Nicedir büyük sermaye cenahında bir şeyler oluyor. AKP Genel Başkanı bazı işadamları ülke dışına para kaçırıyor demişti hatırlarsınız. Sonra sermaye hareketlerine karşı değiliz dese de Erdoğan'ın kimleri hedef aldığını herkes biliyordu. "OHAL'i sizin için ilan ettik" açıklaması, OHAL'de büyümeyi sürdüren patronları bile tatmin etmemişti. Borçları ayyuka çıkan sermaye grupları şimdilerde borçlarını halka ödetme hesapları yaparak servetlerini yurtdışına taşıyor.

İktidarın inşaat odaklı "mega projelerini" yürüten yandaşlar da ekonomide kriz alametlerinin belirdiği şu günlerde Saray'dan yeni ödünler koparmak peşinde. Artık İstanbul sermayesi - Anadolu sermayesi ikiliği falan yok, iktidarın semirttiği patronlar ve kaçış planları yapanlar var. Hepsi de halkın sırtından geçinmeye devam ediyor.

Buraya nasıl geldik? 12 Eylül referandumu öncesine giderek başlayalım. Erdoğan bir tv programında kendilerini siyaseten desteklemeyen TÜSİAD çevresine sitem ediyor ve onlara Türkiye'de sermayenin "ciddi manada" el değiştirdiğini hatırlatıyordu. Erdoğan'a göre artık dünya ile bütünleşen bir Anadolu sermayesi vardı. Bunu hesaba katmayanların akıbeti parlak değildi. Üç yıl sonra AKP'yi "demokrasi havarisi" olarak alkışlayan liberal isimlerden biri Anadolu sermayesinin İstanbul sermayesini "yendiğini" açıklıyordu. AB süreci Anadolu girişimcilerini ayağa kaldırmıştı. İktidar halkı vatandaş, çevreyi merkez yapmış; nihayet seçkincilik sona ermişti! Türkiye sağının kalkınmacılık tutkusu ile liberallerin "demokrasi aşkı" birleşiyordu.

2013 Haziranın da Türkiye yakın tarihinin en büyük halk direnişi ile çalkalandığında ve ceberut iktidar gerçek yüzünü gösterdiğinde liberaller frene bastı. Bu sefer de yandaş kalemler İstanbul ile Anadolu sermayesinin Gezi üzerinden karşı karşıya geldiğini iddia etmeye başladı. Onlara göre laik sermaye Erdoğan'a karşı Gezi'yi destekliyordu çünkü bu sayede yükselen Anadolu sermayesini durduracağını düşünüyordu. Bu hikâyenin iler tutar yanı yoktu; tek gerçek olan iktidarın sermaye grupları arasındaki rekabetten yararlanmak istemesiydi.

AKP, 2013 yazından itibaren iktidarla pazarlık payı olan sermaye grupları üzerindeki markajını arttırdı. Amacı Gezi'yi bahane ederek sermayeyi tümden iktidara tabi kılmaktı. Kimi zaman vergi sopasını gösterdi kimi zaman yeni rant alanları açtı. Nihayetinde Doğan, Sabancı, Koç, Şahenk gibi sermaye grupları yeni dönemin şartlarını kabul etmek kaydıyla avantajlarını korumayı denediler. Kimisi başarılı oldu, kimisi kaybetti.

Anadolu sermayesinin en önemli lokomotiflerinden biri Fethullahçı şirketlerdi. 17-25 Aralık sonrasında kavga kızışınca Anadolu sermayesi güzellemeleri rafa kalktı; Anadolu sermayesi üzerindeki soru işaretleri arttı. Zira el konan sermaye grupları arasında eski "aslanlar", "kaplanlar" pek çoktu. İktidar bloku bu aşamada İstanbul sermayesinden "şüphelileri" saf dışı edip yola tam biat edenlerle devam etme kararı aldı. Doğan'ın medya imparatorluğunun sonunun geleceği de o günlerde belli olmuştu.

1980'li yıllarda Kamu İktisadi Teşekküllerini özelleştirerek sermayeyi besleyen Türk sağı, şimdi de OHAL ve kamu bankaları üzerinden yandaş sermayeyi büyütmeye karar vermişti. Demirören'in Doğan Medya'yı satın alması için bir kamu bankası olan Ziraat'tan kredi sağlanması ile "havuz"da yeni bir aşamaya geçildi. Bu esnada Doğan medyadan çekilirken Ferit Şahenk'in borçlarını ertelemek için bankalarla masaya oturacağı haberi geldi. NTV Spor'u elden çıkaran Şahenk'in NTV ve Star'ı da satmaya çalıştığını sağır sultan bile duydu. Kulislerde Şahenk'in Ülker grubunun izlediği yolu takip edeceği konuşuluyor. Bunun adı bankalardan kopartılan kopartılır, servet yurtdışına taşınır.

İktidar 2019 öncesinde uluslararası sermayeye yeni açık çekler vermek zorunda. Yandaş patronların taleplerini de geri çevirme lüksü yok. Varlık Fonu'ndan beklediğini bulamayan, enflasyonu ve işsizliği eritemeyen, doların ateşini düşüremeyen iktidar halkın cebine göz dikmeye devam edecek. Şeker fabrikalarının özelleştirilmesindeki ısrarı da bundan. İşçisi, çiftçisi, tüketicisi el ele vermiş özelleştirmeye direnirken AKP Genel Başkanı geri adım atmayacaklarını söyleyerek halkla inatlaşıyor. Emperyalist aktörler, para babaları karşısında sürekli çark eden iktidar sıra emekçiye geldiğinde dikleşiyor; geri adım atmayı zayıflık olarak görüyor.

Ama siyaset ile uğraşan herkes bilir ki halk ile inatlaşılmaz. Kadınlarla, gençlerle, emekçilerle, sanatçılarla kavga etmenin sonu hüsrandır. Eğer muhalefet 2019'un Türkiye'de demokratik bir dönüm noktası olmasını arzu ediyorsa şimdi Kırklareli'den Çorum'a şeker fabrikaları önünde yaptığını yapmaya devam etmeli, bunu geniş bir mücadele stratejisine dönüştürmelidir. Memleketin dört bir yanında çiftçilerle tarlalarında, işçilerle fabrikalarda, atölyelerde, öğrencilerle şenliklerde, hastalarla hastane önünde buluşmalıdır. Bu bir seçim kampanyası değildir, bu Türkiye'yi emekten, halktan yana yeniden kurma mücadelesidir.