Tezcan Durna Türkiye siyasi tarihi ve basın tarihine şöyle bir göz attığımızda, gazetecilik mesleğinin her zaman tartışmalı olduğu görülür. Bu tartışmanın merkezinde gazetecinin kimin sözünü söylemekle mesul olduğu konusu yer alır. Gazeteci devletin hassas konularında devletten yana mı, hakikatten yana mı tavır alır? Gazeteci özellikle de güçlü patronların hâkim olduğu 80’ler sonrası medyası içinde patronun […]

Hakikati haykırmanın bedeli ve hakikatli gazeteciler

Tezcan Durna

Türkiye siyasi tarihi ve basın tarihine şöyle bir göz attığımızda, gazetecilik mesleğinin her zaman tartışmalı olduğu görülür. Bu tartışmanın merkezinde gazetecinin kimin sözünü söylemekle mesul olduğu konusu yer alır. Gazeteci devletin hassas konularında devletten yana mı, hakikatten yana mı tavır alır? Gazeteci özellikle de güçlü patronların hâkim olduğu 80’ler sonrası medyası içinde patronun çıkarını savunmak ya da onun çıkarlarına aykırı davranışlardan kaçınmak zorunda mıdır? Gazetecinin elbette kendi kişisel siyasi tavrı, inancı, bağlılığı ve de geçim derdi vardır. Ancak gazeteci, mesleğin icabı gereği bütün inançlarını parantez içine almalıdır. Herşeyden önce haktan, hakikatten yana olmalıdır. Bunu gazeteciye mecbur kılan bir güç var mıdır? Aksini mecbur kılan bir güç olmakla beraber -ki bu genelde siyasi iktidardır- gazeteciye özellikle de bu zamanlarda hakikatten yana olmasını zorlayan tek bir güç vardır, o da okuyucudur. Modern toplumlarda gazeteciyi hizaya çekecek, ona hakikatin sesini duyurması için baskı yapacak tek güç, yurttaş bilincine ermiş, haklarını bilen ve bu haklarını talep eden, gerçeği illa ki arayan yurttaşlardır.

Dünyada muhafazakâr popülist siyasetin yaygınlaştığı, demagogların hızla yayıldığı bu dönemde, liberal demokrasi kriz içinde, yurttaşlık bilinci körelmiş durumda, neoliberal kapitalizm tüm vahşiliğiyle yayılmakta ve bu koşullarda gazetecinin hakikati arayanı da muktedirler nazarında hiç makbul değil. Ancak yine bu koşullarda en çok ihtiyaç duyduğumuz şey hakikat. Çünkü hakkını aramak, adaletsizliklere, hukuksuzluklara eşitsizliğe itiraz ancak gerçekleri öğrenmekle mümkün olabilir. Bu nedenle bu dönemde ne pahasına olursa olsun gazetecinin hakikatlisine çok ihtiyacımız var. Gazetecinin hakikatlisi ise ancak örgütlü mücadeleyle var olabilir. Ancak uzun zamandır bütün emekçilerde olduğu gibi gazetecilerin örgütlenmesi de darmadağın edilmiş durumdadır. Bu nedenle herşeyden önce bir arada olmak ve birlikte söz söylemek en çıkar yol gibi görünüyor.

Bu krizli, sıkıntılı, baskı ve susturmaların sıradanlaştığı dönemlerde gazetecilik mesleğine ve dolayısıyla demokratik hak ve taleplere sahip çıkmakta ısrarcı olmak gerekiyor. Bunun için, BirGün kitap’ın bu sayısını geçmişte mesleğe yaptıkları katkılarla hâlâ gazetecilere yol göstermeye devam eden, yaşamlarını mesleğin onurunu korumak için feda etmiş gazetecilere adadık. Elbette Türkiye basın tarihi içindeki katledilmiş bütün gazetecileri bir çırpıda anmak mümkün değil. Hasan Tahsin’den Sabahattin ali’ye, abdi İpekçi’den Ümit kaftancıoğlu’na, Metin Göktepe’den Hırant Dink’e, Uğur Mumcu’dan Musa anter’e bütün gazeteciler eserleriyle, hakikat arayışlarıyla hepimize yol göstermeye devam ediyorlar. Bu zamanda hakikatli gazetecilik yapmaya çalışanların hâlâ inancı ve gücü varsa daha adlarını anamadığımız onlarca katledilmiş gazeteciye olan vefa borcumuz sayesindedir.

Uğur Mumcu’nun şu sözlerini unutmamak gerekir: “Kafalarında seçim sandığı taşıyan siyasetçiler unutulacak; aydınlara, sanatçılara en acımasız cezaları verenler unutulacak; devlet adına yol kesen eşkıya unutulacak; beyinlere dikenli teller dolayanlar unutulacak; devlet başkanları unutulacak; kırmızı plakalı arabalara tırmanmış başbakanlar unutulacak; bakanlar unutulacak… Resimleriyle Dinolar, arbaşlar, romanları, öyküleri ve yazıları ile Yaşar kemaller, aziz Nesinler, Rıfat Ilgazlar, şiirleriyle Nâzım Hikmetler, ceyhun atuflar, Hasan Hüseyinler, ahmet arifler hep yaşayacaklar. Yasak üstüne yasak konsa da yaşayacaklar; adları okul kitaplarından çıkarılsa da yaşayacaklar, şiirlerinden, yapıtlarından devlet televizyonunda, radyosunda tek sözcük bile olsun söz edilmese bile yaşayacaklar!..” Mumcu bu sözleri 3 Mayıs 1987 tarihinde cumhuriyet gazetesinde yazmış.

Tarih hâlâ tekerrür ediyor. Bu tarihte ise şöyle demek mümkün: “Akademisyenleri karanlık ilan edenler unutulacak, kanlarımızda duş alma fantezisi kuranlar unutulacak, aydınları sivil ölüme mahkûm edenler unutulacak, ‘onlar gazeteci değil terörist’ diyenler unutulacak, yerin yedi kat altında kalarak hayatını kaybeden madenci yakınlarını tekmeleyenler unutulacak, devletin parasıyla milletin anasını belleyeceğini ilan edenler unutulacak… Sözüne, barış talebine, gazetecilik mesleğinin onuruna sahip çıkanlar, devlet kapısından beş kuruş tırtıklamak adına ölüm suskunluğuna bürünmeyenler, çelik gibi iradeleriyle gazetecilik mesleğinin hakkını vermeye çalışanlar, ısrarla hakikati arayanlar ve bunu haykıranlar asla unutulmayacak. Hapislere, gözaltılara, sürgünlere inat hayatını doğru düzgün sürdürmekte ısrar eden her meslek erbabı elbette tarihe geçecek. Bu zulmü reva görenler, halkın nazarında bir gün yargılanacaklar.”

Bu ümit ve ısrarlı beklentiyle bu sayıda gazetecilik mesleğini de tartışmaya açtık. Bu bağlamda gazetecilik tartışmasını odağa alan kitaplar ile gazeteci kitapları üzerine değerlendirmelere yer verdik. Mesleğin hakkını verebilmek için öncelikle özeleştiri yapmaya ihtiyaç vardır. Eleştiri ve özeleştiri hem mesleği hem de mesleğin pratiklerini güçlendirir. Güçlendikçe sağlam duruş artar, sözüne sahip çıkma iradesi bilenir. Tek adam rejimlerinde en büyük gücümüz işimizi iyi yapmaktan gelir. İşini iyi yapanın ‘ulufe dağıtıcıları’na tenezzülü olmaz. Bütün basın yayın organlarının havuza toplandığı bu dönemde tek gücümüz kendi sözümüzü insanlara dolaysız yolla ulaştırmaktan geçiyor. Muktedire tenezzülümüz olmazsa tek derdimiz hakikatin peşinden koşmak olur.