Bedenler bavullarımız; taşırken çoğu kez zorlanırız. Kimileri çok ağır; baksanıza, nasıl da sürüklüyorlar peşleri sıra; kimbilir neler taşıyorlardır içlerinde? Kimininki o kadar hafif ki rüzgâr çıksa havalanacak ve çok geçmeden gökyüzünde gözden kaybolacak. Herkes bilir, kimi zaman çok ağırlaşır bavulumuz, taşımak zorlaşır; kimi zaman o kadar hafifler ki bıraksan kendi başına, bir yay gibi, yerçekimine rağmen havalara sıçrayacak. O geçiş duygusu yok mu, kederden neşeye doğru, bedenin birden bire hafiflemesi? Nasıl da özlemişsinizdir o duyguyu, bilmez miyim? Tüy gibi hafif bir bedenle yeryüzünde dolaşmak. Kentin sokaklarında dolaşan bavulların hafif mi yoksa ağır mı olduklarını bir bakışta anlayabilirsiniz, yürümelerinden belli. Kimi evden çıkmadan önce, tıpkı evi gibi, şeylerle tıka basa doldurmuş bavulunu; kimi ise sadece hayatta kalmak için gerekli olanları almış yanına. Bavul ne işe yarar ki? Bavul, alet çantasıdır. Yolculuğu kolaylaştıracak, yaşamı hafifletecek alet edevat takımı.

Bavul evimizdir. Evinizin içi nasılsa bavulunuzun içi de öyledir. Ya da bavulunuz nasılsa bedeninizin içi de öyle. Yolculuğu bir yaşam biçimine dönüştürenlerin, göçebelerin bavulları hafiftir. “Uzaklara seyahat etmek istiyorsanız, hafif seyahat edin; hasetlerinizi, kıskançlıklarınızı, bencilliklerinizi ve korkularınızı bırakın” (Cesare Pavese). Asla evden çıkmayan, gittikleri her yere evlerini de götüren yerleşiklerin bavulları bellekleri gibi gereksiz bir sürü ıvır zıvırla doldurulmuştur. Ev ya da bellek bavula sığar mı? Aleksandr Soljenitsin’e göre sığar: “Belleğiniz bavulunuz olsun”. Bavulları, eve ait olmayanlara, yabancılara karşı tıka basa nefretle, hınçla doludur. Yaşamı hafifletmek yerine, her yere evin ağır, bunaltıcı havasını bulaştırırlar. Eve ait olmayan ile her karşılaşma, canavarla karşılaşmadır. Ve kahramanca savaşırlar: “Yüce ya da üstün insan canavarları yener, bilmeceler sorar, ama bilmecenin ve canavarın kendisi olduğunu bilmez” (Deleuze, Kritik ve Klinik, Norgunk). Evin dışarısı canavarlarla dolu; bavulunuzu canavarlara karşı kin, nefret, hınç gibi silahlarla doldurmuşsanız çoktan canavara dönüşmüşsünüz demektir. Kamusal mekân, evlerini bavullarına sığdıran ve dünyaya bavullarının penceresinden bakan canavarla dolduruldu.

Evin penceresinden bakmak, D.H. Levin’in tanımladığı iki görme kipinden birine, “asertonik bakış”a denk düşüyor: “Dar, dogmatik, tahammülsüz, katı, sabit, esnemez, dışlayıcı ve etkilenmez” (J. Pallasmaa, Tenin Gözleri, YEM). Penceresinden bakınca canavarlar gören ve Odysseus gibi, evinden ayrılıp canavarları öldürdükten sonra tekrar evine dönen kahraman, evde başlayıp evde biten eril yolculuğun çemberi içine kapatılmış ve aslında evinden hiç çıkmamıştır. Çember, babanın bavuludur; babanın, katliamlar için hazırladığı alet çantası. Yeryüzü kahraman için, kendisini babasına ispat edeceği Odysseia’dır. Ya da Dede Korkut masallarındaki boğayı yumruğuyla dize getiren Boğaçhan gibi, erkekliğini kanıtlayacağı er meydanı. Boğaçhan, Theseus’tur; labirentindeki yarısı boğa, yarısı insan, Minotor’u katleden kahraman. Boğa, yaşamdır, yaşamın kudreti. Evlerini bavullarında taşıyanlar, canı olanları canavar diye öldürüp canavarlaşanlar, bavullarında babadan kalma Theseus’un sopasını ve Boğaçhan’ın yumruğunu taşırlar.

Bavul gibi sürüklüyoruz bedenlerimizi. İçinde, evin tüm yükü var. Oysa ev çoktan ele geçirildi, Cortazar’ın öyküsündeki gibi. Evi ele geçirenlerin eve yükledikleri ve evin değerleri diye taşıdığımız yaşama düşman tüm yüklerden kurtulmak gerekli, hafiflemek için. Atılacak ne çok şey var. Ev, yaşama düşman değerlerle o kadar kirletildi ki, artık temizlemek mümkün değil. Evden topyekûn kurtulmak, Cortazar’ın öyküsündeki gibi, ele geçirilmiş evi terk edip sokağa çıkmak. O özlediğimiz hafiflik, neşe duygusunu evin yükünden kurtulduğumuzda hissetmiyor muyuz? Sokak, yeni değerler yaratmanın zemini: “Yaşama üstün, hatta kahramanca ağırlıklar yüklemek değil, yaşama ait olan, yaşamı hafifleten ve olumlayıcı hâle getiren yeni değerler yaratmak” (Deleuze). Bedenlerinizi yeryüzüne açılan sokakların rüzgârlarıyla doldurun; şimdi yeni aletler yaratmanın, yaşamı savunmanın zamanı.