‘’Yeni yıldan bir dilek dileyin, çuvaldan da bir hediye seçin bakalım.’’ Meğer beyamca Noel Baba'ymış da yolu bizim viraneye düşmüş. Veletler oyuncak araba, Cesim ototeyp istedi, ben böyle çocuk görmedim. Şanzıman isteseydin be oğlum. Cavit muz diye tutturdu, aç p.zevenk. Kızlar bebekler, elbiseler... Selin mavi krampon istiyor, vidalısından. Döndü bana ‘’Sen ne istiyorsun bakalım?’’ ‘’Benim hikâyem yok, bir hikâyem olsun istiyorum’’ dedim

Haftanın Öyküsü: Noel Anne

Can Binali Aydın canbinaliay@gmail.com

Gece vakti çatıdan sesler geliyor rüzgâr desen ıslığıyla gelir, daha vakti var. Kedinin de var mı ki böyle besilisi, kiremit çıtırdatanı. Yukarıda ne oluyor bilmem ama aşağıda bir düzine yetim birbirimize sokulmuş yatıyoruz. Ulan öksüz kedi değiliz ama bizim de anamız yok. Kimse kalkmak da istemiyor etrafı kolaçan etmeye. Kırık camları kapattığımız naylonlar rüzgârdan açık denizde şişmiş yelken gibi patlıyor, inip şişiyor. Eğer bir ülke kursak bayrağımız dalgalanan naylondur. Bacadan güm diye bir adam indi. Kostümü allı beyazlı, gül yüzlü bir ihtiyar. Sırtında da kocaman çuval. Üst baş pas içinde, sakalına göğsüne kurum yapışmış. Halbuki kapıdan da girebilirdi, eskiden yani. Konağımızda cin var, peri var, kapı yok. Cesim açtı emaneti duvar dibinde usuldan sokuluyor, eyvah işleyecek amcaya. Dur ulan ne yapıyorsun ayı oğlu ayı! Bak bakalım kim o? Ben bağırınca Cesim şöyle bir durdu, dikkatli baktı. Gözlerini kıstı açtı, aa dedi, pehlivan. Yok ulen astronot!


‘’Yeni yıldan bir dilek dileyin, çuvaldan da bir hediye seçin bakalım.’’ Meğer beyamca Noel Baba'ymış da yolu bizim viraneye düşmüş. Veletler oyuncak araba, Cesim ototeyp istedi, ben böyle çocuk görmedim. Şanzıman isteseydin be oğlum. Cavit muz diye tutturdu, aç p.zevenk. Kızlar bebekler, elbiseler... Selin mavi krampon istiyor, vidalısından. Döndü bana ‘’Sen ne istiyorsun bakalım?’’ ‘’Benim hikâyem yok, bir hikayem olsun istiyorum’’ dedim.

Beyamca gözlerini öne düşürüp şöyle bir sakalını kaşıdı, öyleyse gel benimle dedi. Nereye gidiyordum, niye gidiyordum hiç hesap etmeden peşinden gittim. Daha önce abilerden duymuştum çünkü, gidenler hesapsız gitmişti. Hesapsız gidenlerden de kimseye zarar gelmemişti. Sokak lambasının altında dört geyikli pırıl pırıl bir uçan kızak. Geyiklerin boynuzları tarihi çay bahçelerindeki asırlık çınarlara benziyor her dalında bir aile yaşar. Geyiklerin bu kadar büyük olduğunu bilmiyordum. Gerçi daha önce hiç görmüş müydüm ya neyse. Babacım dedim yanlış anlamazsan sana bir şey soracağım. Niye kapıdan değil de bacadan giriyorsunuz?

‘’Oğlum’’ dedi, ‘İnsanların kapıları ve kalpleri dışarıya kapalıdır. Bizim de herkes için ancak bir anahtarımız var. Yani, kalbe girmek için bacayı zorluyoruz.’’

Önceleri yükseklik korkuları, hızla alınmış manevralarla gelen mide bulantıları, savrulmalarla geçti yıllar. ilkimlere ve rüzgarlara zamanla alıştım. Fakat bazen sıcak ülkelerde de olsak bir üşüme geliyor saatlerce geçmiyordu. Sonraları tecrübe edindikçe sonbaharda yaprak gibi salındım havalarda. Baba daha çuvalı çözmeden tüm binanın hediyesini dağıtıyorum. O gelenekçi olduğu için illa bacayı zorluyor, ben cam çerçeve açık ne varsa giriyordum. E tabi arada maymuncuk kullandığım da olmuştur. Baba eski hanlarındaki terziler gibi işini geç ama eksiksiz yapıyor. İşimiz bize mektup yazan çocuklara hediyelerini dağıtmak diyor da başka bir şey demiyor. Baba aslen Antalya’nın köylerinden. Bu nedenle yaz akşamları esen meltemler gibi ılık, güleç bir adam. Kimi zaman doğduğu evden, uçsuz bucaksız denizlerden ve gür ormanlardan bahsediyor. Denizi içip bitiremediler ama ormanların yarısını yediler be baba. İşin güç taraflarından biri de sadece süt içip kurabiye yemek. O kadar mesai yapıyoruz midemize doğru düzgün giden bir şey yok. Ben babaya göre biraz yenilikçiyim eve girmişken prizde unutulmuş ütünün fişini de çektim, borcamdan sarma da arakladım. Koltukta uyuya da kalmışımdır baba diğer evlerin hediyelerini dağıtırken. Neticede bizler insanlara iyilik yapan insanlarız. Baba artık bazı yılbaşlarında dizginleri bana veriyor, geriye yaslanıp keyifle izliyordu heyecanımı. Kimi zaman köpek sürüleriyle yarıştım akşamları, kimi zaman yırtıcı kuşlarla dövüştüm, kimi leylek sürüsüne karıştım. Geçen yıllarla beraber üşüme krizlerim sıklaştı, kaskatı kesilmeye başladım. Baba iyice yaşlandı, uçmak şöyle dursun yürümeye zorlanıyor. ‘’Artık eve dönmeliyim, bundan sonra yalnız devam edeceksin,’’ dedi. O gece ilk kez yılbaşı olmadan uçtuk. Kentleri arkamızda bırakıp heybetli ormanlardan, ulu dağlardan geçtik. Işıklar ve sesler geride kalmıştı.

Ormanın içinde duru bir göl kıyısında iki katlı, tahta bir evin bahçesine indik. Baba geyikleri kızaklardan çözdü. Geyikler ilk kez dizginsiz koştu gökyüzünde, göğe bu kadar hızlı turmanabildiklerini ilk kez görüyordum. İlk kez birbirleriyle boynuz tokuşturup oynadılar. Kapıdan babanın yaşlarında gördüğünde burnuna fesleğen kokuları gelen bir kadın çıktı. Uzun yıllar görüşmemiş insanlar gibi birbirlerinin yüzüne bakıp tanıdık bir ifade aradılar. Meğer en başından beri noel Anne de varmış. Noel Baba, ona mektup yazan çocuklara hediyelerini dağıtırken, noel anne yazamayanlara dağıtıyormuş. Noel Baba hediyeleri bacadan girip dağıtırken, noel anne bir bacası olmayanlara dağıtıyormuş. Noel Anne ömrü boyunca konuşmayanlarla, dilemeyenlerle, görünmeyenlerle birlikte olduğundan kendi de konuşmuyor, görünmüyornuş. Bunu öğrenine tuhaf bir mahçubiyet kapladı yüzümü. Bu nasıl olurdu ve nasıl olurdu da yıllarca bilinmezdi. Şidddetli bir üşüme nöbeti başladı. Gözlerim yarı baygın kapandı, kapanıyor. Anamın ve babamın dizlerine yattım, içimde yılkı atları bozkırlarlarda koşuyor, uyudum. Uyuduğumda maddenin etkisi geçmiş aslında uyanmıştım. Rüzgâr naylon pencerelerimizi dövüyor, çocuklar tastamam koyun koyuna yatıyordu. Artık noel baba yoktu ama bir hikâyem vardı.