Meclis bahçesinde düzenlenen ‘Adli Yıl’ açılış resepsiyonunda aralarında bakanlar ve yüksek yargı mensuplarının da bulunduğu bir grup insan, Meclis Başkanı Binali Yıldırım’ın ikram ettiği içi et dolu tabağa bakıyor. Akıllar şüpheyle dolu. Kimsenin eli gitmiyor. Sessizliği Yıldırım bozuyor. “Bu etlerde şarbon var mı?” Yargıtay Başkanı İsmail Rüştü Cirit yanıtlıyor “Hiçbirinde GDO yok, hepsi güvenilir.” Şarbon konusunda şüphesi olacak ki yine de ete yönelmiyor. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın “Etler iyi pişmiş, şarbon olmadığına garanti veririm” sözüyle Yıldırım aradığı tadımcıyı bulduğu için mutlu. “Sağlık bakanı denetlesin o zaman.” Yine olmuyor. Bakan tedirgin. Tutukluk yapan iştah zinciri Tarım- Hayvancılık Bakanı Bekir Pakdemirli’nin hamlesiyle kırılıyor. Sonrası, etler elden ele...

• • •

Kameralara yansıyan bu tereddüttün sebebi Et ve Süt Kurumu’nun Brezilya’dan kurbanlık olarak getirttiği hayvanlarda şarbon tespit edilmiş olması. Hastalığına neden olan dirençli bakteri toprakta, suda 60 yıl boyunca canlılığını koruyabiliyor. Gıda mühendisi Bülent Şık, ölümcül olan şarbon mikrobunun uygun bir ortam bulduğunda yeni bir hayvana ve insana kolayca bulaşıp çoğalabildiği; şarbonlu etlerin yenilmesinin bağırsak şarbonu denilen hastalığın oluşmasına neden olacağı ve bunun da ölüm oranı çok yüksek bir hastalık olduğu konusunda uyarıyor. Aynı şekilde hasta hayvanların derisinden havaya da karışabilen bakteriler, solunması durumunda, bir iki gün içinde ölümle sonuçlanan akciğer şarbonu hastalığına neden olabiliyor. Kısacası hastalığın görüldüğü yerde çalışanlar başta olmak üzere temas olasılığı olan herkes risk altında.

• • •

Hayvan sürülerinin düzenli olarak veteriner hekim kontrolünden geçtiği, aşılama hizmetlerinin periyodik olarak yapıldığı ülkelerde şarbon hastalığına ender olarak rastlandığını söyleyen Şık, ülkemizde gıda güvencesi ve güvenliğini sağlamaya yönelik kamusal sistemin zaaf içinde olduğunu belirtiyor. Yaşananlar ise tüketicinin gıda güvenliğini sağlamakla sorumlu Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın ithal edilen hayvanlarda gerekli kontrolleri yapmakta yetersiz kaldığının kanıtı. Daha önce de Bosna Hersek ve Polonya’dan ithal edilen etlerde insan sağlığına zararlı bakteri tespit edilmişti.

• • •

Türkiye, coğrafi konumu ve iklim şartları bakımından tarım ve hayvancılıkta kendine yetebilen bir ülkeyken hızla dışa bağımlı hale getirildi. Yanlış ekonomi politikalarındaki ısrar sonucu maliyeti karşılayamayan yerli üretici her geçen gün kan kaybederken, on binlerce kilometre uzaktan gelen ete, buğdayda, pirince muhtaç hale geldik. Tarım ve hayvancılık devlet eliyle desteklenmesi gereken en önemli milli meselelerden biri iken, üretim koşulları üzerindeki denetimin ithalatı gerçekleştiren şirketlerin insafına bırakılmış gıdalarla karnımızı doyurmaya çalışıyoruz. Tarım yapmak için tohum, gübre, ilaç ve mazot gibi dışarıdan satın alınan ürünlere muhtaç olan çiftçinin artan maliyetlerine destek olup üretimi artırmak yerine, milyonlarca insanın yaşaması için gerekli olan temel gıda maddelerinde dışa bağımlı bir politika izlemenin her şeyden önce halk sağlığı açısından büyük tehlike barındırdığı ortada.

• • •

Et ve Süt Kurumu şarbon tespit edilen etlerin piyasaya sürülmediğini açıklamıştı; ancak birkaç gün sonra Sivas, Çorlu ve İstanbul’da da şarbon hastalığı görüldü. 2011-2012 yıllarında Polonya’dan ithal edilen 3 bin sığır etinde ‘deli dana’ hastalığına rastlanmış ve bu durum Polonya’nın başlattığı soruşturma kapsamında öğrenilebilişti. O zamana kadar etler nerelere satıldı? Şarbon Ankara’yı nasıl aştı? Yurt dışına ihraç ettiğimiz ancak üzerinde zehirli tarım ilacı tespit edildiği için iade edilen domateslere, limonlara, biberlere ne oldu? Sorular cevapsız, gıdalar güvencesiz. Yerel üreticiye ürünlerini çürümeye bıraktıran, hayvancılık yapmaktan vazgeçiren, halk sağlığını göz ardı eden gıda politikaları, çok uluslu gıda şirketlerinin ve taşeronlarının cebini doldurmaktan başka ne işe yarıyor? Gıdada dışa bağımlı hale gelmiş hangi ülke bağımsızlık iddiasını koruyabilir? Halk sağlığı günlük politik çıkarlara terk edilemeyecek kadar önemli bir konu. Üretimi hedefleyen, çiftçiyi destekleyen planlı ve sürdürülebilir bir tarım politikası öncelikli meselemiz olmalı.

» Yazılarımda bilgi ve görüşlerinden her zaman yararlandığım sevgili dostum, Barış Akademisyeni Bülent Şık’ın gıda güvenliği üzerine yazdığı ‘Mutfaktaki Kimyacı’ raflarda. Halk sağlığının fazlasıyla göz ardı edildiği bu dönemde özellikle tavsiye ederim.

» Bir süre kendimi gündem takibinden azat edeceğim. Ekim ayında görüşmek üzere.