Son 10 günü hatırlayanlar, ya da bir zaman sonra tarihi okuyacaklar, 2017 yılının Nisan ayında Türkiye’nin yaşam biçiminde tam bir kırılma yaşadığını anlayacaklar!..

Bizler şu an hayatımızda gözle görülür değişiklikleri henüz yaşamadığımız için, etrafımızda gelişen son olayların hiç farkında değiliz.

Öyle ki; büyük bir çoğunluk geçen hafta ülkenin rejiminin değiştiğini bile unuttu!..

• • •

Önceki gün Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi on bir yıl sonra “Türkiye’yi izleme ve siyasi denetime tabii tutma” kararı aldı.

Bu karar tabii ki siyasi!..

Çünkü AB; hukukun üstünlüğüne inanan, insan haklarına saygılı, özgürlüklerin genişletildiği ve demokrasinin yerleştiği bir düzeni, kendi siyasi kültürü olarak tanımlıyor, birlik üyelerinin de bu yapıda olmasını istiyor.

Demokratik kurumların, toplumsal ve bireysel hakların, adil yargılamanın, eşitlik, dayanışma, sosyal güvenlik refah ve barışın olduğu bir yaşam biçimini çağdaşlık olarak görüyor!..

Üretken bir ekonomiyi, adil bölüşen bir yönetim anlayışını önceliyor.

Yurttaş hakları, sosyal devlet ve emeğin korunmasını birincil hedef olarak gösteriyor...

• • •

Kısaca insanların yaşam standardını yükselmesini istiyor!..

Bu nedenle otoriter/totaliter rejimlerden uzak, halkın kayıtsız şartsız demokratik kurallar içinde yaşadığı, adaletin oluştuğu ve hak arama kurumlarının bağımsız olduğu bir hukuk devletini şart koşuyor!..

AB, özgür insan, örgütlü toplum ve demokratik kuralların var olduğu bir yaşam kültüründen vazgeçmiyor.

Bu yüksek standarda uyan toplumlarla ilişkisini sürdürüyor.

• • •

Oysa Türkiye son on beş yılda bölünmüş yol, köprüler ve sosyal devletin iane gibi verdiği küçük paralarla kandırdığı yurttaşlarımızı öne çıkararak, yukarıda yer alan tüm çağdaş değerlerden vaz geçti. AB standartlarını değil emperyalist anlayışın yer tuttuğu bir ülke haline getirildi.

• • •

Emeği sömürmek adına örgütlü toplum olmaktan vazgeçti.

Yurttaş anlayışını yıkmak için her vesileyle toplum içindeki farklılıkları bölünme ve yabancılaştırma nedeni yaptı, bilinçli yoksullaştırdığı toplumu tüketime zorlayarak borçlandırdı.

Eğitim kalitesini düşürdü. Bilime değil dine dayalı bir eğitim politikası izledi.

Önce Ergenekon kumpasıyla adil yargılamadan vazgeçti. Sonra FETÖ hain darbe girişimini bahane ederek OHAL kararnameleriyle hak ve hukuku yok etti.

Tüm bunları kamu kaynaklarını peşkeş çektiği yandaşlardan güç alarak yaptı…

Öyle ki, ezenin az, ezilenin çok olduğu, gayri safi milli hasılanın yüzde 54 olan 432 milyar doları sadece 780 bin kişiye verildiği, geri kalan 368 milyarın da 77 milyon kişiye bölüştürüldüğü bir düzen var artık!..

Düşünün; açlık sınırının bin 518 TL, asgari ücretin ise bin 404 TL olduğu bir ülkede nasıl yaşanır...

Üretmeyen, sadece borçlanan bir ülkede vahşi kapitalizmin sömürüsüne insan nasıl dayanır!..

• • •
Önce bir siyasi parti, laik demokratik, parlamenter rejimin bütün unsurlarından faydalanarak ele geçirdiği siyasal yönetimi, yandaşların emrine verdi. Böylece devletin soyulmasını sağladı.

Ardından oluşturduğu rantiye grupları aracılıyla ele geçirdiği havuz medyasıyla toplumun tüm iradesine el koydu!..

Toplumu aç, eğitimsiz ve güvencesiz bırakan siyaset, bu durumda olan yurttaş üzerinde bir de devletin şiddet ve baskısını da uygulayınca, cenderede yaşayan ve korkutulan bir toplum ortaya çıktı...

• • •

Algı yönetimi başarılı, toplumsal muhalefetin önderliğini yapacak olan siyasi muhalefet başarısız olunca bilinçlenme yerine; Gözleriyle düşünen, kulaklarıyla karar veren bir toplum düzeni yaratıldı!..

• • •

Çok basit bir şekilde aktardığım bu tabloyu AB de görüyor!..

Ve Türkiye’ye yaptırımlar getiriyor…

Bu konuma düşmeyi “hak etmedik” demek isterdim!..

Maalesef bunu söylemek zor!..

Nedeni de belli. 2002’den beri Türkiye üzerinde oynanan oyunlara biz solcular hep dikkat çektik.

Emperyalist yayılmacılığın 3 döneminde olunduğunu anlattık.

BOP eş başkanlığının bir proje olduğunu söyledik.

Bu projenin diğer ayaklarından bahsettik.

‘Kontrollü muhalefet’ deyiminin gerçekleştiğine işaret ettik.

Bu düşüncelerin karşılığında doğal müttefik olabilecek olan emekçiler, aydınlar, STK’lar, soldaki siyasi partiler, bırakın güç birliği yapmayı ve dayanışma göstermeyi, yanlış yada doğrudur diye tartışmadılar bile!..

Ne oldu?.

Rejim değişti…

AB bizi denetime aldı!.

Yakında azmış muktedirin tüm dünya ile bağlantımızı kesmesi mümkün!..

Ekonomi çöktükçe, özgürlükler daralacak!..

Hukuk yok edildikçe adaletsizlikler çoğalacak!..

Kapılar kapandıkça şiddet artacak!..

Kaos her yanı saracak!..

Bugünkü sistemde siyasi partilerin seçimlerde artık yüzde 30’larla değil, ancak yüzde 50.1’ler alarak iktidar olabilmesi mümkündür.

Yani; yeniden demokratik parlamenter rejimi kurabilmek için en az yüzde 50.1’ler alınması gerekiyor!..

Hedefimiz bu olmalı.

• • •

Hala umut var!

Bu durumdan kurtulmanın tek yolu belli!..

Rejim değiştiren anayasayı değiştirmek için devrim yapmak!..

Önce demokrasiyle özdeşleşmek, kafalarda ve vicdanlarda cesurca yola çıkmaya karar vermek, sonra tüm sol güçlerin bir araya geleceği yeni bir siyaset yapma biçimi ve yapısıyla alanlara, sokaklara mahallelere çıkmak!..

Hayır’da birleşenleri içine alacak bir politika ile, laik parlamenter demokrasiyi yeniden kurmak adına inanarak mücadeleye başlamak!..

Hayır’da birlik olan ya da olmayan herkese birlikte yaşamın temeli olan demokrasi, adalet, özgürlük ve eşitliği bir daha, bir daha bıkmadan anlatmak…

Bu konuda CHP’ye büyük görev düşüyor!.. Genetik solcu ve bir o kadar fedakar örgütü bunu başarır!

Ama bu günkü yönetim anlayışı ve kadrosuyla değil…