Prof. Dr. Dilek Dizdar: Savaşın simgesi olan bir yerin, kültür ve toplumların anlaşmasını sağlayan elçilerin yetiştirildiği bir yere dönüşmüş olması bana mutluluk ve umut veriyor. Birbirine düşman iki halkın barışçıl ilişkiler kurması için her birinin ötekinin dilini, kültürünü öğrenmesi gerekiyordu

“Halkların barışçıl ilişkiler kurması için birbirinin dilini öğrenmesi gerekiyor”

Doğuş Sarpkaya

Almanya Mainz’daki Johannes Gutenberg Üniversitesi’ne bağlı, Germersheim'da bulunan Çeviribilim, Dil ve Kültür Bilimleri Fakültesi’nde lisans düzeyinde eğitim verecek ilk Türkçe bölümü açıldı. 2008 yılından bu yana Mainz Johannes Gutenberg Üniversitesi'nde Almanya çapında ana dili Türkçe olan profesyonel çevirmen adaylarına yönelik Almanca-Türkçe ilk yüksek lisans çeviri derslerinin verilmesine öncülük eden Prof. Dr. Dilek Dizdar ve Dr. Şebnem Bahadır, uzun süren uğraşlar sonucunda lisans bölümünü kurmayı başardılar.

Çeviribilim, Dil ve Kültür Bilimleri Fakültesi'nin ikinci kadın ve ilk göçmen kökenli dekanı olan Prof. Dr. Dilek Dizdar ile dil, kültür, çeviri konulu lisans programının eğitim veren yeni Türkçe bölümünün kurulma sürecini, bu süreç içinde yaşanan zorlukları, programın hedef öğrenci kitlesini ve bu bölümü tercih edecek öğrencilerin kazanacakları becerileri konuştuk.

>> Almanya’da Çeviribilim, Dil ve Kültür Bilimleri Fakültesi'nin ilk Türkçe lisans bölümünün kurulması önemli bir gelişme. Bölümün kurulma sürecini anlatabilir misiniz?

Bölümümüz, Mainz Üniversitesi’ne bağlı olan ve en köklü çeviri eğitimi kurumlarının başında gelen Çeviribilim, Dil ve Kültür Bilimleri Fakültesi bünyesinde kuruldu. Burada Türkçe programını başlatmak için Şebnem Bahadır ile 1990’lardan bu yana çalışıyoruz diyebilirim. 1990’ların sonlarında, Germersheim’a doktora hazırlık programı için geldiğimizde, bu ülkede bu kadar Türkiyeli göçmen varken eğitimi verilen diller arasında Türkçe niye yok diye sormuştuk da profesörlerden biri “Türkçe bilen çok nasılsa” demişti. Bu bizi düşündürmüştü. İngilizce, Fransızca da bilen çoktu ve bu diller için profesyonel çevirmene gereksinim duyuluyordu; “göçmen dili” olarak görülen Türkçeye ise aynı özen gösterilmiyordu anlaşılan. Sonra yine burada asistanlık yaparken, Türkiye kökenli ailelerin çocukları olan öğrencilerle tanıştık; Şebnem ve ben ikinci kuşak göçmen çocuğuyuz, anne babamız Almanca bilmezdi pek, iki dilli büyüdük ve daha çocukken çeviri yapmaya başladık. Üçüncü kuşaktan olanlarsa Türkçeyi daha az kullanır olmuşlardı, onların anne babaları da Almanca biliyordu ve evde Almanca da konuşuluyordu. Çeviribilim öğrencileri burada İspanyolca, İtalyanca, İngilizce okuyorlardı ve Türkçelerini kullanmak istiyorlardı. Küçük bir proje hazırlayıp üniversiteye sunduk, adı “Anadili Türkçe olanlar için Türkçe dersleri”ydi. Bugün olsa böyle demezdik. Gelen öğrenciler, “anadillerini” iyi konuşamadıkları için üzülüyordu. Çünkü o dil, anne ya da babalarının dili de olsa kendi “anadilleri” değildi, eğitim aldıkları, arkadaşlarıyla konuşup eğlenirken kullandıkları, kompozisyon yazdıkları dil o dil değildi. O nedenle Almancayı kullandıkları gibi kullanamıyor olmaları doğaldı. 1990’larda geliştirdiğimiz o minik projeyle, şimdi kurulan bölümün tohumlarını atmışız aslında. O dönemde kimse böyle bir bölümün kurulacağını hayal bile edemezdi. Sonra Şebnem ve ben, doktoralarımızı bitirdik ve lisans ile yüksek lisans eğitimimizi tamamladığımız Boğaziçi Üniversitesi’ne dönüp ders vermeye başladık. Ancak buradan hiç kopmadık. Germersheim, çeviribilim alanında çalışmak isteyen akademisyenler için bir cennet adeta. 60 ülkeden öğrencimiz var, 13 dil çiftinde çeviri eğitimi veriyoruz. 2008’de ikimiz de burada öğretim üyesi kadrosuna geçtik. İlk işimiz, Almanca bölümündeki yüksek lisans programında dil seçeneklerine Türkçeyi katmak oldu. Bu da çaba gerektirdi elbette, ama lisans programı açmak daha zor tabii... Üniversitemizin bir Türkoloji bölümü de var ayrıca, orada da güzel gelişmeler oldu, ikinci bir profesörün atanmasını bekliyoruz şu günlerde.

halklarin-bariscil-iliskiler-kurmasi-icin-birbirinin-dilini-ogrenmesi-gerekiyor-745792-1.

>> Türkçenin bu kadar yoğun konuşulduğu bir ülke olan Almanya’da böyle bir bölüm için geç kalınmıştı diyebilir miyiz?

Elbette geç kalındı. Germersheim’daki fakülte, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra özellikle Fransa ile Almanya arasında barışı inşa etmek, iki ülke halkı arasında bağların oluşmasına katkıda bulunmak için, el değiştiren ve sınır bölgesi olan bir bölgede yer alan Germersheim’da kurulmuş. Fakültenin ilk binasının eski bir kışla olması çok anlamlı. Korona günlerinde o binada bulunan ofisime giderken kışlanın ağır kapısını anahtarla her açtığımda bunu düşünüyorum. Savaşın simgesi olan bir yerin, kültür ve toplumların anlaşmasını sağlayan elçilerin yetiştirildiği bir yere dönüşmüş olması bana mutluluk ve umut veriyor. Birbirine düşman iki halkın barışçıl ilişkiler kurması için her birinin ötekinin dilini, kültürünü öğrenmesi gerekiyordu. Çok yerinde, tarihi bir karar. Ancak kurumlar toplumdaki gelişmelere ayak uydurmakta ve gerekli adımları atmakta çok kez zorlanırlar, gecikirler. Siyasi yönelimlerden tutun da kurum içindeki grup ve kişilerin çıkarlarına kadar pek çok şey etkili oluyor burada da her yerde olduğu gibi. Bir de az önce söylediğim gibi dillerin saygınlığı konusu var. Her dil kendi içinde bir değerdir, hiçbiri birinden daha değerli değildir. Ancak nereye baksanız göçmenlerin ve azınlıkların dilleri hor görülür. Almanya’da uyum / entegrasyon politikasının önemli bir unsuru, tek dillilik savıydı, bana pek çok yerde hala öyle gibi gelir. Başka bir dil konuşmak, Almanca konuşmamakla, Almanca konuşmamak da çoğunluk toplumuna uyum sağlamamakla bir tutuluyordu. Türkiye’den gelenler Almanca bilmiyorsa bir türlü uyum sağlayamamış oluyordu da bir Amerikalı iş adamının Almanca konuşmasını kimse beklemiyordu. Sınıfsal bir konu bu aynı zamanda.

>> Bölümü kurma sürecinde ne gibi zorluklarla karşılaştınız ve bunları nasıl aştınız?

Bu, 1990’ların sonlarında başlayan bir süreç aslında, dediğim gibi. Bu süre içinde devamlı olarak “Haydi Türkçe bölümü kuralım” demedik tabii. Ama gerekli ve önemli olduğunu biliyorduk, o nedenle hiç de vazgeçmedik. Şebnem ve ben öğretim üyesi olarak burada çalışmaya başladığımızda işimizin Türkçeyle ilgisi yoktu tabii, çünkü Türkçe programı yoktu. Ama Türkçesini geliştirmek isteyenler için dil merkezinde arada bir açtığımız dersler, sözünü ettiğim projenin devamı niteliğinde girişimler... derken yüksek lisans programını başlattık. Baktık, hem aileden dili biraz bilerek gelip geliştirmek isteyenler var hem de Türkiye’yi ve Türkçeyi merak eden, dili sıfırdan öğrenmek isteyenler. Yüksek lisans programımız onlara uygun değildi. Çok iyi bilerek gelenleri alabiliyorduk sadece. Lisans programını açmak için yıllarca bir kuruldan ötekine girdik, tekrar tekrar yeni taslaklar, başvurular hazırladık usanmadan. Bir yandan da yüksek lisans programımızı canlı tutmak için çaba gösterdik. Etkinlikler düzenledik, konuklar çağırdık, Türkiye’de üniversitelerle iş birliği başlattık. Pek çok güzel iş çıkardık öğrencilerimizle: Şairlerle birlikte hazırlanan şiir çevirisi kitabından tutun da yönetmenle çalışılarak üretilen belgesel filmlere, tasarım bölümüyle birlikte oluşturulan (ve ödül alan!) yemek kitabından göçmenlere yönelik demans hastalığı broşürüne kadar pek çok güzel proje çıktı. Bunlar, fakültede görünür olmamızı sağladı. Bir yandan da akademik ve idari olarak yol aldık. Şebnem, eğitimde yenilikçi projeleriyle yıllardır dikkat çekiyor, ödüller alıyor. Türkçeyle doğrudan ilgili projeler değil bunlar, ama daha önce hiç yapılmamış şeyler yapıyor, yeni ders yöntemleri geliştiriyor. Ayrıca çok iyi bir çevirmen, hem sözlü hem yazılı çeviri yapmaya, bu şekilde öğrencilere örnek olmaya devam ediyor. Öğrenciler ona bayılıyor, fakültedeki herkes de saygı duyuyor. Ben de epey bir süredir idarecilik yapıyorum. Bir ay önce dekan seçildim, ondan önce dekan yardımcısıydım. Herkes kurum için, öğrenciler için canla başla çalıştığımızın farkında, biz işimize, öğrencilerimize ve meslektaşlarımıza nasıl ciddiyetle yaklaşıyorsak onlar da bizi ciddiye alıyor sağ olsunlar. Geçen yıl, Türkçe programının açılması konusu bilmem kaçıncı kez fakülte kuruluna geldiğinde ‘ama kadro nereden gelecek, ders sayısı hesabı tekrar yapılsın’ gibi şeyler söylendiğinde, “Bakın arkadaşlar, artık oyalanmayalım, birbirimizi de oyalamayalım. Bu kararı artık alacaksak alalım, almayacaksak almayacağımızı bileyim. Bir daha gündeme getirmeyeceğim” dedim. O hesaplar yine de tekrar yapıldı tabii, ama karar alındı. Sonrasında üst kurullar vs derken yine epey sürdü. Üstüne bir de korona geldi, neredeyse yetişmiyordu bu kayıt dönemine. Bölümün şimdi kurulması bana mucize gibi geliyor. Bizimki uzun süre iğneyle kuyu kazmaktı, ama sonunda bir anda oluverdi işte. Çok sevinçli ve heyecanlıyız!

>> Hedeflediğiniz öğrenci kitlesinden bahsedebilir misiniz? Kimler bu bölüme başvurmalı?

Türkçe biliyorum ama epey eksiğim var diyenler de çok az biliyorum, hiç bilmiyorum diyenler de gelsin istiyoruz! Şimdiye dek pek çok ilgili öğrenciyi geri çevirmek zorunda kaldık, artık öyle olmayacak. Elbette bu, esnek olmayı, yenilikçi yöntemler geliştirmeyi gerektiriyor. Hiç Türkçe bilmeyen biri ile aslında dili gayet rahat konuşan, kendini gramer ve yazım konusunda geliştirmek isteyen arasında büyük fark var. Bunu dikkate alacağımız bir yöntem geliştirmekteyiz, çalışmalarımız sürüyor. Almanya’da liseyi bitirmiş, Türkçe öğrenmek ya da Türkçesini geliştirerek meslek hayatında kullanmak isteyen herkes başvurabilir. Türkçeyi birinci yabancı dil olarak seçen öğrenci, ikinci ve üçüncü bir dil de seçebilecek. Örneğin Türkçe, İngilizce, Portekizce. Ya da Türkçe, İspanyolca, Arapça. Ya da yalnız iki dil: Türkçe ve İtalyanca gibi.

>> Bu bölümde okuyan öğrencilerin mezun olunca edinecekleri beceriler neler olacak? Bunu şunun için soruyorum: Dil yeterliliği mi ön planda olacak? Yoksa dili bilen öğrenciler için daha kapsamlı bir müfredatınız olacak mı?

Dil yeterliliğine ayırdığımız iki temel modül var, aslında bir tam yıl. Ama dediğim gibi, dili bilene ayrı, bilmeyene ayrı program uygulayacağız. Öğrencinin dil düzeyini belirleyerek gereksinimine göre, karma ve modüler bir yöntemle ders sunacağız. Onun dışında, genel dilbilim, kültürbilim ve çeviribilim derslerimiz var. Ayrıca Türkoloji’deki arkadaşlarla ortak bir proje kapsamında geliştirdiğimiz bir edebiyat modülü var. Ancak şunu söylemeliyim, bu bir Türk Dili ve Edebiyatı bölümü değil, ‘Türkçe-Almanca Dil, Kültür, Çeviri’ lisans programı. Vurgu, sadece Türkçe değil, daha çok Türkçe ile Almanca arasındaki ilişki üzerinde.

>> Türkiye’deki Türk Dili ve Edebiyatı bölümlerinin en önemli sorunlarından biri çağdaş edebiyat konusunda yetersiz kalmaları. Diğer sorun ise çok fazla lehçe dersinin olması. Bölümünüzün Türkçenin lehçeleriyle ve edebiyatla ilişkisi nasıl olacak?

Bizi Türk Dili ve Edebiyatı bölümlerinden ve Almanya’da, hatta Avrupa’daki Türkoloji bölümlerinden ayıran tam da bu. Çevirmen yetiştiren bir kurum olarak vurgumuz çağdaş Türkiye Türkçesi üzerinde olacak. Lehçe dersimiz de yok, eski edebiyat dersimiz de yok. Dilin yazılı ve sözlü kullanımıyla, farklı metin türleriyle, çağdaş edebiyatla, dilin başka dil ve kültürlerle, öncelikle Almanca ve Alman kültürüyle etkileşimi ile ilgileniyoruz daha çok. Mezunlarımız bizde dilerlerse yüksek lisansa devam edebilsin ya da iki dil ve kültürün bir araya geldiği sayısız alandan birinde çalışmaya hazır olsun istiyoruz. Bunlar, kültür hayatındaki kuruluşlar, basın yayın organları olabilir, STK’lar, devlet kurumları ya da özel şirketler de olabilir.

>> Başvuruların 1 Haziran’da başladığını biliyoruz. Başvuru süreci ile bilgi verebilir misiniz?

Başvuru süreci başladı, Eylül’e kadar sürüyor. Almanya’da liseyi bitiren herkes başvurabilir. Başka bir ülkeden geliyorsa Almanca bilmesi ve lise diploması denkliği alması koşuluyla yine başvurabilir. Daha fazla bilgi için Türkçe Bölümü sayfası ziyaret edilebilinir: https://tuerkisch.fb06.uni-mainz.de/

>> Son olarak, sizce bir öğrenci neden bu bölümü tercih etmeli?

Dile ve çeviriye ilgi duyanlar için Germersheim biçilmiş kaftan. Bölümümüzü, dil ve kültür zenginliğini sadece kitaplardan öğrenmek yerine günlük hayatta yaşamak ve çok dilli bir ortamda eğitim görmek isteyenler tercih etmeli. Türkiye’den gelen yüksek lisans ve Erasmus öğrencilerinin yanı sıra dünyanın her yerinden, hepsi yabancı dil meraklısı olan arkadaşlarla karşılaşacaklar burada. Bu küçük kentte, derli toplu, gürültüden uzak, huzurlu kampüsümüzde kozmopolit bir dünya barındırıyoruz. Küçük ama, Germersheim Fransa sınırına yirmi dakika, Strasbourg’a bir saat mesafede. Yaklaşık yarım saatte Mannheim, Karlsruhe ve Heidelberg’e gidebiliyorsunuz. Trafik yoğunsa Beşiktaş’tan Taksim’e gidemeyebilirsiniz o sürede!