Mahallemizdeki bostan kuyusundan korkardım. İçine bakmaya cüret ettiğimde, karanlık suların beni yutacağını düşünür, hızla geri çekilirdim. Çocukluk işte, korkuları asla peşini bırakmaz; insanlığın da peşini bırakmadı. Derin olan, aynı zamanda yücedir. İnsan, uygarlaşma sürecinde korkusuyla baş edebilmek için dipsiz derinliği göklere çıkarmış, yüce hakikat mertebesine yerleştirmiştir. Yüzeydeki kırılgan hayatını, gelip geçici bir yanılsama olarak değersizleştirirken derinliğin hakikatine inanmış; yüzeyde ne zaman başı belaya girse göklerin derinliğine sığınmıştır. Değişen bir şey yok, bugün de kitlelerin inançlarını sevgi değil, korku biçimlendiriyor. İmparatorluklar, korkularının önünde huşu içinde boyun eğen yığınlarla kuruluyor. İnsan yüzeye değil de dibini göremediği derinliklere inandığında, derin hakikat uğruna, yüzeyde görüp dokunabildiklerini kolaylıkla harcayabilir. Yüzeydeki şeylere aşkla dokunabilseydi, korktuğu başına gelmez, dibini göremediği ekonomisinin karanlık sularında derin bir yoksulluk yaşamazdı. Ekonomi, Yunanca “oikonomos”tan gelir, ev idaresi demek. Evinizi derin olanlar ele geçirmişse şayet, artık evin yüzeyinde birbirinize tutunamazsınız. Tutunmaya, yüzeyi tekrar ele geçirmeye çabaladığınızda derin iktidar paltosundan kaosunu çıkarır, parçalanırsınız.

***

Zor zamanlardayız; birbirimize, yüzeye tutunamadığımız zamanlar. Bizi birbirimize, yeryüzüne bağlayan bağlar çok zayıf; derin faşizmin şiddetine dayanmaları mümkün değil. Zaman, derinleşmenin zamanı değil, yüzeye, birbirimize aşkla tutunmanın zamanı; yoksa yaşam, kaosun dipsiz karanlığında dağılıp gidecek. Ece Ayhan boşuna, “Aşk örgütlenmektir” dememişti. Aşk; maddenin parçalarını birbirine bağlayan bağların en güçlüsü. Mor külhani sesinde, iki bin beş yüz yıl önce yaşamış Empedokles’in düşünceleri yankılanır. Empodekles, kosmozun iki kuvvetinden bahsetmiştir; örgütleyici bir kuvvet olarak aşk ve örgütlenmeyi parçalayıp dağıtan çatışma ya da nefret. Kavga, derinliğin kaosu ile yüzeyin kosmozu arasında geçiyor. Yaşam; kaosa rağmen aşkla birbirine bağlanan parçaların yüzeye tutunma, yeryüzünde örgütlenme çabası. Yeryüzü aşkın yüzüyse şayet, derinlik korkunun, nefretin, parçalanmanın yüzüdür. Bir yüzey fenomeni olarak yaşamın mücadelesi, kaostan beslenen derinliğin iktidarına karşıdır; ölüm kalım meselesi. Ne diyordu şair Adnan Yücel? “Bitmedi daha sürüyor o kavga/ve sürecek/yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!”

***

Yeryüzü aşkın ürünüdür; yüzü, aşkın yüzü. Derinlere inananlar ve hakikati derinlerde arayanlar, yaşamın tutunduğu yüzeyleri tahrip ettikçe, nefretin yüzüne dönüşüyor giderek. Derinlik tutkusu, madencilik faaliyetidir; milyonlarca yıldır aşkla dokunmuş yaşamın örtüsünü, altta yattığı varsayılan hakikat uğruna tahrip etmek. Hakikat, kazarak ulaşacağınız bir cevher değildir, tekil varlıkların yüzeylerinde nitelik olarak gösterir kendini. Her varlık, niteliklerinin toplamıdır, nitelikleri kazıdığınızda geriye enkaz kalır. Yeryüzünü enkaza çevirenler, derin ve yüce hakikate inananlardır. Oysa yerin yüzeyine inananlar bilirler ki toprağa aşkla tutunduklarında hakikat kendini yüzeyde, ekin başaklarında, ağaçların meyvelerinde gösterir. Ve aşkla tenlere tutunanlar yine bilirler ki hakikati, tenler arası ilişkiler üretir. Yaşamın kökleri maddenin içindedir ama gerçekleşmek için yüzeye gerek duyar. O yüzden “en derin şey, tendir” demişti Paul Valéry. Aşkın yüzeyini enkaza çevirenler, şeyleri derinden duyumsayan en derin şeyden, tenden nefret edenlerdir. Oysa yaşamak, şeyleri teninde duyumsamaktır.

Korkular, bostan kuyuları gibi, derindir, fakat sevinçlerimiz yüzeysel. Sevinç yüzeyden, yüzeyler arasındaki ilişkilerden doğar ve yüzeyler aracılığıyla çoğaltır kendini. Sevinmeyelim, kedere gömülüp boyun eğelim diye yüzeyleri tahrip edenler, karanlık kuyuların içine kuruyor korku imparatorluklarını. Evrenin kaosu yetmiyormuş gibi, yaşam bir de bu çakma kaos üreticileri ile baş etmek zorunda. Derinliği yüceltenler, korkuttukça boyun eğdireceklerini, boyun eğdirdikçe yüceleceklerini bilirler. Mesele gelip, çocukluk korkularımıza dayanıyor. Kuyu peşimizi bırakmadı, bırakmıyor. Kurtulabilseydik, aşkla yeryüzüne tutunup örgütlenebilir, hep birlikte büyüyebilirdik.