Birincil ve ikincil sonuçlarıyla, ülkemizin en öncelikli sorununun hukuk ve yargı sorunu olduğunu söylersek abartmış olmayız. Genellikle siyasal özgürlükler ve ceza davaları alanında tartışılsa da doğrudan doğruya yurttaşlar arasındaki hukuki uyuşmazlıklardan iş ve ticari uyuşmazlıklara, idari davalardan kadına karşı şiddet davalarına kadar her alana sirayet etmiş bir adaletsizlik algısı, hatta gerçeği söz konusu. Hemen herkesin hayatına doğrudan ya da dolaylı değen bir sorunla karşı karşıyayız. Pandemi süreci bu sorunları iyice büyüttü.

Sorunları çözmek için yapıldığı iddia edilen değişiklikler ise tam tersi sonuçlar doğuruyor. Arka arkaya getirilen arabuluculuk, seri yargılama, hükmün açıklanmasının geri bırakılması gibi kurumlar ve yasal düzenlemeler ise derde deva olmak bir yana sorunları büyüttü.

İktidar ve yakın çeperindeki kesimler hem yargıdaki ayrıcalıklı konumları, hem siyasi gerekçelerle hem de toplumdan kopmuş olmaları nedenleriyle tabloyu çok toz pembe çiziyorlar. Ne demişler “sarayda yaşayan başka, kulübede yaşayan başka düşünür!”. “Saray” her ne kadar dar anlamda Beştepe’de yerleşik Cumhurbaşkanlığı için kullanılıyor olsa da iktidar olanaklarını fütursuzca (yargı üzerinde de) kullanan geniş bir kesimi kapsayacak şekilde kullanmak daha doğru olur. Artık tüm ülkeye ve kurumlara yayılmış bir “saray” söz konusu.

O zaman bölünmüş, herkesin kendi siyasi/toplumsal kodlarına göre değerlendirme yaptığı bir toplumda yargıya dair gerçekliği nasıl tespit edeceğiz? İki referans vereceğim. Birincisi 2008 yılından bu yana “Hukukun Üstünlüğü Endeksi” yayınlayan Dünya Adalet Projesi (WJP) raporları. 2020 endeksine göre Türkiye 8 kategoride yapılan değerlendirmede 128 ülke arasında 107. sırada. Üst orta gelirli 42 ülke arasında ise 40. sırada. (https://worldjusticeproject.org/sites/default/files/documents/WJP-ROLI-2020-Online_0.pdf) Bu değerlendirmeyi dış mihrak olarak görecekler için ise Sosyal Demokrasi Vakfı’nın Türkiye genelinde yaptığı “Yargı Bağımsızlığı ve Yargıya Güven” anketi. Bu ankete göre “adalet” denilince katılanların %23’nün akılına “adaletsizlik” geliyor. Ankete katılanların %48,5’i Türkiye’de yargının bağımsız olmadığını düşünüyor. Yargıya güvenenlerin oranı ise %38. (http://sodev.org.tr/yargi-bagimsizligi.pdf)

İşte bu koşullarda TBMM ve Cumhurbaşkanı yeni HSK üyelerini seçecek. Altı üyeyi cumhurbaşkanı belirliyor. Üçü Yargıtay’dan, birisi Danıştay’dan üçü ise avukatlar ve öğretim üyeleri arasından olmak üzere yedi üyeyi TBMM belirleyecek. Adalet ve Anayasa komisyonları her bir üyelik için 3 aday belirleyecek, TBMM genel kurulu, üyeleri bu üçer isimden seçecek. İktidar bloğunun sayısı hem karma komisyonda hem genel kurulda doğrudan seçmek için yeterli değil. Anayasaya göre nitelikli çoğunluk sağlanamaz ise her bir üyelik için en çok oy alan iki üye arasında kura çekilmesi gerekli.

Karma komisyon önceki gün toplanarak alt komisyon oluşturup toplantıyı 17 Mayıs’a erteledi. Bir “uzlaşı” arayışı yanında, iktidar bloğunun oylama oyunları ile en çok oy alan iki adayı da belirleyeceği konuşuluyor. Her bir adayın tek tek oylanarak en çok oy alan iki adayın da iktidar bloğunca belirlenmesi yöntemi ile yapılacağı söyleniyor. Anayasa değişikliği sürecinde demokratik temsil ve bağımsızlık için getirilen düzenlemenin kötüye kullanılacağı başka formüller de gündeme gelebilir.

Peki, bu seçim bu kadar önemli mi? Ben cumhuriyet savcısı iken HS(Y)K için “kadını erkek, erkeği kadın yapmak dışında her şeye muktedir” denirdi. Yargıtay, Danıştay, YSK üyelerini ve seçim hâkimlerini belirleme yanında, ilk derece hâkim savcılarının atama, terfi, tayin ve disiplin süreçlerinde tek belirleyici. “Yargının siyasallaştığı/siyasetin yargısallaştığı” bir ortamda ilk bakışta ilgisiz görülebilecek süreçleri bile belirleyebilecek önemde. İşte yargının “128 milyar dolar nerede?” sorusuna dair yargının yaptıkları. İşte CHP Parti Meclisi bildirisine dair açılan davalar.

“Uzlaşma” arayışı da başka sorunlar barındırıyor. Benzer seçimlerin yasam organınca yapıldığı ülkelerde adayların yetkinlikleri ve kişilikleri halka açık süreçlerde derinlemesine tartışılır. Bizdeki “uzlaşma” arayışı ise doğrudan siyasi partilerin atayacağı isimler üzerinde anlaşma olarak ele alınıyor. Dar yargı camiası dışında çok az insan 128 aday adayını biliyor.

Rüşvet alan “menzilci hâkimi” tutuklayan hâkimin FETÖ’cülükten tutuklandığı, yargının tarikatların, grupların bilek güreşi alanına döndüğü, darbe girişimi sonrası geçiş dönemi için kurulan paralel bir bakanlık gibi çalışan “Yargıda Birlik” projesinin çöktüğü bir ortamda tarafsız ve bağımsız yargıya geçişte bu HSK seçimleri “hukukun üstünlüğü” mücadelesine çevrilebilir. Kuşkusuz asıl ve etkin çözüm daha kapsamlı adımları gerektiriyor. Peki, ne yapılabilir?

Bu süreçte anayasa hukukçularına ve barolara çağrım seçim yöntemine dair bilimsel görüş oluşturmaları, en azından sürece entelektüel düzeyde müdahale etmeleri.

TBMM’deki siyasi partilerin ise 17 Mayıs’a kadarki süreçte sorunu topluma mal etmeleri ve TBMM’nin bir kez daha iktidarın hukuksuz adımlarına siyasi meşruiyet tanımaması için gerekirse en radikal adımları atmaları gerekir.