1961 yılında Vedat Türkali, Ertem Göreç, Ruhi Su, Yalçın Tura gibi bir grup muhteşem isim bir araya geldi ve Türkiye sinema tarihinin en güzel toplumsal içerikli filmlerinden birini yaptı. Otobüs Yolcuları adlı bu filmde, Demokrat Parti iktidarında başlayan kentleşme furyasının ortaya çıkardığı dolandırıcılık, yolsuzluk ve arazi mafyası sorunları, tıpkı memleket gibi olan bir belediye otobüsü ve onun yolcuları üstünden ele alınıyordu.


Aradan 60 yıl geçmesine rağmen, ne yazık ki filmin hikâyesi güncelliğini koruyor. Hem de ne koruma! Ülkenin tüm gündemini, bizzat ulusal ve yerel yönetimler eliyle palazlandırılan ‘son derece yasal’ bir inşaat mafyası belirliyor. Ama ilginçtir, toplumun yaşamını doğrudan etkileyen bu soruna dair Otobüs Yolcuları tarzı yeni film yapılmıyor. ‘Kentsel dönüşüm’ün maddi ve psikolojik etkilerine dair belgeseller var, ama bu filmlerin seyirciye ulaşması çok zor. Seyirciyle buluşma olanakları yüksek olan kurmaca sinemadaysa, bu konu hem yok denecek kadar az ele alınıyor hem de gerektiği kadar cesaret ve açıksözlülükle anlatılmıyor.

***

Bu sadece Türkiye’nin derdi değil tabii: Politik sinema dendiğinde akla ilk gelen isimlerden biri Francesco Rosi’dir. İtalya’daki dehşet verici politik yozlaşma ve yolsuzluk olaylarını anlattığı Il Caso Mattei/Mattei Olayı (1972) ve Cadaveri Eccelenti/Kusursuz Cesetler (1976), Mussolini faşizmini anlattığı Cristo si è fermato a Eboli/İsa Eboli’de Durdu (1979) gibi muhteşem yapıtlara imza atan Rosi’nin 1963’te yaptığı harika bir kentsel dönüşüm filmi var: Le Mani sulla Citta (Şehrin Üzerindeki Eller). ‘Usulüne çok uygun’ özelleştirmelerle Napoli şehir merkezindeki eski binaları yıkıp yenilerini yaparak inşaat milyarderi olmuş sağcı bir müteahhitin aynı zamanda belediye meclisinde yer alması, hatta ‘yapı işlerinden sorumlu kişi’ olması üzerinden anlatılan, yapımından 60 yıl sonrasına bile ışık tutan çok güçlü bir hikâye bu.

2. Savaş’tan sonra Marshall Planı’na uygun bir kapitalist yeniden inşa sürecine giren İtalya’da yaşananlar, aslında aynı dönemde Türkiye’de yaşananlara çok benziyor: Ulusal ve yerel yönetimleri ele geçiren merkez ve sağ partiler, zengini daha da zenginleştiren son derece hastalıklı bir kentleşme politikası üzerinden ülkeyi yeniden tasarlıyor. Böylece kentin merkeziyle çeperi arasındaki farklılık derinleşirken sınıf atlama çabasının varoluşsal amaca dönüştüğü yeni bir toplumsal yapı beliriyor.

AKP’nin ‘kentsel dönüşüm’ adı altında yaptığı ne kadar inşaat yolsuzluğu varsa, ‘milletin bir yerine koyacak olma’nın mutluluğunu yaşayan ne kadar iktidar bağlantılı inşaatçı varsa, hepsini 60 yıl önce yapılmış bu filmde görmek mümkün. Finale yaklaşırken, belediye meclisindeki sol parti üyesinin müteahhit Nottola ve meclise hitaben yaptığı şu konuşmaya bakın:

“Şu anda yeni yapı sorumlusu olarak seçeceğiniz Vekil Nottola’nın ahlaksız bir iş adamı grubunun önemli isimlerinden olduğunu ve kentin, kendi sahibi olduğu arsalar üzerinde genişlemesini istediğini iddia ediyorum.

***

Evet, doğrudur, yasalar bu salonda yapılır. Sizin de elinizde artık daha büyük bir güç bulunmakta. Ama siyasi gücünüzü sizi buraya getirenlere karşı kullanmaktan hiç çekinmediniz. Tüm vatandaşlara ait olan kent fonundan milyarca lirayı cebinize doldurdunuz. Hem de hiç çekinmeden yaptınız bunu! Bunları meclisten geçirdiğiniz yasalarla yaptınız. Ben sadece o evlerde yaşayan insanlar adına veya çıkarcılara ne olduklarını hatırlatmak için konuşmuyorum. Önceden size boyun eğen insanlar artık birer vatandaş olduklarının farkındalar. Siz de farkındasınız bunun. Bu yüzden yasalara uygun olsun olmasın, güç kullanarak yolsuzluklara devam edeceksiniz. İşte gerçek budur.“

Gerçek hâlâ bu. Ama bu gerçeği şöyle cesurca dile getiren filmler yapılmıyor artık… ‘Cesurca dile getirmek’ derken basitçe slogan atmaktan söz etmiyorum tabii, ama iktidarın “Avrupa’da ekmek 2 Avro, yani 30 lira!” diyerek kandırabileceği kadar cahil bırakılmış bu halkı uyarmak, çelişkiyi gösterebilmek için söylediklerimiz daha anlaşılır, sesimiz daha gür olmalı.

Ki, 60 yıl sonra birileri çıkıp Otobüs Yolcuları ve Şehrin Üzerindeki Eller’i, bu yazıda olduğu gibi anmasın…