Memleketin en kritik eşiğinde, Cumhuriyet tarihinin en derin krizinin, yoksulluğunun yaşandığı günlerde duyulmayan, duyulmadığı gibi üzeri örtülmeye çalışılan tek ses halkın, emekçilerin sesi…

Aylarca sürdürülen endişeli muhafazakârlar tartışmasından sonra yeni, müstakbel gündemimiz başörtüsü meselesi.

Dilber Keskin, 11 yerinden bıçaklandı, katledildi. Emine Yayla çocuk yaşta evlendirildi, yirmi kez koruma başvurusunda bulundu, henüz 17 yaşındaydı, katledildi. Gülcan Çelen çocuklarının gözü önünde katledildi. Hatice, Fethiye…

Hiçbiri katledilirken “mağdur” dahi olamadı. Başörtüsü üzerinden mağduriyet ancak milyonlarca dolarlık hırsızlıkları yapanlar, Ensar’larda tecavüze uğrayan çocuklar için “Bir kereden bir şey olmaz” diyerek yeni mevkilere, makamlara yelken açanlar için mümkündü çünkü.

***

Grevlerin, işçi direnişlerinin en önünde yer alıp yerlerde sürüklenerek, biber gazıyla, copla gözaltına alınan kadınlar da “mağdur” değildi. Köylerine, derelerine, topraklarına sahip çıkma mücadelesinin en önünde yer alıp direnen kadınlar da.

Katledilirken, biber gazıyla, copla gözaltına alınırken hiçbirinin başörtüsü konuşulmadı. Başörtüsü üzerinden yazılan senaryolar da sınıfsaldı çünkü.

Güçsen, güçlüysen “mağdur” olabiliyorsun bu topraklarda. Güce biat etmenin en kullanışlı aracı haline getirildi kadınların, kız çocuklarının bedeni, saçlarının teli…

“… Onların kalpleri var, fakat bununla gerçeği anlamazlar; gözleri var onunla görmezler; kulakları var onunla işitmezler” ayetleri, sureleri, yurttaş sözcüğünü bile söyleyemeyenlerin kul hakkı söylemleri eşliğinde iktidarı, ‘muhalefeti’ ile hakikati görülmez ve duyulmaz ilan edenlerin birbiriyle yarışını izliyoruz yıllardır.

‘Hakikatin üzeri nasıl örtülür’ün fragmanını izletiyorlar; iktidarı, “muhalefeti” ile el ele. Hakikat ise halkın yüzde yetmişini aşan “Laik bir ülkede yaşamak istiyorum” sesi… “Açlığa, yoksulluğa, zamlara artık yeter, insanca yaşamak istiyorum” diyor.

Bir yandan da kişilerle, kurulan masalarla, mikrofonlarda, kürsülerde en iyi kim konuşuyor tartışmaları, milletvekili paylaşımı aritmetik hesaplarıyla yaratılmaya çalışılan bir illüzyon eşliğinde devam ediyor gösteri. Siyaset alanı bir “gösteri sanatına” çevrilerek daraltılıyor.

***

Konuşulmayan, görülmeyen, duyulmayan tek ses halkın sesi. Aslında herkes biliyor ki suretinin kaldığı bu karanlığı götürecek olan da, yeni bir memleketi kuracak olan da halkın muhalefeti. Bu gösteri devam ederken Uşak’ta haftalardır köy köy, sokak sokak halkın, üreticilerin sesi halkla birlikte örgütleniyor.

“Tarlada emeğimiz, alınterimiz, geleceğimiz şirketlere teslim edildi. ‘Sağlık için özel hastanelere git, çocuğunu okutmak istiyorsan özel okullara gönder’ diyorlar. Tüm hayatımız sermayenin ellerinde...” diyor üreticiler.

“Toprağımızı ekebilmek için icralık olduk, borç sarmalı içindeyiz. Gübre 4-5 kat, mazot 3 kat, tohum 2 kat zamlandı. Bin bir zorlukla üreten bizler değil, bir avuç soyguncu sermaye, uluslararası şirketler kazanıyor.”

“Tefeciden borç alsam bir yıl sonra ne kadar ödeyeceğimi biliyorum; Tarım Kredi Kooperatifi’nden kredi aldığımda ne kadar ödeyeceğimi bilmiyorum. Birleşik faiz uyguluyorlar bize, otuz bin alan arkadaşım bir yılda kırk yedi bin lira ödedi. Bu soygun, bunun adı soygun. Yeter artık. Yazıklar olsun.”

“Bu ülkede tarım politikası yok, tarımı çökertmeye çalışıyorlar. Destek vermiyorlar. Kendi çıkardıkları yasaya dahi uymuyorlar. Çiftçilere verilen destek GSMH’nin yüzde 1’in altında olamaz der, yasa. Bize yarısını veriyorlar. Diğer tarafta ise beşli çete var. Beşli çeteye verdikleri para 30 milyar, yüz binlerce çiftçiye verdikleri ise 22 milyar… Üreticilerin bir o kadar alacakları var” diyorlar.

***

Fatsa’dan sonra Uşak’ta da SOL Parti halk için, halkla birlikte hakikatin üstünü örtmek isteyenlere inat halkın muhalefetini örgütlüyor. Yapılması gerekenleri tek tek ilan ediyor. Geçimlik tarım yapan üreticilerin elektrik, su, Ziraat Bankası borçları derhal silinmeli. Elektrik ve mazot başta olmak üzere temel girdilerin fiyatları sabitlenmeli. TEKEL ve özelleştirilen tüm kamu kurumları kamulaştırılmalı, emekçilerin sözü, demokratik işleyiş esas alınmalı. Taban fiyat üreticilerle birlikte ve insanca yaşayacak bir ücret olarak belirlenmeli. Kamu kurumları şirketlerin değil, üreticilerin çıkarına destek alımları yapmalı. Üretici su, tohum ve gübreye ücretsiz ulaşmalı. Sözleşmeli üretim sonlandırılmalı, meralar üreticiyi desteklemek için kullanılmalı. Tarım ve gıda fiyatlarında şirketlerin değil, halkın talepleri belirleyici olmalı.

***

Uşak’taki köylü kadınlar tüm toplumsal mücadele alanlarında olduğu gibi 8 Ekim Uşak mitinginin de en önde gelen örgütleyicilerinden. Başörtüsü gündemi ile sömürüyü, yoksulluğu örtmek isteyenlere karşı hakikati haykırıyorlar.