Laura’nın eşcinsel ilişkisini başka bir sınıf bilincinde rahatça yaşarken Sovyet kalıntıları üzerinde Rus bir işçi olan Ljoha’nın eşcinsel kimliğini bastırmak zorunda kaldığını düşünüyorum.

Haista vittu
Fotoğraf: IMDb

Fince “Seni seviyorum nedir?” diye sorar sarhoş genç erkek, kadın “Haista vittu” diye cevap verir. Genç adam yeni bir şey öğrenmenin keyfiyle seni seviyorum dediğini düşünerek “Haista vittu” diye bağırır kabaca ama aslında dediği “s.ktir git”tir. Örtük de olsa felsefenin dil ve anlam sorununa işaret eden bu sahne iki ana karakterin özüne ayna tutuyor.

74’üncü Cannes Film Festivali’nde Jüri Büyük Ödülü’nü Farhadi’nin ‘Kahraman’ filmi ile paylaşan ‘6 Numaralı Kompartıman’ (Compartment No. 6) Mubi’de gösterime girdi. İlk filmi ‘Olli Maki’nin En Mutlu Günü’ ile başarı sağlayan Fin yönetmen Juho Kuosmanen’in bu ikinci uzun metrajı, öfkeli, alkollü, kaba saba davranışlı Rus maden işçisi Ljoha ile Fin arkeoloji öğrencisi Laura’nın Murnansk’a doğru yola çıkan trende aynı kompartımana düşmeleri ile çerçeveleniyor. Rosa Liksom’un aynı adlı romanından serbest uyarlanan film, yazarın gerçek hayatından izler taşıdığını hissettiriyor. Bu da anlatımı öznelleştirdiğinden dolayı önemli. Rusya’da entelektüellerin ev partisi ile açılan filmde Laura’nın dil, kültür ve bilgi yükü bakımından bu bohem ortama karşı yoğun bir yabancılaşma yaşadığını, komplekse kapıldığını ve bu ortamın yıldızı olan profesör sevgilisi Irina ile arasındaki mesafeyi görüyoruz. Bu konumlandırma Mavi En Sıcak Renktir filmindeki Emma ve Adèle arasındaki kopuşu hatırlatmadı değil. Aslında birlikte gitmek üzere planlanan seyahate, Laura tek başına çıkmak zorunda kalır ve Murmansk’taki petroglifleri (kaya sanatı) görmek üzere yola çıkar. Bunu elbette sadece turistik bir aktivite olarak görmemeliyiz, bu aslında Laura için dil ve anlamın ve iletişimin başlangıç noktasına doğru tek başına yolculuğa çıkması demektir.

6 numaralı kompartımanda Rus maden işçisi Ljoha’dan önce çok rahatsız olan ardından sınıfsal ve entelektüel olarak ondan daha üstün olmasından keyif alan bir Laura görüyoruz. Aralarındaki bu mesafe filmin son bölümüne doğru, belki de o kadar farklı olmadıklarına dair bir güncelleme alanı açıyor. Peki her şeyleri o kadar farklıyken aynı olan ne, sorusunun cevabı tatmin etmedi beni. Söylenenin aksine Ljoha ve Laura’nın bir aşk hikâyesi içerisinde olduğunu kesinlikle düşünmüyorum. Hikâyedeki bazı gelişmeler, Laura’nın eşcinsel ilişkisini başka bir sınıf bilincinde rahatça yaşarken Sovyet kalıntıları üzerinde Rus bir işçi olan Ljoha’nın eşcinsel kimliğini bastırmak zorunda kaldığını düşünüyorum. Bu yüzden filmin bir aşktan ziyade neye evrilceğini muğlak bırakan bir sevgi filmi olarak değerlendiriyorum.

Kanozero Gölü’ndeki MÖ 3 bin yılına tarihlenen petrogliflere nihayetinde ulaşan Laura’nın bu eylemi kendini keşfetmekle eş anlamlı oluyor. Ama ne keşfettiği biraz muğlak, bu da filmin zaafı bana kalırsa. Kaya resimlerine iştahla bakmak yerine ona sırtını dönerek manzaraya doğru dalan Laura için burada olmanın, tekrardan başlangıç noktası olarak anlam kazandığını anlıyoruz. Filmin başlarında duyduğumuz “Geçmişi incelersen bugünü anlaman daha kolay olur” önermesinin yerini ise şu ana bakmak alıyor. Kuosmanen’in kamerası dışarıya çıktığında soğuğu, griyi, endüstriyel şehirlerin paslı izlerini bizlere hissettirirken, trenin içine her girdiğinde, sıkışmışlık duygusu ile birlikte sıcaklığı da beraberinde getiriyor.

Filmdeki müzik kullanımına baktığımızda, belli bir duygu durumundaki karaktere odaklanan sahnede, müzik çalmaya başladığında karaktere müziğin enerjisinin geçtiğini görüyoruz. Seyircinin duyduğu müziği karakter de duyuyormuşçasına, Desireless’ın neşeli ‘Voyage Voyage’ şarkısı çaldığında Laura’nın gülümsemeye başlaması gibi bizler de onunla gülümsüyoruz.