Haftanın öyküsü: Mahallenin Rıfat Abisiydim ve hiç kardeşim yoktu

> SİNEM SAL @sinemsal

İLLÜSTRASYON: ETHEM ONUR BİLGİÇ

Sabah uyandığımda, ilk işim kahve yapmaktır. Mutfakta koyu bir kahve yaptıktan sonra, yeniden yatak odama geçerim ve açık duran yatağımın üstüne bir kitap koyarım, fincanı üstüne koymak için. Laptopı dizlerimin üstüne koyarken sigaramı yakar ve şirketin mail hesabını açarım.
Bugün de dediklerimi yaptım. İnternet biraz yavaş çalışıyordu. Beklerken, bir şarkı açtım: Lera Lynn çalıyordu, the Only Thing Worth Fighting For. Böyle şarkılarda aklıma gelen hiçbir şey yoktur. Pişmanlık, üzüntü gibi hormonlarımı salgılayan yerlerim uzun zaman önce kullanılmaz hâle gelmişti. Dövüşmekse benim için para kazanmaktır. Yumruklarımı yalnızca birini yere indirmek, indirdiğimdeyse banka hesabımı havaya uçurmak için kullanırdım.
Pırpır Hasan’dan gelen maili açtım. Sayfa, önümde ağır ağır açıldı. Kafamda yıldızlar uçuşmaya başladı. Kafanızda yıldızlar uçuşmasının tek bir anlamı vardır: Darbe almışsınızdır. Keşke başka açıklaması da olsaydı; ama yoktu. Fotoğrafını görünce, bir an şüpheye düştüm. Gerçekten o olabilir miydi? Aha? İşte oydu: Leyla Yanlış. Çocukluğumuz birlikte geçmişti. Balat’ta kayıkların üstünde oturur ve bulutların bir boka benzemediğini konuşurduk. Bir yaz birlikte, onların balkonunda, karıncalara işkence etmekten bahçeye sürülmüştük. Leyla Yanlış… onun kıvırcık saçları ve güldüğünde suratının içine kaçan ince gözleri vardı. Değişmemiş.
Yer: Türkiye Büyük
Mantıksızlık Meclisi
Saat: 3:45
Hedef: Leyla Yanlış
Bilgisayarı kapattım. İş ve aşk hayatımı birbirine karıştırmamalıydım. Bu benim ekmek paramdı. Hayatımı
alın terimle kazanıyordum. Koşuyor, kaçıyor, silahlı saldırılara katılıyor, darp ediliyordum. Enselenmem an meselesiydi. Ceketimi giyip dışarı çıktım. Sokakta oynayan çocuklar beni görür görmez üstüme doğru koşmaya başladı. Hepsine beş lira verdim. Dağıldılar. Arkalarına bile bakmadan bakkala doğru koşmaya başladılar.
Köşedeki taksiye bindim.
- Nereye abim?
- Türkiye Büyük Mantıksızlık Meclisi’ne.
İçimden İpek Yolu’na çek kaptan, demek geliyordu; ne bileyim ya da durmadan etkisi altına girdiğimiz, soğuk havalarımdan suçlu Balkan’a çek demek istiyordum. Böyle söylemedim tabii. Söylesem de etkisi yoktu. Türkiye Büyük Mantıksızlık Meclisi’nin önünde durduk. Arabadan inerken, “Belki de yanlış bir Leyla” çalıyordu. Kainat, sizi hedef almak istiyorsa, ordusunu hep hazır tutar. Bundan emindim. Neyse… Mekâna, bakkala girer gibi girdim. Güvenlik sıfır. Elimi kolumu salladım hatta. Gerçekten. Türkiye’de kiralık katil olmak kıyak işti. Sigortası yoktu ama güvenliği vardı. Elinizi kolunuzu sallayarak gezebiliyordunuz.
Leyla Yanlış’ın konuşmasını dinledim. Konferans salonunda, sevenleri ayırmak isteyen birkaç insan, Leyla Yanlış nefes almak için her sustuğu anda ona tepki veriyordu. Beyaz dar eteği dizlerinin hemen altına kadar uzanıyordu. Saçları hâlâ küt ve kıvırcık, tıpkı çocukluğundaki gibi. Ceketini kürsünün hemen üstüne koymuş, kollarını kıvırdığı siyah gömleğiyle sahnenin ortasında duruyordu. Biraz erken geldiğim için konuşmasına kulak verdim. Leyle Yanlış, son üç yıldır bütün televizyon programlarında ve haberlerinde rastlayabileceğiniz bir karakter haline gelmişti. Leyla Yanlış, bizim vicdanımızdı.
“Sadece yaşamak istiyorlar. Ama sizin emrettiğiniz gibi değil. İçlerinden geldiği gibi yaşamak istiyorlar. Bu ülkede açılan en renkli bayrağı indirirseniz, yarın bütün bayrakları yarıya indirmek zorunda kalacaksınız. Erkekler, erkekleri öldürdüğünde sessiz kaldınız. Erkekler, erkekleri sevince mi müdahale ediyorsunuz?”
Leyla Yanlış’ın konuşması tek bir alkış bile almadı. Çünkü burası Türkiye Büyük Mantıksızlık Meclisi’ydi. Kümeye dahil olmak istiyorsanız, mantıksız ve kalpsiz olmalıydınız. Leyla Yanlış gibi insanlar, bir öğrenci tarafından tahtadaki yanlış kümeye çizilmiş elemanlardır. Silinirler. Vicdanlarının, böyle yerlerde yeri yoktur. Yine de direnirler.
Zaman yaklaşıyordu. Patrona mesaj attım.
“Leyla Yanlış’ı neden öldürüyorum?”
“Çünkü çok para ediyor.”
“Abi, kadın Beşiktaş’ta yaşıyor. Nasıl çok para etsin?”
“Dirisi değil. Ölüsü çok para ediyor. Sen işine bak…”
Çocukluğumuzu düşündüm. Çocukluğa inmenin anlamsızlığını düşündüm. Leyla’yla aynı mahallede büyümüştük. Şu işe bak ki kendisi saç tellerinden ayak parmaklarına kadar iyi bir insan olmuştu bense tırnaklarımdan dişlerime kadar kötü ve leş bir herif.
Bunu bana bir taksi şoförü söylemişti: “Evlat,” demişti, “eğer hiçbir şey değişmemizse, hiçbir şey olmamıştır.”
Artık bir şeyler olsun istiyordum. Saatime baktım 3:45. Patrona mesaj attım: “Görev tamam kaptan!” Susturucuyu takıp tabancayı boğazıma dayadım.
Dünyayı temizlemeye, önce kendimden başladım.