Başlıkta yine bilinen ifadesiyle “post-truth bir vizyon” yazsaydım sadece “bir” kelimesi Türkçe olurdu. AKP dilbilimcisi (!) Mahir Ünal da, onu Arapça “ehad” diye söylerdi. “Post-truth bir vizyon” demek ise geçen gün açıklanan Türkiye Yüzyılı vizyon belgesinin mealen tercümesi sayılabilir. Çünkü "post-truth”, hakikaten, “hakikat-sonrası”dır. Yani hakikatleri sadece bir takım inançlara dayanarak veya o inançlar dayatılarak ifade eden siyasi bir deyiştir. Ve bu ifade bilhassa Trump ile birlikte popülerlik kazanmıştır. Anlaşılacağı üzere hakikat-sonrası, düpedüz siyasi yalancılıktan başka bir şey değildir.

***

Meraklısı için bir bilgi daha vereyim. Epey ironik şekilde “Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi” bünyesinde akademisyen Ursavaş ve arkadaşlarının “Post-Truth (Hakikat Sonrası): Hakikatin Yalana Karşı Mücadelesi” adlı bir yayını dahi bulunmaktadır. Ama ben tabii ki daha hakiki bir kaynaktan, Adam Pzerowski’nin “Crises of Democracy / Demokrasinin Krizleri” (s. 119) kitabından yararlanacağım. Pzerowski’ye göre, yalanlar “yalanlanmış” olsa ve yalan olduğu kabul edilse bile, insanlar genel olarak yanlış olduğunu bildiklerine en azından kısmen güvenmeye devam ederlermiş. (Örneğin, Lozan Antlaşması’nın gizli maddeleri 2023 yılında sona erecek ve memleket şahlanacakmış!) Bazı durumlarda, yalanı düzeltme insanların dünya görüşlerine meydan okuduğunda, yanlış bilgiye olan inanç garip bir şekilde artabilirmiş (Faiz haram, demek ki enflasyonu artırsa dahi faizi indirmek iyi bir şey!). Ve yalanlar, bazı insanları, yanlış mesaj inandırıcı olmasa bile bu kez hakikatin de bilinemez olduğu sonucuna varmaya sevk edermiş (Camileri yakmamış olabilirler, ama yakmayacaklarını kim bilebilir ki!). Çünkü yalanları yaygınlaştırmak, insanları, diğer mesajları doğru olarak anlamaktan alıkoyarmış (Madem Saraylılar yalan söylüyor diyorsunuz, iyi de muhalefettekilerin doğru söylediği ne malum!). İnsanlar, başkaları tarafından paylaşıldıklarına inanırlarsa, yanlış olduğunu bildikleri inançlarda ısrar etme eğilimindeymişler (AKP’nin siyasi yalanlarındaki ısrarda bunun payı çok büyük elbette).

İşte “Türkiye Yüzyılı” vizyon belgesi de böylesi bir hakikat-sonrası seviyesinde açıklandı. Vizyon deyince akla “uzak görüşlülük, geniş görüşlülük, gösterim” filan gelir. Hani “vizyondaki film” deyince bir filmin gösterime girmesi bilinir ya, şimdiki film icabı bu “gösterim” de cuk oturdu sanırım. Ayrıca unutmamak lazım ki vizyon, antropolojinin de bir kavramıdır. İlkel toplumlarda vizyon, bazı olayları görmeden “görmüş olma” veya algılamış olma iddiasıdır. Antropolojik bulgulara göre vizyon tarzındaki algılamalara daha çok medyumlarda ve psişik bakımdan “hassas” kabul edilen kişilerde rastlanmıştır. Psikiyatrlar ise bu tür davranışlara kestirmeden “halüsinasyon” demektedirler.

***

Her neyse, adı geçen vizyon belgesi de, kendisinden çok öncelikle bazı gazetecilerin “Davet etse de gitmesek. Davet etmese de küssek” tutumlarıyla gündeme geldi. Sonra bir baktık ki yeni vizyon derken, eski vizyon (film) yine öne çıkmış: “Kanal İstanbul’un çalışmalarına başlayacağız!” Bu arada, yeni vizyon diye ilan edilenler konusunda Abdülkadir Selvi’nin bu kez ciddi şekilde pot kırdığı da gözden kaçmadı: “AK Parti fabrika ayarlarına döndü” başlığını attı methiyesine. Yani yeni vizyonları, eski ayarlarına dönmekle sınırlıymış! Selvi’ye göre, Erdoğan, Türkiye’ye alışılmışın dışında yeni bir siyaset önermiş. Neyi önermiş? “Türkiye Yüzyılı” perspektifini ilan etmiş! Üstelik ilan ettiği sahnede modern bir tasarım varmış. Türkiye’yi temsil eden ay yıldızın etrafından ışık seli akıyormuş. Erdoğan salona Türkçe rap şarkıları, cep telefonlarının ışıklarıyla hazırlanan (türban değil!) tribün şovu arasında girmiş. Veee…“Ayasofya’yı cami olarak ibadete açmamız bile küresel vesayete karşı gerçekleştirmiş olduğumuz büyük bir meydan okumadır” diye konuşmuş. Selvi’yi hayretler içinde bırakan bir nokta da şuymuş: “Erdoğan bir siyasi konuşma yapsa mutlaka muhalefeti eleştirirdi. Hele hele Kılıçdaroğlu’nu es geçmezdi. ‘Bay Kemal’den başlar ‘Kılıçdaroğlu’ndan çıkardı. Ama tam 1,5 saat konuştu. Bir kez bile ‘Bay Kemal’ demedi.”

Bak sen, “Bay Kemal” dememiş! Peki, bir daha hiç demeyecek miymiş? Vizyonun merak uyandıran tek başlığı bu olsa gerek. Zaten hakikat-sonrası vizyonlarıyla Cumhuriyet’in önünde bile doksan dokuz takla attılar ya, yüzüncü takla son taklaları olacak, bu kesin.