Artık Kürtlerin bu ülkede eşit ve özgür yaşayacaklarına olan inançları hızla tükenmeye başladı. Bu cümlenin taşıdığı ağır umutsuzluğun, ne kadar korkunç ne kadar şiddetli bir kırılmaya yol açabileceğini; bu ülkenin gören görmeyen, duyan duymayan, bilen bilmeyen bütün insanları için ne derin yaralar, nasıl büyük acılar yüklendiğini görebilmek için iyice ezber etmek gerekir ki; Türkiye’de Kürt sorunu askeri yöntemlerle çözülemez! 40 yıl denendi. Olmadı. Ne söyledikleri gibi terörün kökünü kazıyabildiler ne de dağları piknik alanına çevirebildiler. Savaşarak sadece savaşı çoğalttılar. “Kanı kanla temizleyeceğiz” diye bağıranlar, bedelli askerlik için kırk takla atarken, barışla dalga geçip, eline silah almayı reddeden vicdani retçileri vatan haini ilan ettiler.
• • •
Vatan hainliği, sesi fazla çıkan muhalefet için devletin her dönem açık ve geniş tuttuğu bir kontenjan olup, çapsız dalkavuklarına, o ‘haddini bilmezlere’ diledikleri kadar çamur atma fırsatı sunduğu güzide bir pozisyon olageldi. Kullanışsız, can sıkan, çok konuşan, çok yazan kim varsa, yeri geldiğinde gizli tanıkla, yeri geldiğinde gizli belgelerle hain ilan edildi. Gazeteciyi, yazarı kaleminden çıkan harften, ağzından dökülen kelamdan düşman sayıp, dişlerine kan değmiş adamların önüne attılar. Kapıları işaretlendi, arabaları patlatıldı, elleri kelepçelendi. Ne oldu? Gerçek, olduğu gibi, bıraktıkları yerde duruyor. Korktukları kim varsa, hepsinin adı, o esir almak isteyip de alamadıkları zihinlerde kazılı.


• • •
Silah silaha, savaş düşmana muhtaç. Bu yüzdendir ki, batının sessizliğinin doğunun yüreğini kanattığı o günlerde, akademisyenlerden yükselen barış çağrısı fena halde can sıktı. Ardından gazeteciler, edebiyatçılar, sinemacılar, kadınlar, öğrenciler, işçiler, Nobel sahibi edebiyatçı ve bilim insanlarının desteği geldi. Hain kontenjanı doldu taştı. Can Dündar ve Erdem Gül, Suriye yolunda durdurulan MİT TIR’larındaki silahların haberini yazdı. Öyle bırakmadılar onları. İfade-basın özgürlüğüyle alakası yok denilen soruşturmanın 473 sayfalık iddianamesindeki suç delilleri köşe yazıları ve haberlerden oluşturuldu. Haberi manşetten yayınlayacak kadar ahmak casuslar oldukları için, çok konuşup çok yazdıkları için, 2015 yılında AİHM’de hakkında en fazla ifade özgürlüğü ihlal kararı verilen Türkiye’nin yeni hainleri seçildiler!
• • •
Barış çağrısına imza atan akademisyenlerin kapısına polis dayandı. Gözaltına alındılar. Haklarında halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek ve terör propagandası yapmaktan soruşturma açıldı. İşten çıkarıldılar. İnsanlar ölürken sessiz kalmamanın cezasını çekmek için o bayat hakarete maruz kaldılar. HAİN! İnsanlar ölüyor, diye bağırmanın tehlikesi Meclis koridorlarında da kendini gösterdi. “Sizinle görüşmek istiyoruz” diyen HDP’li vekillere Başbakan’ın korumaları saldırdı. “Sayın Başbakan, insanlar ölüyor!” HDP’li vekiller, İdris Baluken, Meral Danış Beştaş ve Osman Baydemir İçişleri Bakanlığı’nda açlık grevine başladı. Cizre’de, tavanı çökmek üzere olduğu söylenen bodrum katına sığınmış aralarında çocukların da bulunduğu 28 yaralıdan 6’sı ambulans gelmediği için öldü. Terörün belini kırmış, şehirleri eşkıyanın elinden kurtarmış güçlü Türkiye, yaralı yurttaşlarını, neredeyse bir haftadır sığındıkları yıkık binadan hastaneye götürebilmekten aciz, öyle mi?
• • •
Hainlerin listesi kabarıyor. Barış talep etmenin, silahlar sussun demenin, çocuklar ölmesin diye haykırmanın, başka ülkeye giden silah dolu TIR’ları yazmanın, savaş ve imha politikalarına karşı ses yükseltmenin yine çok hain çıkardığı zamanlardayız. Bir iç savaşın eşinde, insanların bodrum katında topluca ölüme terk edildiği ve bedenlerin sokak ortasında çürümeye bırakıldığı Türkiye’nin, problemlerini demokrasi içinde çözebileceği standartlara kavuştuğunu müjdeliyor İçişleri Bakanı Efkan Ala. Tam da, parlamenter sistemin miadını doldurduğunu söyleyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, kendine özel Anayasa talep ederken... âlâ.