Hal ve gidiş: Zayıf

METİN AKTAŞOĞLU

Baharın gelmesiyle yeni heyecanlar aramaya koyulduk. Havaların ısınması geç oldu biraz ama kışı kafada bitirdik biz! 12. yaş günü de gelip çatınca özel bir işe başlamaya niyetlendik. Futbol buluşmalarının ilkinde gündem mutluluk verici değildi fakat sohbet koyuydu. Harun Tekin, Ali Murat Hamarat ve ben Metin Aktaşoğlu bir akşamüstü çay-kahve yudumlarken futbolun gidişatını konuştuk. İlk başta rakıydı hedefimiz ama olsun çay da bizim, kahve de. Önümüzdeki ay Feridun Düzağaç’tan da söz aldık. Rakıya da düşeriz bilahare... İyi okumalar.

-Gündemle başlayalım direkt. Fenerbahçe’ye yapılan saldırı doruk noktası mı, bundan sonra durulacak mıyız? Yoksa bu daha kaosun başlangıcı mı?
HT: Öncelikle tüm Fenerbahçe takımına büyük geçmiş olsun. Çok ucuz atlatıldı, çocuklar çok ciddi bir şey yaşadılar. Tam da ne yaşandığını anlamak belki hiç mümkün olmayacak, ama en üzerinde anlaşılacak konuda bile anlaşamadık galiba.  Sonra futbolu bu hale getirenler bunun bir oyun olduğunu söyleyince komik oluyor, inandırıcı olmuyor. Futbol mesela yöneticiler olmadan çok kolay oynanabilen bir oyun. Arada oynuyoruz biz, orada yönetici yok. Futbol topu var, futbolcular var.

AMH: Hakem bile yok.

HT: Evet hakem bile yok. Gayet güzel oynuyoruz biz. Taraftar olunca daha güzel oluyor. Teknik direktör, hakem olunca daha güzel. Mesela yan hakem oluyor bazen çok daha keyifli oluyor. Nizami sahada oynarken yan hakem olmayınca idare edebiliyoruz ama yan hakem olunca daha güzel. Lâkin yönetici olunca güzel olan bir futbol bilmiyorum. Paralar falan devreye giriyor orada… Örneğin ‘x’ bir yönetici var diye oyun daha güzel olmuyor. Futbol, futbolcuyla güzel fakat besin piramidinin en altında da onlar yer alıyor. Bir şey olduğunda süpürülecek olanlar onlar.
Dolayısıyla konuşulacak bir şey varsa, o da yöneticilerin bir araya gelip gelemeyecekleri. Emre’yle Slaven Biliç bir araya gelebilir. Hamit Altıntop’la Halil Altıntop da bir araya gelir! Ama Trabzonspor Başkanı ile Fenerbahçe Başkanı bir araya gelebiliyor mu, bu kadar ciddi bir olay sonrasında? Gelemiyorlarsa zaten ligler tamamen yok edilsin!


-Yılların geyik muhabbetidir: “Arsenal’in başkanı kim abi! İngiltere’de adamları yöneticilerini tanımıyorlar!” Bizdekilerin ünlü olma hevesleri mi var acaba?
AMH: E, sürekli her sözlerinin manşet olduğu bir dönem yaşıyorlar. Hiç adını bilmediğimiz Türkiye’nin en zengin adamlarından birisinin 70 yaşında Galatasaray Başkanı olduğunu gördük. Kendisi her yerdeydi. “Basının karşısına çıkmayacağım” dedikten sonra 365 günün 362’sinde kamera karşısındaydı! Çocuk programına bile çıktı neredeyse! Demek ki egoyla ilgili bir ‘sıkıntı’ giriyor devreye. Ama yurtdışında yöneticileri tanımıyoruz. Başkanların bir kısmını biliyoruz. Sağ olsun Abramoviç’i tanıyoruz! Ancak bizdeki sıkıntı şu: Bu adamlar gitse yerine kim gelecek? Yerine gelenler bunlardan farklı olacak mı? Hiçbir şekilde aktörleri temizleyemediğimiz için de bizim hikâye kangrene dönmüş durumda. Ne yazık ki belki de bir anpütasyon gerekli. Maazallah Fenerbahçe o viyadükten düşse; bu ligin şampiyonu x, y, z olmuş ne önemi var? Canların tehlikeye girdiği bir noktadayız. Artık bire bir futbolcu hedef alınıyorsa bir sonrakinde maazallah tutturacaklar. Diyelim ki buna benzer bir olay Avrupa maçında olsa… Yıllarca hiçbir takım Türkiye’den içeri adımını atmaz.

HT: Başına “Türkiye” gelen şeyler kendinden çok Türkiye’ye benzer kuralı yine gerçek oldu. Türkiye futbolu da futboldan çok Türkiye’ye benziyor. E, Türkiye de o kadar güzel bir yer değil bir süredir malumunuz…

AMH: Hayat fena halde futbola benziyor yani!..

HT: Feyenoord taraftarına nasıl anlatacaksın bu olayı? Tercüme edemediğin olaylar çoğaldıkça dünyadan bağın kopuyor.

AMH: 90’larda Avrupa’nın bazı yerlerinde gergin derbilerde taraftarlar “Papazın Çayırı’nda buluşmak” gibi ormanlık arazide buluşup kurtlarını dökerdi!

HT: Bir mertlik vardı ortada.

AMH: “Delikanlılık” vardı aynen. Futboldan bahsederken “Lordların oyunu” gibi bahsetmemek lazım. Hikâyenin diğer tarafında bir mertlik vardı, şimdi o mertlik de bozuldu. Zaten hep kazananın haklı olduğu bir oyun, Türkiye’de oyunun nasıl oynandığına hiç bakmıyoruz. “Hakem versin o iki penaltıyı, takım nasıl kazanırsa kazansın.” Bu ortamda bir de milyonların sosyal medyada rekabeti farklı bir şekilde pompaladığı bir düzende, sevginin olmadığı, nefretin ekildiği bir yerde nereye varabiliriz, bilmiyorum. Harun’un da dediği gibi ülke bu kadar iki uçta kamplaşmışken futbolda da -kimse alınmasın- dört tane ana güç var. Buna göre de bir yere gidemiyoruz.

-Bu ortam ne seviyede bir ‘heveskıran’ sizin için? Ülke futbolunu takip ediyor musunuz?
HT: İki üç senedir gittikçe azalıyor. Derbilerden başka maç izlemiyorum. Bir de futbolu takip edince Türkiye’de size ortam bir paket halinde sunuluyor. Ben Galatasaray’ı seviyorum diye katlanacağım saçmalıkların bir sınırı olmalı.

AMH: Niye? Kek kalıbına girdiler güzel değil miydi?!

HT: Güzeldi o canım. Ama Arsenal’i Barcelona’yı takip etmenin bu denli saçma bedelleri yok. Avrupa maçlarında bir mücadele görüyorum ama ligdeki oyunun bir anlamı yok bir süredir. Sporla, futbolla kafayı bozmuş bir insansın ben sana sorayım? Eskisi kadar çok izliyor musun Türkiye liglerini? Ve ‘eskisi gibi’ izliyor musun?

AMH: Eskisi gibi izlemiyorum. Hatta BirGün gazetesi “Maç yaz” dediği günden itibaren ne yazık ki büyük takımları izlemeye başladım. Ve büyük takımlar olmadan çok mutluydum. Avrupa’dan maçlar izleyip çok daha fazla mutlu oluyordum. Mecburen takip ediyorum. Gazeteciliğe ilk başladığım zamanlarda Anadolu kulüplerinin maçlarını da keyif alarak seyrediyordum. Ama genel olarak futbol Türkiye’de o kadar kötü oynanıyor ki, hatta futbolun oynandığı zemin o kadar kötü ki…

HT: Gerçek anlamda ‘zemin’den bahsediyorsun değil mi?!

AMH: Yaani, her anlamda söylemiş olabilirim! Şaka bir yana sahanın çimi bile yeşil değil. İngiltere’den bir maç açıyorum; bir kere görüntü daha kaliteli, yeşil bir alanda oynanıyor, dışarıda kar, yağmur, fırtına oluyor, zemin kaymak gibi. Bizde günlük güneşlik havada yer yer boşluklar, patates tarlası durumları bir tarafta, diğer tarafta Passolig diye bir şey çıkıyor…

HT: İnanması çok zor gerçekten. Dünya standartlarında modern bir stat yapıyorsunuz ama zemin felaket. Juventus maçı örneğin; bu seviyedeki bir yatırımın zemini nasıl bu kadar kötü olabilir?

-İş makineleri girdi yahu sahaya!
HT: Dünyanın neresinde olabilir böyle bir şey?

AMH: Olmuyor. Ama şu oluyor: İngiltere’de zeminler kar tutamıyor ama futbolun müşterileri var ya; İngiltere’de birçok futbol stadı metro duraklarına yakın ve pek çok ulaşım alternatifi var. Ancak yine de bazı sahalarda biraz yürüme mesafesi oluyor ve bu nedenle maç ertelenebiliyor. Niye bunu yapıyorlar? Çünkü bunun bir eğlence, bir oyun olduğunu biliyorlar. Bizde ise bu bir eğlence değil. Hakikaten sırat köprüsünde oynanan maçlar var. Kazananlar cennete, kaybedenler cehenneme gidiyor.

-Yıllardır taraftarların birer müşteri haline geldiği konuşuluyor. Ama müşteriler nedense hiç düşünülmüyor. ‘Müşteriler’ ne zaman ses çıkaracak? Veya çıkardılar mı?
HT: 2013 yılının Haziran ayında müşteriler ses çıkardı aslında. Grubumuzun gitaristi Kerem Özyeğen’in kızı Ayla’mız dünyaya gelmişti 6 Haziran 2013’te. Ve ben parkta yaşayan bir insan olarak o günlerde…

AMH: Evin yakın diye parka geliyordun Sayın Tekin!

HT: Sana bilahare konuşuruz o konuyu! Neyse; o gün benim Cihangir’den Anadolu Yakası’na gidiş hikâyem var; hayatımın film gibi bir günü. Çok geç kalmıştım, yoldan da annemleri almam gerekiyordu -malum bebek ziyareti- Levent’ten onları alacaktım ve hatırlarsınız İstanbul’un değişik zamanlarıydı o günler… “Taksiye bineyim” dedim. “Önce Levent, sonra 1. Köprü’den Anadolu Yakası’na geçeceğiz” dedim taksiciye, adam bana “Ben seni Kazancı’nın oradaki barikatta bırakayım” dedi (kahkahalar). “Sen oradan metroyla git daha rahat olur.” O anda içim gururla doldu. O kadar içselleştirilmiş bir durum vardı. Kazancı’dan metroya giden yol benim hayatımdaki en güzel şey olduğu için o günlerde o yol bir-iki saat sürdü. Vardığımda bir baktım metro çalışmıyormuş meğer. Bunun üzerine Harbiye yönüne doğru yürümeye başladım. O sırada LGBT tarafından pembeye boyanmış iş makinesini gördüm.

Fotoğrafını çektim Twitter’da paylaştım, Posta gazetesinden aradılar o fotoğrafı kullanmak için. Anlayacağınız o gün foto muhabiri de oldum. En sonunda bir taksiye bindim, Nişantaşı’nda bir gürültü duydum indim arabadan aşağıdan rengârenk bir taraftar geliyor ama her şey var içinde. Bir de Aylin Aslım’a rastladım orada biz beraber İstanbul United hadisesini idrak ettik. O ses taraftarın şu ana kadar çıkardığı en güzel ses olabilir. İşte o sese de cevap Passolig oldu.

-Düzelmez mi futbol?
AMH: Türkiye’de mi?

-Evet.
AMH:
Zor...

-Ne zaman düzelir? Türkiye düzelince mi?
AMH: Türkiye’yi yöneten aktörler sporun da kaderini tayin ettikleri için o aktörlerin biraz değişmesi sporun aktörlerini ve yönetici profilini değiştirecek. Ama siyasete de spora da baktığımız zaman çok da ayrışmıyorlar zaten. Zamanın ruhu şeffaflık gerektiriyor evet kapitalizmin ilkeleri geçerli bu dünyada onu çok da fazla yargılayamıyoruz veya yok sayamıyoruz ama bir gün başka bir noktadan bakmayı başarırsak futbolda yakınlaşmaları sağlayabiliriz. Tabii bunun için gazetelerin yayın politikalarının biraz farklı olması lazım, televizyondaki bazı programların hiçbir şekilde televizyonda olmaması lazım! Ne yazık ki en çok da onlar izleniyor.

HT: Gerçi en çok nelerin izlendiği de tartışmalı. Şu anda çok eminim ki Türkiye’de sayılan hiçbir şey doğru sayılmıyor! Gişe rakamları, televizyonda ve internetteki izlenme oranları… Neyse ki seçimler çok şaibesiz! (Kahkahalar)

-Futbol sanırım insanları delirten bir şey. Yöneticiler özelinde yaklaşalım adam mesela profesör doktor olmuş, ne bileyim beyin cerrahı olmuş, milyon tane makalesi yayımlanmış falan, bu adamlar nasıl deliriyorlar? Profesör doktor adam futbol konuşurken nasıl oluyor da saçmalıyor?

HT: Adam profesör olabilir ama futbolla kurduğu ilişki beş yaşına dayanıyor.

AMH: Aynen öyle.

HT: Beş yaşından ne getirdiyse yanına, nasıl bir tıkanma yaşandıysa kendini o şekilde ifade etmeye devam ediyor. Hakikaten çok acayip insanların şirazesinin kaydığına tanık olabiliyoruz futbolda. Başka bir sürü konuda sana pusula olabilecek adam durup dururken olabilecek en fanatik cümleyi kuruyor.

AMH: Bir de adamların kaygıları artık camialara mesaj vermek. “Bilmem ne üniversitesinin rektörü” olabilir, yüzlerce ameliyat yapmış olabilir ama milyonlarca ‘x’ takımı taraftarına ilk kez mesaj veriyor. Ne o mesaj: “Hakem penaltımızı vermedi.” Ve bu aktörler değişmedikçe bir arpa boyu yol gidemeyeceğiz. Gidemiyoruz da zaten. Ulusal Takım FIFA sıralamasında ilk 50’nin dışında artık ve oyuncularımız yeni düzenlemeden sonra Premier League’e gidemeyecekler (!) mazallah. Vatandaşlık değiştirecekler!

HT: Neyse ki çok da oyuncu gönderemiyoruz!