Minnina Işıkları Kapama’da yazar, yarattığı güçlü karakterler aracılığıyla hayatı katlanılmaz acılarıyla olduğu kadar yaşama direnci aşılayan yönleriyle de ele alıyor.

Haklıya yenilmek yakışmaz: Toplumsal yüzleşme ensest

Ali Bektaş

İyi, güzel, kaliteli görünmek için paraya, eşyaya, ambalaja yatırım yapmanın kutsandığı; ne kadar çok tüketirsek o kadar çok mutlu olacağımız duygusunun pompalandığı baş döndürücü bir çağın ortasında yapayalnız bekliyoruz. En çok ruhlarımızın ve düşüncelerimizin aç olduğunun farkına bile varmadan kendimizi doyurmaya çalışıyoruz. Bu kısır döngünün girdabından kurtulmak için çareler aramaya; bilinçli bireyler olarak en azından yarının yetişkinleri için bugünden doğru yatırımlar yapmaya mecburuz. Derdimizin kodlarının geçmişimizde, çocukluğumuzun karanlık köşelerinde gizli olduğunun farkına varabilirsek, yolda kaybolmadan çarenin adresini de bulabiliriz.“İnsanın ruhu kendi çocukluğu kadarmış” cümlesiyle bu düşüncelerime temel olan ve beni kalemle kâğıda sarılmaya mecbur bırakan bir kitap üzerine yazmak, güzel olduğu kadar zor da...


Özge Doğar’ın Ayrıntı Yayınları’ndan çıkan son romanı “Minnina Işıkları Kapama” insanın insanlığı ile yüzleşmesine sert bir çağrı niteliği taşıyor. Bu niteliği sayesinde olsa gerek, romanı bitirdiğimde hüznümü kendime saklayarak, gün ağlayıp sızlanmak yerine bir şeyler yapabilme günüdür duygusuna sarıldım. Anne-baba bağrışmalarından korkarak soğuk duvarların ardına gizlenen yalnız çocukların, sokaklardan sağ salim çıkmayı başarıp kendi mabedinde; öz babasının, amcasının, dedesinin istismarına uğrayan çaresiz çocukların, ışık saçması gereken göz bebeklerinde isimsiz çığlıkları saklayan çocukların bize, bizden olana, minninaya her zaman olduğundan daha çok ihtiyacı var çünkü.

Şöyle biraz başımızı kaldırıp etrafımızda olup bitenlere bakabilsek, çok uzaklara gitmeye gerek görmeden kendi mahallemize, kendi okulumuzun bahçesine, her gün inip bindiğimiz otobüsün orta kapısına doğru bir bakabilsek insanlığımızın yüzünün korkutucu bir hızla nasıl da karardığına şahitlik edeceğiz. Hem de bütün köşe başlarında, ellerinde ahlak sopasıyla bekleyen onca bekçinin gözleri önünde ne kadar çok çocuğun, kadının, insanın, ağacın, hayvanın çığlık çığlığa yok olduğuna... Doğrusu o ya, bizim buralarda şahit gösterilmekten pek korkarız! Zehirli de olsa bir yılanın bize dokunmadığı sürece bin yıl yaşaması için dualar ederiz! Bazen öyle anlar gelir ki bize dokunan yılana bile ses etmeyiz, ses edilmemesini öğütleriz. Ağrımaz başımızı ağrıtmaya ne lüzum var! Işıkları kapat, gözlerini kapat, kulaklarını kapat, yolunu değiştir, bak keyfine. Romandaki Ece karakteri de öyle ya da böyle büyüdü gitti işte. Varsın isyan etsin, “Hayır! Anne hayır, kapının kilidi bozuktu ve toplumun da ahlak kilidi...” desin. Konuşur konuşur susar! Çocukken de ağlayıp ağlayıp susmamış mıydı?

Minnina Işıkları Kapama’da yazar, yarattığı güçlü karakterler aracılığıyla hayatı katlanılmaz acılarıyla olduğu kadar yaşama direnci aşılayan yönleriyle de ele alıyor. Bunu yaparken okuru bazen geçmişe götürüyor, oradan okurla birlikte topladığı anıların sevecenliğiyle bugüne ışık tutuyor; bazen de görüp geçtiğimiz, duyup umursamadığımız geleneklerin, baskıların, korkuların altını çiziyor. Romanda hayır çorbası dağıtırken bile saklanmak zorunda kalan kültürleri, Evvel Temmuz Festivali’ni, mitolojik esintileri, rüyaları, Çukurova’da ataerkil bir ailenin içinde dahi güçlü bir kadın figürün nasıl filizlenebildiğini okurken ilk kez karşımıza çıkan bazı konuları araştırıp öğrenme isteği duyuyoruz. Sahi, Şahmeran’ın öldürüldüğünü öğrenen yılanlar Tarsus’u henüz işgal etmedi değil mi?

“İnsanın şansı annesidir...” cümlesini beyaz bir kâğıdın üzerinde okumak veya karmaşadan uzak bir ortamın dinginliğinde duymak veya düşünmek bile iyi hissettiriyor. Anne şefkatinin, duyarlılığının, güveninin bir çocuğun yaşama sağlam köklerle tutunması için ne kadar gerekli olduğunu anlatmaya sanırım gerek yok. Peki ya, o şansı hiç elde edemeden büyümüş çocuklar kâbusundan kaçarken kimin göğsüne sığınacak? Biyolojik aile her zaman sığınılabilecek güvenli bir liman mıdır? Kahramanımız Ece’yle birlikte rahatsız edici bu düşüncelerin izinden gitmek bile bir şeyler yapabilmenin başlangıcı olacaktır. Yangına su taşıyan karınca misali safımızı belli etmenin, en yakın çevremizden başlayarak toplumun tüm katmanları ile yüzleşmenin vakti geldi de geçiyor bile.

hakliya-yenilmek-yakismaz-toplumsal-yuzlesme-ensest-954366-1.



Çocukluğunda istismara uğrayan Ece bugünün genç bir kadınıdır. Peki, zaman hızla geçerek onun büyümesini sağlarken; acılarını, ruhundaki yıkık duvarları da onarmayı başaracak mıdır? İstismara uğrayan hiçbir çocuk için şanslı demek mümkün olmasa da Ece’nin Adile ile yollarının kesişmesi onun hayata tutunma yolculuğunda önemli bir kırılmadır. Bu kırılma her ne kadar Ece’ye sıcak bir yuva, yaslanacak bir omuz, iyi bir eğitim imkânı sunmuş olsa da ruhun, geçmişin acı izlerinin, zihnin en karanlık noktalarındaki yıkımların tamiri için çözümün adresi kişinin kendisi olacaktır. Ece’nin yaşamla ve kendisiyle mücadelesini sade bir dil, sert bir kurgu içinde okurken romanın sonunda neler olacağını merak etsek de yolda olmanın güzelliğiyle ara duraklarda başka izlere rastlıyoruz. O izlere rastlamazsak, daha kendi kavgasını tamamlayamadan başka yaşamlara ışık tutmaya çalışan Doktor Ece’nin mücadelesine ve baktığı yedi yüz elli çocuğa haksızlık etmiş oluruz. Tam da burada cüzzama karşı tek kişilik bir ordu gibi mücadele veren ve bununla da yetinmeyerek Anadolu’nun karanlık ve kayalık yamaçlarında kardelenler yetiştirmek üzere bir ömrü feda eden Türkan Saylan’ı anmadan geçemeyiz. En ücra köylerde kim bilir üzeri örtülmeye çalışılan hangi acılara şahitlik etti ki çocukların ancak eğitimle bu kuyudan kurtulabileceğine karar verdi. Adile gibi, Ece gibi, kardelenler gibi...

Ece’nin hikâyesinin peşinden sürüklenirken bedenlerimizin mi yoksa ruhlarımızın mı daha özgür olduğu sorusunun cevabını aramak da okura düşüyor. Bu cevabı ararken geçmişin kalıntılarının bir insanın sıradan hayatı içindeki ufacık detaylara bile nasıl etki ettiğini; kaldırımlarda yürürken, kapalı bir ortamda nefes almaya çalışırken, yüreğinin sesini duymak için cansiparane mücadele ederken ne büyük zorluklar yaşadığını da unutmamak gerekiyor. Aksi halde kimliğinde koskoca bir yetişkin olduğu; cinsiyeti, dini, ana baba adı açıkça yazan bir bireyin kendisiyle ve toplumla mücadelesini anlamakta güçlük çekebiliriz! Belki de toplum olarak başımıza gelen birçok şeyin sebebi bu anlama güçlüğümüzdür, ne dersiniz?

Gözünüzün, gönlünüzün, zihninizin ışıklarını kapamayın. Çünkü bu roman bizi düşünmeye, yüzleşmeye ve çokça konuşmaya davet ediyor. Ve unutmayın: “...haklıya yenilmek yakışmaz.”