Çocuklara eğitim haklarını teslim etmek, yoksulluğu bitirmek gerekirken Milli Eğitim Bakanı’nın tarladaki çocuktan domates aldığını gördük. İstisnasız her çocuğun yaşam ve eğitim hakları gözetilmek zorunda.

Halk çocuğunun hakkı gasp edildi

Esen Karaküçük - SOL Parti MYK Üyesi Eğitim Çalışma Grubu Koordinatörü

Eğitimde pandemiyle birlikte sorunlar katlanarak büyüdü. “Tam kapanma” denilen, ancak uzmanların “genişletilmiş kısıtlamalar” şeklinde ifade ettikleri bir dönemi yaşıyoruz. Sistemin çarkları dönmeye devam ederken, ülke yasaklar ülkesi haline getiriliyor. Toplumsal muhalefetin sesi anti demokratik kararlarla, kısılmaya çalışılıyor.

Eğitim alanına baktığımızda burada yaşanan eşitsizliklerin yoksul halk çocukları aleyhine derinleştiğini, parası olan ailelerin özel eğitim kurumlarından yararlanabildiğini, yaşanan eşitsizlere karşı toplumda öfkenin biriktiğini gözlemlemek mümkün. Şu ana kadar en az 128 öğretmenin bilimsel uygunluk göstermeyen çalışma koşulları nedeniyle yaşamını yitirdiğini biliyoruz. Saatlerce yüz yüze eğitim yapılması gereken kalabalık sınıflarda, bir yılı aşkın bir süre geçmiş olmasına rağmen, eğitim emekçilerinin ve öğrencilerin sağlığını korumaya yönelik uygun koşullar sağlanmadı. Öğretmenler aşılamada öncelik sırasına giremedi. Okulların açılmasına yönelik zaman zaman aç- kapa kararları verilse de, alınacak önlemler konusunda herhangi bir adım atılmış değil.

1- ÖĞRETMENLER BİR AN ÖNCE AŞILANMALI

Bakan Ziya Selçuk ilk doz aşısını 24 Şubat’ta vurulmuş iken ve bakanlığa yakınlığı ile bilinen kimi zincir özel okullarda öğretmenler aşıya ulaştı. Kamu kurumlarında ise yüzde 75’i yani 1 milyon 540 bin öğretmen aşı olamadı. Özel okullara tanınan hakkın kamu okullarına tanınmamış oluşu AKP iktidarının siyasal ayrımcılık politikasının açık bir göstergesidir. Yüzbinlerce eğitim emekçisi öncelikli grupta yer almazken turizm çalışanlarının öncelikli aşı programına dahil edilmesi de yine siyasi iktidarın sermaye söz konusu olduğunda tercihinin emekçiden yana olmadığını açıkça göstermektedir. Devlet yönetiminin tüm eğitim emekçilerini aşılama sorumluluğu ve zorunluluğu öncelikli olmalı, düzenli testler ve gerekli önlemlerle birlikte uygun koşullar yaratılarak en kısa zamanda yüz yüze eğitime geçilmelidir. Kısıtlamaların kaldırılmasında okullar öncelikli olmalıdır.

2- SERMAYENİN HESABI ÖĞRENCİYİ UNUTTURUYOR

Eğitim hakkından yararlanamayan, eşitsizlikler karşısında geleceğine ve umutlarına sahip çıkmaya çalışan çocuklarımızın feryatları her yerden duyuluyor. Bu sesleri duymaya niyeti olmayanlar ise vitrine oynuyorlar. Başkentin Çiğdemtepe mahallesinden bir çocuk, pazarda poşet taşıyarak çalışmasını anlatırken “buralarda kimse 10 yaşından sonra çocuk olmaz, çünkü çalışmak zorundadır” diyor. Türkiye’nin eğitim çerçevesini buradan görebiliriz. Kayıtdışı, güvencesiz, sigortasız çalışan çocuklar, ailesi pandemide işten çıkarılan part-time iş peşinde liseliler, sığınmacı, göçmen çocuklar, kuryelik gibi işlerde çalışanlar, ev işçiliği yapan kız çocukları örnekleri çocuk işçiliğinin ve eğitimden kopuşun ülkemizde vardığı boyutu gözler önüne seriyor. Çocukluğu çalınanlar, eğitim haklarını teslim etmek, yoksulluğu ortadan kaldırmak gerekirken, Milli Eğitim Bakanının tarladaki çocuktan kitap domates alışverişi yaptığını gördük. İstisnasız, ayrımsız her bir çocuğun yaşam ve eğitim hakları gözetilmek zorundadır.

3- EĞİTİMDE EŞİTSİZLİK DERİNLEŞİYOR

Ziya Selçuk, Türkiye Özel Okullar Derneği etkinliğinde dikkat çekici bir açıklama yaptı. Dijitale doğru dönüşüm, kitlesel eğitimden kişisel olan eğitime gidişat, eğitim teknolojilerinin güçlü araçları, çocukların farklı sorumlulukları ve ihtiyaçları olduğu şeklinde saptamalarda bulundu. “Fırsat eşitliği” yerine “fırsat adaleti” ifadesini tercih ettiğini ekledi. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nden temelini alan “eşitlik” kavramı, eğitim hakkında da eşit koşul ve olanakların sağlanması ilkesini anlatır. Kitlesel eğitimden kişisel eğitime gidişat, toplumsal kitlelerden birilerini seçerek, eğitim koşullarını ve olanaklarını onlar için yaratmak olarak yorumlanabilir. Bakan yaptığı açıklamalarla eğitimin herkes için erişilebilir olamayacağını mı ifade etmektedir? Örneğin köy okulları sorunları bakanlık tarafından ele alınmayacak mıdır? MEB verilerine göre 4 milyon 247 bin öğrenci uzaktan eğitime erişemiyor. Bize göre onların “fırsat adaleti” gerçekte adaletsizlikten başka bir şey değildir. Çünkü duyum ve tanıklıklarımıza göre özel okulların bir kısmında sınav kağıtları öğrenci dışında birileri tarafından doldurulmakta, sınav evrakı olarak kabul edilmektedir.

4- TOPLUMSAL KESİMLER ÖĞRETMENSİZ BIRAKILIYOR

Milli Eğitim Bakanı göreve geldikten sonra 2023 vizyon belgesi ile birlikte öğretmen alımlarında pedagojik formasyon aranmayacağını söyledi. 1 Ocaktan itibaren bu uygulamanın başlayacağını, öğretmenler mesleğe kabul edildikten sonra pedagojik formasyonun bakanlıkça ve protokol yapılan üniversitelerce verileceğini ifade etti. Kılavuz yayınlandığında 2021 yılında da formasyon isteneceği anlaşıldı. Bakana inanmış olan mezunların bir kısmı formasyon almadıklarından öğretmen alımlarında başvuru yapamadılar. Lisans mezunu 5000 civarında öğretmen mağdur oldu. Bu durum bakanın bireyselleşmiş, dijitalleşmiş, teknoloji yoğun eğitime geçileceği açıklamalarıyla birlikte düşünüldüğünde, ataması yapılmayan öğretmenlerin sayısının düşürülmeye çalışıldığı sonucuna varmak yanlış olmayacaktır. Ayrıca formasyonun kaldırılması öğretmenlik mesleğini değersizleştirmekte, mesleği sıradanlaştırmaktadır. Herkesin öğretmenlik yapar hale getirildiği mevcut durumda; öğretmen ve öğrencilerin kendilerini geliştirmeleri engellenmekte, çocukların yaratıcılıklarının ve benlik saygılarının filizlenmesinin önü kesilmektedir. Salgında eğitim yönetimi bilimsel, öğrencilerin üstün yararını gözeten, toplumsal faydayı önceleyen bir şekilde değil, AKP iktidarının ihtiyacı için bir başarı hikayesi oluşturma ve sermaye çevrelerinin gereksinimlerini karşılama amaçlı inşa edilmektedir. Mevcut durumda öğretmen kimliği yeniden sorgulanmalıdır.

5- NEOLİBERALİZM ÖĞRETMENE DÜŞMAN

Kamu emekçilerinin iş güvencelerinin hedef alınması,ödemelerinden tasarruf, emekliliğin fiili tasfiyesi, esnek çalışmanın ve angarya işlerin dayatılması gibi uygulamalar güvenceli istihdamı ortadan kaldırmaktadır. Eğitim emekçilerini güvencesizleştirme uygulamaları; AKP iktidarının piyasa koşullarına uygun, esnek çalışmaya, emek sömürüsüne dayalı eğitim tercihinin bir sonucudur. Bugün kamusal ve herkes için eşit eğitim anlayışı yerine; eğitimi ticarileştirme, veliyi yurttaş değil müşteri görme anlayışına dayanan neoliberal politikalar kalıcılaştırılmaya çalışılmaktadır. Dayatılmakta olan bu eğitim anlayışı ile meslek güvencesi ortadan kaldırılmakta, çok sayıda işsiz öğretmenin daha ucuza çalıştırılabileceği hesaplanmaktadır. Kurum yöneticilerinin sözleşmeli çalışanı işsiz kalmakla tehdit ettikleri, koşulsuz itaati dayattıkları, ayrıştırıcı, insan haklarına aykırı ve adil olmayan tutumları öğretmenleri mobing uygulamalarına maruz bırakmaktadır. Güvencesiz çalıştırma uygulaması ile kamusal hizmetin tasfiyesi sonuçları birlikte düşünülecek olursa, toplumun tamamı için mağduriyet yaratıldığını söylemek mümkün olur. Eğitim yönetimi, salgını fırsata çevirerek; eğitimde güvencesizleştirme uygulamaları kararlarını alırken, özellikle özel okul patronlarının ve sermaye çevrelerinin taleplerini karşılama motivasyonu ile hareket etmektedir.

KAMUSAL VE LAİK EĞİTİM EŞİTLİK TALEBİ

Neoliberal tahakküm, siyasal İslam ile beslenerek, kamusallığı ve laikliği hedef alıyor. Eğitim alanı bir yandan özelleştirilirken, diğer yandan toplumda ayrıcalıklı olanlar, dine dayalı yönetim anlayışını savunanlar boşaltılan kamusal alanlara yerleştiriliyorlar. Kamusal bir hizmet olan eğitim, protokoller aracılı ile tarikatlara ve cemaatlere bırakılıyor. İdeolojik taşıyıcı özelliği kullanılarak, eğitim laiklikten koparılmaya çalışılıyor. Toplumun sağcılaştırılması ve dinselleştirme stratejisi birlikte yürütülüyor, siyasal İslamcı neoliberal sistem dayatılıyor.