AKP Genel Başkanı’nın eğitimde ve kültürde hedefledikleri noktaya gelememiş olmalarına üzüntüsünü dile getirdiği konuşma liderinin örgütüne talimatı gibiydi. Reis, konuşmasının bir yerinde “Mevcut durumun analizi ve yapılması gerekenler için çok ciddi hazırlıklar ortaya koymalıyız. STK’ların girmediği alan olmamalı. Her alan STK’ların olması gerekir. Her alanda bu gençlik yerini almalıdır. (...) Devlete istikamet verecek olan STK’lardır” dedi. STK dediği göbeğinden devlete bağlı vakıflar. Arsası, parası, binası; yasası, yönetmeliği, yöneticisi devletten… Devlet beslemesinden sivil toplum mu olurmuş. Geç bunları!

Reis basbayağı devleti örgütüne tahsis etmiş. Hangisi, sivil toplum örgütü dediği vakıflar mı, vakıfların yönettiği eğitim kurumları mı devlet ayırt etmek imkânsız. Gülen Cemaati, AKP’nin sayesinde devletle bütünleşince yarı politik bir isim bulup kendine Hizmet Hareketi demişti. AKP ise Gülen’den aldığı esinle yandaş cemaatleri daha kadim bir örgütlenme biçimi olan vakıflarda topladı. Al birini vur ötekine; hangisine sorsan “hayır kurumuyum” diyor; fakat aralarında elini cüzdanına atıp hayır yapan yok, gözleri vergi mükelleflerinin cebinde, devletin sağlayacağı ayrıcalıklarda.

AKP’li cumhurbaşkanı, eğitim ve kültürde hedeflediği noktaya, örgütsel faaliyetini vakıf adı altında sürdüren cemaatlerle ulaşacak! İki haftadır devlete istikamet vermelerini sağlamak üzere her biri başka bir vakıfta bir araya gelen cemaatlere rol veren eğitimle ilgili görev emirleri yayımlanıyor. İlki öğretmenlerle, ikincisi din dersleriyle, üçüncüsü belediyelere okul açma izninin verilmesiyle ilgiliydi.

Sunucusundan başlayalım; Özel Öğretim Kurumları Yönetmeliğinde yapılan değişiklikle (20 Haziran 2017 tarihli Resmi Gazete) Eğitim Bakanlığına paralel olarak belediyelere eğitim kurumu açma yetkisi verildi. Sosyal Etkinlik Merkezi adı altında açılacak eğitim kurumlarının paydaşı sadece resmi ve vakıf üniversiteleri olabilecek. Belediyeler işin maddi kısmıyla ilgili olacak, eğitim içeriğini ise paydaşları belirleyecek. Her cemaatin bir vakfı, her cemaat vakfının bir üniversitesi olduğuna göre AKP ve MHP’li belediyelerin fiziki imkânlarını kimlerden yana kullanacağını tahmin etmek zor değil. Sosyal etkinlik işin kılıfı; basbayağı parti okulu açıyor adamlar.

Geçen hafta da ders dağıtım çizelgesiyle oynadılar. Önce şunu belirteyim; okutulacak ders ve derslerin yıl içindeki süresi öğretim programlarından önce belirlenir. Hangi dersi niçin ne kadar süreyle vereceğini bilmeden program yapılamaz. Fakat Eğitim Bakanlığı işe tersinden başlıyor; öğretim programları üzerindeki çalışmasını bitirdikten sonra haftalık ders dağıtım çizelgesini değiştirdi. Kimi derslerin süresi azaltılırken kiminin süresi uzatıldı. Örneğin biyoloji programı haftalık üç saatlik ders süresine göre hazırlanmışken program üzerindeki çalışma bittikten sonra dersin süresi iki saate indirildi. Din dersinin haftalık ders süresi bir saat artırıldı. Yenilenen programların arasında bulunmayan bu dersin müfredatı haftada bir saate göre yapılmıştı. Liste hazırlamadan alışverişe çıkmış, dahası almadığı sebzelerle yemek yapmaya yeltenen şaşkın aşçı gibi hiç hesapta yokken araya yeni dersler sokuşturuldu. Önemli mi, tabii ki önemli.

Gelelim Öğretmen Strateji Belgesi’ne; 17 Haziran 2017 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan öğretmen strateji belgesi halkın değil, devletin de değil, partinin öğretmenini arayan bir belge.

Öğretmenlik “milli ve evrensel değerleri yücelterek yeniden üreten” meslek olarak tanımlanıyor. Belgenin bu birinci amacı, öğretmeni iktidar talebiyle eğitimin dayandığı bilimsellik arasında seçim yapmaya zorlayacaktır. Bu strateji belgesini hazırlayan hükümetin öğretim programlarında yer verdiği değerlerin gelenekselden beslenen milli ve dini olması, öğretmende aranan ve öğrenciye aktarması istenen değerlerin de iktidar tercihine uygun olacağı anlamına gelir. Geleneksel değerlerin siyasi iklim ve iktidar ideolojisiyle değişen soyut ve genel geçer olması, bir ömür boyu kullanılacak mesleki yeterliğin dayanağı olamaz. İktidarın öğretmende aradığı arkaik değerler, öğretmen yetiştiren ve daha sonra onu denetleyecek olan yapıların yasaya dayanan tercihi olacaktır. Öğretmeni iktidar ideolojisine uygun davranmaya zorlayan bu madde, strateji belgesinin hedeflerinden biri olan “kariyer ve ödüllendirme” sisteminin dayanağına dönüşecektir. Milli ve manevi değerlerin yüceltilmesine yapılan vurgu, mevcut iktidarın siyasi tercihini ve şu an öğretmenler üzerindeki baskının dayanağı haline getirmektedir. Öğretmenler ve okullar öğrencilere elbette değer kazandıracaktır Ancak bu değer, demokrasi, laiklik, insan hakları gibi bilim, sanat ve felsefi dayanağı olan evrensel değerler olmalıdır.

Yeni öğretim programlarının “değer temelli” hazırlanmış olduğu dikkate alındığında, Strateji Belgesinin bir amacının da öğretmeni müfredatla uyumlu hale getirmek olduğunu söyleyebiliriz. Uyum sorunu yaşayanlar için önlem unutulmamış; mesleğin statüsünü iyileştirmeyi amaçlayan belgenin ikinci amacının Performans Değerlendirme olması, dört yılda bir sınava tabi tutulması öğretmenlerin disiplinle yola getirileceği tezine dayanıyor.

Strateji Belgesi, öğretmen olabilmek için herhangi bir üniversite mezun olmayı yeterli buluyor. Öğretmen yetiştirmeyi esas alan bir strateji belgesinde öğretmen yetiştiren fakültenin tanımlanmamış olması mevcut uygulamanın devamı anlamına gelmektedir. Ana Tema çizelgesine “Öğretmen Yetiştirme ve Geliştirme Stratejisi”nin eklendiği bir temel belgenin öğretmenin hangi eğitim kurumunda yetişeceğinin belirtilmemiş olması ciddi bir sorundur.

Eğitim fakültelerine öncelik verilmek koşuluyla herhangi bir fakülteden mezun olan kişinin sertifika programlarına katılarak öğretmen olabilmesi zaten mevcut durumda da mümkün. Bununla birlikte öğretmen yetiştiren kurumların kontenjanlarını belirlerken MEB verilerinden yararlanılacağı belirtilmektedir. Öğretmen yetiştiren kurumun işaret edilmeyip adayların “üniversite mezunları arasından en uygun olanının” seçilecek olması, sertifika programlarına katılan her mezunun potansiyel öğretmen olarak görüldüğü anlamına gelir. Stratejisi olmayan bu düzensizlikte kontenjanı kim neye göre belirleyecektir.

Belgeyi okudukça her satırında yeni bir saçmalıkla karşılaşıyorsun; mesela, performans konusunun başlığı öğretmenlerin gelişim ihtiyaçlarının tespiti olmasına rağmen performans değerlendirme sisteminin ödüllendirme ve cezalandırmada kullanılacağı belirtiliyor. Ardından öğretmenlik mesleğine yönelik algıyı iyileştirmek ve mesleğin statüsünün güçlendirmekten bahsediliyor. Fakat öğretmenin statüsünü güçlendirecek Öğretmen Strateji Belgesi’nde öğretmenin ekonomik, özlük ve sosyal haklarına ilişkin bir tümce dahi yok. Aksine öğretmenliğin statüsünü zayıflatan, çalışma koşullarını ağırlaştıran uygulamalardan birincisi olan sözleşmeli öğretmenliğin yaygınlaştırılarak devam edileceği beyan ediliyor. Şaka gibi…

Bu üç konuda söyleyeceklerim bitmedi ama ne yazık ki yazı sınırımı aştım. Özetle müfredatıyla, okuluyla, öğretmeniyle bir bütün olarak eğitimin parti programına uydurulduğu bambaşka, tehlikeli bir sürece girdiğimizi söyleyebilirim.