Mitoloji bize Zeus’un ne kadar ahlaksız, nefsine düşkün ve kolayca zorbalaşabilen bir tanrı olduğunu anlatır ama bu hale nasıl geldiğini anlatmaz -ahlaki profili kralların karılarıyla bir gece geçirebilmek için o insanların kılığına girebilecek kadar düşük bir tanrıdan söz ediyoruz.

Herhalde Zeus Olimpos inancının en başından beri böyle çapkın bir zorba değildir; dağın zirvesinde oturup insanların eylediklerini izleyen, zaman zaman müdahalede bulunan bir aşkın varlık biçimiyken kendi arzularından başka pusulası olmayan, sıradan ölümlüleri umursamayıp sadece üç-beş kahramanın yaşamıyla ilgilenen kontrolsüz bir şımarıklık abidesine dönüşmesi belli bir süreçte gerçekleşmiş olmalı. Aile ve okul gibi diğer toplumsal kurumlarla birlikte din de organize oldukça, insan yeryüzü üzerindeki dönüştürücü gücünü keşfettikçe, algılama biçimleriyle birlikte anlatılar da değişip geliştikçe ‘ululardan ulu, yücelerden yüce’ tanrı ihtiyacından uzaklaşmış, Zeus’u giderek süfli bir insan figürüne dönüştürmüştür büyük olasılıkla. Bunu ‘verilen yetkilerin geri alınması’ olarak tanımlamak da mümkün; tam da insan aklı geliştikçe, doğanın işleyişini anladıkça ‘her şeye kadir tanrı’ ihtiyacının azaldığı bir süreçte olması beklenecek türden bir gelişme.

Sürecin nasıl işlediğini bilmiyoruz ama bu dönüşümde insanın güç ve yozlaşma arasındaki ilişkinin ayırdına varmasının da etkin olduğunu tahmin etmek zor değil. Lord Acton’ın ünlü tanımındaki -“İktidar yozlaştırır. Mutlak iktidar mutlak biçimde yozlaştırır”- ve Mevlana’nın müthiş sözündeki -”Halk kime secde ederse onun canını zehirliyor demektir”- gerçeklik, insanlık tarihinde ortaya çıkan ilk iktidar ilişkisinden bu yana biliniyor. Söz konusu miti oluşturan insanların kafasında da zamanla ‘güç zehirlenmesi’nden mustarip bir Zeus portresi oluştuğunu tahmin edebiliriz.

Kitle kültürü sayesinde süper kahramanlar etrafında örülen modern zamanlar mitolojisinde anlatılar yakın tarihli olduğu ve insan aklının belli bir gelişmişlik noktasında ortaya çıktığı için neyin ne olduğunu, insanüstü varlıkların hangi süreçlerden geçtiğini -Süpermen’in dünyaya nasıl geldiğini, nasıl yetiştiğini, Örümcek Adam’ın örümcek yeteneklerine sahip olmadan önce nasıl bir hayat yaşadığını vs.- biliyoruz. İçinden geçtiğimiz dönemde bu süreçlerin bilgisi daha da önemli hale geldi; 21. yüzyılın gelişmiş algısında artık süper kahramanlar da sıkıntı yaşıyor, zayıf düşüyor, güçlerini kaybedebiliyorlar. En mühimi, sahip oldukları iktidarın onları ve çevrelerini nasıl zehirlediğini görebiliyoruz artık: Örümcek Adam’ın “Büyük güç büyük sorumluluk getirir.” sözünün içeriğini kavrayabilmesi için amcasının ölmesi gerekti, uzaydan gelen Venom’un etkisiyle daha da güçlendiğinde sevdiklerine bile zarar vermeye başladı. Bu yüzden bugünün süper kahraman anlatıları çok bariz biçimde ikircikli davranıyor: Birisine güç verildiğinde, hele fazladan güç verildiğinde başımıza kötü bir şey gelmeyeceğinden emin olabilir miyiz? İktidar yozlaştırıyorken, mutlak iktidar mutlak biçimde yozlaştırıyorken, gücün zorbalık doğurma olasılığı epey yüksek iken mümkün mü böyle bir şey?!

Tarihe bakılırsa bunun cevabı ‘hayır’. Hele dünyada anakronik biçimde hâlâ birçok zorba politikacı varken bu güç aktarımı daha da tehlikeli hâle geliyor. Yetkilerin azaltılması ve paylaştırılması gereken bir ortamda zorbaya güç verdiğinizde ortaya ‘daha güçlü zorbalık’tan başka bir şey çıkmıyor.

Büyük güç büyük sorumluluk getirir, zorbalar bunu bilmez, bilse de umursamaz; sürekli güç peşinde koşarken zerre kadar sorumluluk hissetmezler, gücü ortak iyilik için değil sadece kendi amaçları için kullanırlar. Güç ve sorumluluk ilişkisini umursamadıkları için zorbalıklarının temelindeki yozlaşma kolayca ve hızla yükselir. Mutlak iktidara yaklaştıkça daha da yozlaşırlar.

Neyse ki tarihin öğrettiği bir başka bilgi var: Olimpos’u yapan da halktır, yıkan da! Halk bir noktaya kadar boyun eğer belki, ama yeri geldiğinde zorbalığa ‘hayır’ demeyi bilir. Bu yüzden halk Zeusgiller’den güçlüdür, bu yüzden halk olmak güzel bir şeydir.