Kabataş yalanı, iftirası, provokasyonu, bölücülüğü, hainliği, iç savaş kışkırtıcılığı: Bu pisliklerin hepsi, mutlaka ve mutlaka yargılanmalı.

Kim bu Erdoğan: Halkı birbirine kırdırtmak için meydanlardan, bu yalanı sürekli kullanan bir provokatör.

Cumhurbaşkanıymış!.. Tabiî ki, değil; zira kendisi, makama bağlı olanı kendi şahsına bağlı kılarak saltanat kurup Cumhuriyet’i fiilen ilga etmiş kişi: Cumhuriyet’in olmadığı yerde reis, şef, führer, duce, caudillo vb olur; ama, asla cumhurbaşkanı olmaz.

Yeni Şafak’ta yazan bir canlı var. Ramazan Bayramı imiş, asla Şeker Bayramı değil. Ey canlı; senin ne haddine, benim anamdan babamdan Şeker Bayramı diye bilip akide şekeri, lokum ve çikolatanın yanında tatlı likörlerle kutlamış olduğum bayramın adını “asla” diyerek dışlamak, alçaltmak.

‘Canlı’, profesörmüş. Bizim evde de var ondan bir tane; her sabah görüyorum kendisini tuvalette, aynaya bakınca; ama, yine de daha bir insan, sana bakınca: Milletin bayramının adını dayatmaya/değiştirmeye kalkmıyor hiç değilse.

Ne biçim bir takımsınız siz; nerede yetiştiniz; yetiştiriyorum diye neler yapmışlar size ki, böyle olmuşsunuz. Kendisini cumhurbaşkanı sanan adam da birkaç sene önce, ‘Şeker Bayramı’ demenin ‘kültürel erozyon’ olduğunu ilân etmişti, hakaretamiz bir tonda.

Aslında kendisinin de, valisinin de, müsteşarının ve de diğer benzeri canlıların ağzından hakaretten başka bir şey çıkmıyor ve de telaffuz ettikleri her kelime, bizlerin ağzında sözken, sözden sese, ‘dilsel gösterge’den ‘nida’ya dönüşüyor onların ağızlarında: Biz insanların “ah, vah, ulan, eşoğlu eşek veya gavat’ı bir nidadır; ama eşeğin anırtısıyla köpeğin havlaması da aynı şekilde birer nidadır, belirli bir kavrama işaret etmeyip bu sesleri çıkartan canlıların durum, duygu, tavır ve niyetlerini belli eden.

Hiç de mütevazı olmayacağım: Yukarıdaki birkaç satırda, pek çok insanın yüzlerce sayfada veremediği kadar bir ‘dilbilim’ dersi verdiğimi biliyorum ve bu güvenle diyorum ki ‘kültürel erozyon’ falan gibi Fransızca kelimeler Erdoğan’ın ağzına hiç yakışmıyor, daha doğrusu öyle bir ağızda çiğnenmeyi hiç hak etmiyorlar diyorum: Fransızca, XVI. Louis’yi idam ederken sadece belirli bir kralı değil, kraliyeti, yani kendi iktidarının meşruluğunu insan-üstü bir merciden alma iddiasındaki her türlü rejimi bütün zamanlar için insanlığın kenefine yollayanların dili; Erdoğan ise, o pek küfrettiği askeri darbecilerin Özal tarikiyle kendisine hediye ettiği alçakane (kökü Türkçe, türetim ekim Farsça, kendisi Yeni-Osmanlı ‘made by Kadir’ ve de Davutoğlugil cahil cühelaya tam yakışır bir kelime) rejimden bir hilafet çıkartmanın peşine düşmüş ‘öyle bir şey’.

‘Öyle bir şey’: Çıktığı evden çöreklendiği saraya, bu arada ameliyatı da dahil, her şeyi ‘kaçak’ bir fenomen. HDP barajı geçmesin diye her şeyi yapmış, yaptırtmış biri; şimdi yine her şeyi yapacak, yaptırtacak; gerekirse iç savaş tezgâhlayacak.

Çok net bir tavır almak lazım: Yüzde 10 barajı, gayri meşrudur, hırsızlıktır; tümden kaldırılmalıdır; milli bakiye sistemi getirilmelidir; “40 bin kişinin katili Öcalan” alçaklığına son verilip bir askere karşı 6 gerilla öldürdük, PKK’yi beş kez bitirdik ifadelerinin eşliğinde ‘dağda’kilerin dağa Merih’ten indirilip veya Çeçenistan’dan getirilip başkalarının toprağına, varlığına, insanına, namusuna tebelleş edilmiş caniler değil, kendi yurdunda kendisi olarak yaşamalarına izin verilmediği için silaha sarılmış yurtseverler olduğu her an, her yerde ve her fırsatta vurgulanmalı ve de ‘illaki yeni bir anayasa’ şeklindeki İslamcı-faşist-oportünist tuzağın tümüyle uzağında durulmalıdır.

Unutmayalım ki, alçak Saddam Halepçe Katliamı’nı yaparken, Kürtlere özerklik tanıyan anayasa yürürlükteydi.