“Yaşarken görmek istediğim tek şey; ona ait her şeyin Türk insanının belleğine yerleşmesi”

Haldun Taner, her şeyden evvel bir filozof…

ÖZLEM ÖZDEMİR - info@ozlemozdemir.net / @ozlemozdemir

Fotoğraflar: PINAR ERTE / www.pinarerte.com

2015 yılı, Haldun Taner’in 100. Doğum Yılı olarak kutlanıyor. Haldun Taner; tiyatronun bilim dalı olarak okutulmasını sağlayan, epik tiyatronun ilk eserini yaratan, kabare tiyatrosunu kuran, tiyatro dışında öykü ve köşe yazılarıyla da sayısız esere imza atan ve yazılarının güncelliği bugüne ulaşan çok değerli bir yazar. Onun bilinmeyenlerini bir de eşi Demet Taner’den dinlemek istedim. Saygı ve teşekkürle anıyoruz…

Demet Hanım, Haldun Bey’in 100. doğum yılı. Sizin gözünüzden Haldun Taner’in topluma katkıları nelerdi?
Haldun Taner, her şeyden evvel bir filozof bence... Bütün yazılarında toplumu yönlendirici ama didaktik olmayan bir üslubu vardır. İnsana çok değer verdiği için, bu yazılarını daha değerli kılıyor. Çok geniş bir kültür alanı içinde yetişmiş bir insan, hem kendi kültürünü hem Batı kültürünü çok iyi biliyor. Her yazısından, o öğretmeden, bir şey öğrenebiliyoruz. Yazılarının güncelliğini kaybedeceğini hiç düşünmüyorum.

Yazılarını bakınca; toplumdaki arada kalmışlık, eski ile yeninin karmaşası, yaşadığı dönemin Türkiye’sindeki değişimleri görüyoruz. Kendi insanını hiç yukarıdan bakmadan analiz etmiş gibi gelir bana hep.
Tabii, hiç öyle bakmazdı. Bütün mesele gerçeği yakalamak! Kendi insanını seviyor ve değer veriyor. Aynı zamanda idealist, insanının daha kültürlü, daha eğitimli olmasını istiyor. Tabii Cumhuriyet’in bütün kazanımlarının da bunda çok etkisi var, o dönemde yetişmiş bir insan, bir ideal var orada. Aydınlanmaya yönelen bir Türkiye ve çağdaş uygarlığa ulaşmak o günün insanı için hedef kabul ediliyor.

Eleştirileri ayrıca bugün de güncel. Bugün olsa neler yazardı kim bilir?
Bir kere eleştirel bakardı. Toplumsal olarak baktığınızda bile, insan gerçeğini kaybetmeden toplumsal eleştiriyi yapabilmek, ancak insan sevmekle mümkün olan bir şey.

İnsanını bu kadar iyi tanımak için toplumun içinde yaşamak lazım. Nasıl yaşıyordu günlük hayatını Haldun Taner?
Çok zeki bir insandı ve gözlemciydi bir kere, bu onda doğuştan gelen bir özellik. Toplumsal olaylara baktığımız zaman; olayları çok iyi gözlemlediğini görüyoruz, derine inebiliyor, o sonuca varan nedenleri çok iyi analiz edebiliyor. Birebir ilişkide de, karşıdaki insanın davranış biçimlerini, o davranışların nedenlerini çok iyi anlayabiliyordu. Çünkü psikolojiye de çok meraklıydı.

Sizin tanışmanıza gelirsek, siz eczacılık gibi başka bir meslek alanındaydınız, nasıl bir araya geldiniz?
Ben Moda’da oturuyordum. Haldun Taner de Moda’da oturuyordu. Bir aşinalık vardı zaten. Moda entelektüel bir semttir. 60’lı yıllarda edebi toplantılar olurdu, ben onları takip eder, sanatçıları dinlerdim.

Eserlerini beğenir miydiniz?
Tabii tanışmadan önce beğendiğim biriydi, eserlerini okumuştum. Zaten edebiyata düşkündüm, sanata çok meraklıydım. İnsan olarak da beğeniyordum ama yakışıklı da buluyordum erkek olarak, çok hoş bir adamdı. Ama ben bu şekilde bir araya geleceğimizi hiç düşünmemiştim doğrusu.

BİRBİRİMİZ OLMADAN YAPAMAZDIK

haldun-taner-her-seyden-evvel-bir-filozof-95880-1.

Sizi nasıl tavladı diye sorsam?
Bilemiyorum, karşılıklı oldu herhâlde. Bir gün tesadüfen bir yerde karşılaştık. O da beni çevreden biliyordu zaten. Tanıştığımız zaman da hemen flörte dönüşmedi tabii. Konularımız ortaktı, ben onunla konuşmaktan müthiş tat alıyordum. O da karşısında bundan hoşlanan ve öğrenmeye açık biriyle olmaktan hoşlanıyordu. Bir masada karşı karşıya geldiğimizde; bir gün evleniriz diye bir hesap yapmadım, o da yapmadı. Ortak konuların fazlalığı ve birbirinden hoşlanma giderek arkadaşlığa, arkadaşlık flörte, flört de evliliğe dönüştü. Ondan sonra öyle bir yere geldik ki, birbirimiz olmadan yapamazdık. Evlenmeden önce de zaten her yere birlikte gitmeye başladık, gece gündüz birlikteydik, evlilik bunun doğal sonucu oldu.

Nasıl biriydi evde? Çalışırken rutini var mıydı mesela?
Vardı. Çalışırken müthiş özenliydi ve herkesin de buna özen göstermesini isterdi. Sabahtan öğleye kadar çalışırdı. O zaman cep telefonları yok, ev telefonu var, ben öğlene kadar kimseye telefon etmezdim, kimse de beni aramazdı. Nasıl istiyorsa öyle bir ortam yaratılmak icap ederse, onu sağlardım. Ama öğleden sonra ve akşam birlikte vakit geçirirdik. Ben bundan hiç rahatsızlık duymadım çünkü onu anlardım. Yalnız kalıp düşünmek mi yahut benim beraberliğimi mi istiyor, bunların farkındaydım her an.

Her sabah saat 6’da kalkıp, mutlaka yazdığını okumuştum, doğru mu?
Hayır, 7’de kalkardık. Beraber kahvaltı yapardık. Onu tanıdıktan sonra mesleğimi bırakmıştım, onunla beraber olmak istiyordum, o da çalışmamı istemiyordu o zaman. Birlikte Berlin’e, Viyana’ya gittik bir süre. Ama sonra benim bir mesleğim var niye çalışmıyorum dedim, sonra onun da hoşuna gitti çalışmam. Çünkü müthiş bir disiplin geldi hayatımıza.

Size de kendinize ait bir alan olması iyi gelmiştir belki?
Aslında eczacılık yapmak istemiyordum, ne yapabilirim diye düşünüyordum. Tiyatro tahsili yapmayı düşündüm. Tekrar imtihanlara girmek gerekiyordu, o nedenle eczacılık yapmak daha kolay geldi. Ölümünden sonra ise üniversiteye gitmeye karar verdim. O annesini kaybettiğinde şöyle bir şey söylemişti: “Bir ölüm çok büyük bir acı, negatif bir enerjiyi pozitife çevirmek lazım, bu da ancak çalışmakla olur.” Ben de onun ölümünden sonra ne yapabilirim diye düşündüm ve sinema televizyon bölümünde yüksek lisans yapmaya başladım. Bitirme tezim Haldun Taner Belgeseli oldu, o tezi hazırlarken bir kere daha yaşadım onunla.

haldun-taner-her-seyden-evvel-bir-filozof-95877-1.

Üzmedi mi sizi?
Hayır, üzmedi. Ben böyle şeylerden üzülmüyorum, onunla ilgili her şey beni çok mutlu ediyor. Bir de onunla yaşadığım hiçbir şeyi unutmuyorum. Çünkü çok yoğun yaşadım. İnanın şu anda mutsuz bir insan değilim çünkü o var benim hayatımda, maddi olarak olmasa da… Keşke daha çok yaşasaydı, 71 yaşında öldü, bugün için 71 erken bir yaş sayılabilir.

Ondan sonra çalışarak hayata tutundunuz o halde?
Evet, hep çalıştım. Zaten hiç unutulmadı da. Öldüğü andan itibaren kitapları basıldı, eserleri oynandı, ben hep onunla birlikteydim manen...

İş dışında zevkleri, hobileri, İstanbul’da sevdiği yerler diye sorsam?
Çok keyifli bir adamdı. Dostlarının arasında çok neşeli, şakacı biriydi. Markiz Pastanesi’ni çok severdi. Büyükada’yı severdi, özellikle kışın. Çamlıca’ya taksiyle çıkar, oradan yürüyerek Kadıköy’e iner ve eve dönmeden Baylan Pastanesi’ne giderdik. Bize tabii çok gelen giden olurdu. Hayat son yıllarında bazen derdim ki; (anılarını yazıyordu) ben çıkayım telefonlara, biraz sana zaman kalsın. O da bana derdi ki; “Bu toplum beni çok iyi yetiştirdi, benim görevim insanlara yardım etmek.” Böyle bir insandı… Bir de ben romantiğim, o da romantikti. Çok çiçek gönderirdi, evlendikten sonra da eve güllerle gelirdi. Bir defasında Salzburg’da buluştuk, tren istasyonunda elinde kırmızı gülle beni bekliyordu. Çok mutlu oldum onunla. Yaşayarak anlatıyorum size. Haldun hayattayken ille bir şey yapmam gerekir gibi bir iddiam yoktu, o benim her şeyimi dolduruyordu. Çok dolu bir hayattı, ama ille bir kitap yazayım, doktora yapayım demedim. O zaman kısmet olmadı. Benim bir şeyler yapacağımı, onun izinden yürüyeceğimi tahmin edemezdi zannediyorum.

Matbaa-i Âmire müdürü Hâmid Bey anne tarafından büyükbabası, tatil günlerini matbaada geçirirken önemli yazarlarla tanışmış. Etkiledi belki onu bilmeden o ortam?
Tabii, mutlaka etkilemiştir. Orada mesela Ahmet Rasim’i görmüş ve çok beğenmiş çünkü çocuklarla arası çok iyiymiş. Haldun’un da çocuklarla arası çok iyiydi. Ruşen Eşref, Yakup Kadri, Cevdet Kudret gelirmiş oraya…

Babası da Osmanlı Meclis-i Mebusanında İstanbul milletvekilliği yapmış, hukuk profesörü. Ama 5 yaşındayken kaybetmiş onu.
Babası Ahmet Selâhattin Bey, Akşam gazetesinde baş makaleler yazıyor, İstanbul işgal altında o dönem. İstanbul Darülfünûnu devletler hukuku profesörü ve çok ilerici bir adam. Onun zamanında ilk defa kız öğrenciler üniversiteye alınıyor. Hatta bir toplantı için Berlin’e gittiğinde, orada izlediği bir filmde Heidelberg Üniversitesi gençliğini görüyor ve ben de oğlumu burada okutsam diyor. Fakat Haldun beş yaşındayken ölüyor. O zamanki devlet de Haldun’a sahip çıkıyor ve Galatasaray Lisesi’ne yatılı olarak alınıyor. Ama anne de anne, liseyi bitirdikten sonra baban Heidelberg Üniversitesi’nde okumanı isterdi diyerek oğlunu alıp oraya götürüyor.

Annesi kocasını kaybettikten sonra nasıl yaşamış?
Bir kere vatana hizmet edenlere maaş bağlanıyor. O zaman Türk parası da o kadar kıymetli ki, Atatürk Türkiye’si öyle bir Türkiye... Aldığı maaş ile üniversite için gittiklerinde orada ev tutuyorlar, birlikte oturabiliyor ve orada yaşayabiliyorlar düşünün.

TİYATRONUN BİLİM DALI OLARAK OKUTULMASINI SAĞLADI

haldun-taner-her-seyden-evvel-bir-filozof-95878-1.

Yazmaya Heidelberg Üniversitesi’nde okurken tüberküloza yakalandığı zaman başlıyor değil mi?
Evet, Heidelberg’de talebe iken tüberküloza yakalanınca Türkiye’ye dönüyorlar. Erenköy’de tren istasyonuna yakın bir evde oturuyorlar. Yakın bir zamana kadar duruyordu o ev… Orada annesi ona çok iyi bakıyor, Haldun da zaten okumayı çok seven bir insan, okudukça da yazmaya başlıyor. Sonra İstanbul Üniversitesi’nde Alman Dili ve Edebiyatı’nı bitiriyor. 1949’da da ilk tiyatro eseri ”Günün Adamı”nı yazıyor. Sonra da radyo skeçleri geliyor.

Ama “Günün Adamı”nı pek beğenmediği için tiyatro alanında eğitim almaya karar vermiş galiba?
Beğenmiyor değil de şöyle oluyor: Muhsin Ertuğrul ona, her sene bir oyun yaz ben Şehir Tiyatroları’nda oynatacağım diyor. Fakat “Günün Adamı” yasaklanıyor hemen. Mahkemeye çıkıyor o yüzden. Hatta bir yazısında, “Herhangi bir eser gibi algılanacakken yasaklanınca meşhur oldu,” diye yazmıştı. 1955-57 yılları arasında Viyana’da tiyatro tahsili almaya gidiyor. Tiyatroyu bilimsel olarak incelemek, tarihini bilmek lazım diye düşünüyor.

Evet, Türkiye’de tiyatroyu bilim dalı olarak okutan ilk kişi Haldun Taner!
Viyana’dan döndükten sonra İstanbul Üniversitesi’nde bir tiyatro kürsüsü kurulmasını istiyor ama kabul etmiyorlar. Onu yerine haftada bir gün tiyatro dersi vermesini istiyorlar. İlk defa, tiyatronun bilim dalı olarak okutulmasını teklif eden insandır Haldun Taner... Sonra Ankara’da bir tiyatro kürsüsü kuruluyor, haftada bir gün oraya gidip geliyor. Ne yazık ki, İstanbul Üniversitesi’nde tiyatro kürsüsü açıldığını göremedi, görseydi çok mutlu olurdu. Ama bir kadir bilirlik gösterdiler ve Haldun Taner Tiyatro Araştırma Merkezi kuruldu. Çok da güzel işler yapıyorlar ama ne yazık ki bir yeri bile yok...

Türkiye’deki epik tiyatronun ilk örneği sayılan “Keşanlı Ali Destanı” adlı eseri de Türk tiyatrosu için bir dönüm noktasıdır.
Tabii. Sonra başkaları da o alanda eserler vermeye başladırlar ama “Keşanlı Ali Destanı” bir baş eser. Ondan sonra 1962’de Taksim’de bir sanat lokalinde birkaç gece kabare tiyatrosu nedir, nasıl yapılır anlattı. Onun ardından da kurumsal olarak ilk defa Deve Kuşu Kabare Tiyatrosu kuruldu. İlk oyun olan “Vatan Kurtaran Şaban” da kabare tiyatrosunun ilk eseridir. Galası 1967’de Sıraselviler’deki Onay Kulüp’te yapılmıştı, hiç unutamıyorum o geceyi. O kadar beğenilmişti ki… Tabii Zeki Alasya, Metin Akpınar henüz çok genç, birden meşhur oldular. Ben hâlâ onlara gülüyorum açıkçası. Ne yazık ki kaybettik Zeki Alasya’yı...

Araştırma yaparken Haldun Bey’in uyarladığı Dostoyevski’nin “Timsah” adlı radyo tiyatrosunu buldum, kimler yok ki, inanılmazdı!
O 147’ler Olayı biliyorsunuz. Askeri cunta döneminde 147 öğretim görevlisi üniversiteden uzaklaştırılıyor. Onların içinde Haldun Taner de var, bir şeyler yapmak istiyordu. O da “Timsah” öyküsünü radyo tiyatrosu hâline getiriyor ve bunu İstanbul Radyosu’nda yayınlatıyor. Ve sadece bir kere yayınlanabiliyor biliyor musunuz? Ölümünden sonra biz onu yazıya döktük.

Bir vasiyeti, öldükten sonrası için düşü var mıydı?
Yoktu. Ama son zamanlarında hastanede el yazısıyla, kitaplarının benim istediklerimi ayırdıktan sonra Galatasaray Eğitim Vakfı’na bağışlanmasını istediğini yazmıştı. Ben onu hayata geçirdim. Galatasaray Lisesi’nde Haldun Taner kitaplığı var. Benden sonra benim elimde olan her şeyi ve telif haklarını da onlara verdim.

O anlaşıldığını, çabalarının bir şeye döndüğünü hissetti mi yaşarken? Bazen insan kırılır ya, öyle duyguları oldu mu?
Yok, hiç öyle şeyler hatırlamıyorum. Ölümünden önceki yıllarda nereye gitsek etrafı hemen sarılıyordu, insanlar saygı gösteriyordu, durmadan bir yere davet ediliyordu, her söylediği dikkate alınıyordu, her zaman önemliydi… Haldun Taner bence dünya çapında bir yazar. Hem öyküleri hem gazete yazıları çok önemlidir. Onun ufkunun ne kadar geniş olduğunu, yaşama, kültüre ne kadar değer verdiğini ve insan olmanın ne kadar değerli şeyler içerdiğini onun yazdıklarında görürdünüz. Benim insanın yapısını oluşturan yapıda, saygı duyduğum ne varsa onda vardı…

***

Onunla ilgili yapılmasını istediğiniz bir şey var mı?
Kadıköy Belediyesi, birlikte yaşadığımız evin karşısında bir binayı Haldun Taner Öykü Evi yapacak. İçinde ne olacak ben de bilmiyorum henüz. Ben aslında yaşayan müze olmasını tercih ederim. Ben müze fikrinden yola çıkarak onlarla konuşmuştum. Yurt dışında bütün sanatçılar için bu yapılıyor. Yaşarken görmek istediğim tek şey; ona ait her şeyin Türk insanının belleğine yerleşmesi…

haldun-taner-her-seyden-evvel-bir-filozof-95879-1.