Geceleri hep yalnız uyudum, baba. Adını sessizce sayıkladım, korktum duyulur, diye. Seni özlediğimi kendimden bile sakladım ben baba. Senin gözlerine bakar gibi baktım sevdiğim adamlara, içindeki hüzne dayanamadı oysa hiçbiri

Haftanın Öyküsü: Kötü bir tesadüftük belki de

GÜLŞAH ELİKBANK

Ev telefonum çalışıyor, oysa kaç zamandır duymadım bu sesi. Bir an açmamayı düşündüm ama nedense uzandım ahizeye. Bazen böyle olur, bilmeden uzatırsınız elinizi geleceğinize. Öyle oldu. Hem yıllardır beklediğim hem de asla duymak istemediğim cümleleri duydum. “Babanız, hastanede, ölüyor. Onu son kez görmek ister misiniz?” dedi bir ses. Haberden daha acımasız bir ses üstelik. Hastanenin adını verip suratıma telefonu, geçmişimi kapatan bir duyarsızlık. Yutkundum. Yıllardır hayatınızda var olmayan, yaşamınızın her anını kaçırmış birine ölümünde veda etmek ister miydiniz? Bunu düşünmek için uzun yıllarım oldu benim ama cevabı onca seneye rağmen bulamamış olmalıyım ki, sesimi yitirdim o an. Yola düştüm, söyleyeceklerimi yol boyunca kafamda tarttım durdum.

Belki şöyle başlamalıydım söze; hakkında bilmediğim ve asla öğrenemeyeceğim ne çok şey var, baba. Oysa sen de bana dair hiçbir şeyi bilmiyorsun. Yalnızlıktan değil kalabalıktan korktuğumu mesela, biliyor musun? Biz rastgele karşılaşan yürekler gibiyiz. Çok yakın ama birbirine hiç dokunmadan geçip giden bulutlar gibiyiz gökyüzünde. Hayat, tesadüflerin birleşimi. Biz kötü bir tesadüftük belki de. Gidiyorsun; eksiliyorum. Vedamızı çoktan etmiştik oysa. Sen ilk hayal kırıklığını yaşadığında bir avutan olmuş muydu yoksa ilk sigaranı o gün mü yakmıştın, baba? Kim esirgedi senden sevgisini böyle? Neden sevmeyi hiç denemedin baba? Saçımı okşamak için neden bu kadar geç kaldın? Senin yokluğunu doldurmak için ben kaç yanlışa batıp çıktım, biliyor musun?

Sen kimin yokluğuna kaldırdın o kadehleri her gece, baba? Duyanın olmadı mı hiç? Seni kusurlarınla seven kadınların olmadı mı? Her düştüğünde neden yeni bir kadehe sarıldın? Neden elini hiç bana uzatmadın baba? Oysa ben sırf bu nedenle, uzanan her eli dost sandım, baba. Yokluğunu doldurmak için ne bir kadehe, ne de bir sigaranın dumanına sarıldım. İnsanlara tutundum, baba. Seninle hiç kuramadığımız o mutlu dünyayı satırlarımla kendim yarattım. Bozup bozup yeniden yaptım. Olmadı, oldu sandığımda kalbimdeki sızı yine baş gösterdi, en olmadık vakitte. Nasıl derin bir yerden kırmışsın beni baba.

Ölen birine karşı daha şefkatli olmalıydım belki de. Başka cümleler aramalıydım. Belki de cümleme şöyle başlamalıydım; babaların eve geliş saatinde, sen hiç gelmedin, baba. Ben bu yüzden, yıllarca, o saatte eve gelecek bir adam aradım, baba.

Kardan adam yapan çocuklar gibi, kendime, kardan, sudan, öfkeden adamlar yaptım. Hiçbiri tutmadı; ne elimi ne yüreğimi.
Geceleri hep yalnız uyudum, baba. Adını sessizce sayıkladım, korktum duyulur, diye. Seni özlediğimi kendimden bile sakladım ben baba. Senin gözlerine bakar gibi baktım sevdiğim adamlara, içindeki hüzne dayanamadı oysa hiçbiri. Yalanlar en çok gözlerden mi okunur baba? Oysa ben senin bir yalanına bile razıydım, onu bile söylemedin baba. Yıllarca tüm bunları telafi edecek bir cümlen olduğuna inandım, biliyor musun? Seni affetmemi sağlayacak sihirli bir cümlen olmalıydı mutlaka.
Şimdi gidiyorsun ve dünya susuyor. İçimdeki çığlığı kim susturacak peki, baba? Ben şimdi nasıl büyüyeceğim, insan çocukluğuna veda edebilir mi, baba? Hiç gelmeden gitmeyi nasıl başardın, baba? Kaç yılım ardından veda ederek geçecek, biliyor musun şimdi? Sana veda etmek için, kaç adama merhaba demem gerekecek, biliyor musun? Ben veda edemem ki, kalabalık yalnızlıklarım var benim bu yüzden.

Evet, veda edemezdim babama. Hayatımda olmayan, yaşamımda olmamayı seçmiş birine, tam da ölürken ne söyleyebilirdim ki? Onu çocukluğumdan hatırladığım çatık kaşları, mutsuz, umarsız ifadesi, karamsar kara gözleriyle hatırlamak daha iyi değil miydi? O hali bir babaya daha çok benziyordu. Gerçi ben bir baba neye benzer bilmiyordum. Bir veda neye benzemeli bilmediğim gibi. Yüzüme vuran rüzgâra baktım, yalnızca fısıldadım: “Hoşça kal Baba” Bu rüzgâr yıllarca senin kokunu getirmişti bana, şimdi sana da benim vedamı taşır belki. Değilse; sen hiç gelmedin ki baba.