiydi hala, kızgın güneşte kaldığından iyice kızışmış olmalıydı. Gümüşi Maşallah yazısı gözünü aldı, kamyonun alnında ışıl ışıl parıldıyordu harfler. Ter kokusu sinmiş şöför koltuğuna bir haftadır değiştiremediği mintanı, yıkanmamış iç çamaşırıyla oturdu. Sıcakken kokar insan, buz gibi olunca kokulmaz, bir tek ölüm kokar soğuyunca.

Radyoda kendi sütünü içip hayatta kalan loğusa bir kadının haberini dinledi. Kadın gündüz vakti kaybolmuştu ormanda, bebeğine ne olmuş, söylenmedi. Bombalanmış bir yerler yine, hamile bir kadın ölmüş. Meclis iki buçuk ay tatile girmiş. Bir polis vurulmuş, iki asker mayına basmış, sonra yine bombalamış devlet bir yerleri, teröristler de ölmüş. İzmir’in parklarında Suriye’li mülteciler yatıyormuş. Böyle böyle bitti ajans.

Türküleri severdi İsa. Yakaladı bir türkünün nakaratını, direksiyona tempo tutan parmaklarıyla pür neşelendi yine. Dürüyemin güğümleri kalaylı ah kalaylı… Az daha kökledi gazı. Kaymak gibi de akıyordu yol, hiç olmazsa duble olmuştu yollar. Yerinden az doğruldu, dikiz aynasında keyiflenen yüzüne baktı, gülümsedi kendine. Köpek dişinin arasına sıkışmış yeşil maydanoz kalıntısına takıldı gözü, diliyle çıkarmaya uğraştı bir süre, tükürüğünü biriktirdi ağzında, dilini dişine sürttü durdu, sürttü durdu, çıkmadı meret. Köklendi gaz pedalı, kadran yüzü yalayıp geçti. Farkına varmadan hızlanmıştı. Bir patlama sesi. Bom! Ürküverdi, hışımla asıldı frene. Tabanında boşluk hissi. Tüm gücüyle bir kez daha pompaladı freni, vites küçültmeye çalışsa da nafile. Fren yerine havasını aldı, demek ki frendeki hayat da aniden boşalmıştı.

Hakimiyeti yitirirken aklındaki tüm düşünceler, neşeli türkülerin içine yaydığı sevinçler de biter, ruhun oluk kanar, sis yoğunlaşır. Kaçış Rampası! İsa’nın ihtiyacın olan tek şey bu. Dış lastik sarması gürültüyle patlamış, iç lastiğin yaması paramparçalanmış hafif yüklü, freni boşalmış bir kamyonken İsa’ya gereken, deli hızını yokuşa vuracağı bir kaçış rampası! Duble yollarda kaç kaçış rampası saymıştı, hatırlayamadı. Aniden kırdı direksiyonu sağına. Nereden takıldıysa aklına biteviye dolanan o sözler; süsenler dikilmez, süsenler kendiliğinden biter dağlarda…

• • •

İstibdat Turizm’in onaltı numaralı koltuğunun yolcusu genç adam, otobüsün yavaşladığını hissetmiş olacak, aniden uyanıverdi şekerlemesinden. Sağına soluna bakındı. Kulağındaki kulaklıkları çıkarttı. Nerede olduklarını anlamak için boynunu merakla pencereden yana uzattı. Acaba yolda kaza mı vardı?

Çekicisinden kopmuş, her yanı perişan olmuş dorseyi, parçalanmış ahşap kasayı gördü o an. Yan yatmış, ön camı çatlamış kamyonun alnında güneşin ışıldattığı Maşallah yazısını hemen okuyuverdi. Dört bir tarafa dağılmış sarı suntadan onlarca boş tabutun ortasında çömelmiş, elleriyle yüzünü kapatmış ağlayan bir adam gördüğünü sandı bir an. Kamyon şoförüdür dedi kendine. Sahne hızla gelip geçti yanından. Genç adam tabutları sayamadan kaza mahali arkalarında kalmıştı bile.

Kulaklıklarını kulaklarına yerleştirirken kafasından istemsizce bir hesap yaptı onaltı numaralı koltuğun yolcusu genç adam. Orada kabaca otuz kadar tabut olmalıydı. Yine de tam sayıyı kestirmek hiç mümkün olmazdı. Başını arkasına yasladı ve gözlerini usulca kapattı.

Yol uzun, uyku tatlıydı.

Ağustos 2015

Geriş