Adları değil, adlarının gölgesi yeter. Ortak adlarının gölgesinde hüküm sürerler. Herkes kadar ömür sürerler. Fanidirler, fakat fark ettirmezler, zira ne gelen gideni aratır ne giden geleni arar.

Halkların yüreğine kazınmış bir yazar: Vedat Türkali


Doğuş Sarpkaya

Bugün 1 Eylül. Dünya Barış Günü. Barış kelimesinin yasak olduğu, savaşların durdurulmasını istemenin teröristlik sayıldığı bir coğrafyada anlamı katlanarak artan bir gün. Her sene farklı bir garabetle birlikte anılan Dünya Barış Günü’nü, bu sene seçilmiş belediye başkanlarının haklarının gasp edildiği, halkın iradesine darbe vurulduğu bir atmosferde kutluyoruz. Kayyum atamaları sadece siyasi anlamda değil aynı zamanda kültürel anlamda da halkın haklarını gasp etmeye devam ediyor. Dünya Barış Günü için Diyarbakır, Van ve Mardin belediyelerince planlanan kültürel etkinliklerin, kayyum atamaları yüzünden iptal edilmesi bunun en önemli kanıtı. Bu etkinliklerden biri de Diyarbakır Belediyesi ve Ayrıntı Yayınları’nca planlanan Vedat Türkali anmasıydı.

29 Ağustos 2016’da kaybettiğimiz Vedat Türkali, son nefesine kadar kalemi elinden düşmemiş, Türkiye halklarının ve ezilenlerin mücadelesinde en ön saflarda yer almış, eserleriyle ve mücadele kararlılığıyla örnek bir sanatçıydı. Barış için verilen mücadelede de her zaman ön saflarda yer aldı. Aynı zamanda popülerlik kovalamayan, dönemsel modalara göre konu belirlemeyen, nitelikli edebiyatın izini süren güçlü bir yazardı. Bilinç akışı yöntemini kendine özgü kullanımı, gerçekçilikten ödün vermeyen tavrı, romanlarının güçlü sinematografik yapısı ile edebiyatımızı etkilemiş Türkali, gelecek kuşaklarda da okunacak kalıcı eserlere imza attı.

Örnek bir entelektüel

Vedat Türkali’yi Türkiye edebiyatında ayrıcalıklı bir noktaya taşıyan özelliklerden biri entelektüel olarak aldığı tavırdı. Bu tavır, edebiyatındaki biçime de yansıdı ve hem politik hem de edebi olarak tartışmaya değer eserler yazabilmesini sağladı. Edward Said, entelektüel bireyin hangi partiye yakınlık duyarsa duysun, hangi ülkeden gelirse gelsin ve kendini aslen neye bağlı hissederse hissetsin, insanların çektiği acılar ve yaşadığı baskılar konusunda belli doğruluk standartlarından şaşmaması gerektiğini vurgular. Türkali’nin yaşamı bu tanıma bire bir uyar. Romanlarında da aydın sorumluluğu konusunu sıklıkla işlemesi boşuna değil. Kimi zaman yalnız kalmayı göze alan, kendi geleneği ile ters düşebilen bir sanatçının sürekli kendini de sorgulama serüvenini de izleyebiliriz romanlarını okurken. Kendine özgü biçimi sayesinde okuruyla diyaloğu canlı tutarak hem çağdaşı olan entelektüelleri eleştirdi hem de yakın tarihin ve yaşadığı çağın gerçekliklerine nüfuz etmeyi başardı.

Ne ki Vedat Türkali’nin edebiyatının gücü sadece politik doğruculuğuyla açıklanamaz. Bir Gün Tek Başına’dan Bitti Bitti Bitmedi’ye uzanan edebi yolculuğu boyunca konu ve biçimsel tercihleri ile okurunu kendine bağlayan, metnin içine çeken, sürükleyen ama okurdan talepleri olan bir yazardır Vedat Türkali. Hem Türkiye yakın tarihi bilmesini hem de metin içindeki sıçramaları takip edebilmesini ister okurdan. Türkali, romancılık yolculuğunda üçüncü tekilden birinci tekile atlayan, diyaloglarda karşılıklı konuşma formuna dönen ve bunu yaparken bir sarkma, fazlalık hissi yaratmayan tarzıyla okuyucusunu şaşırtmayı başardı.

Rutin bozucu bir yazar

Türkali’nin bilinç akışını kullanırken gerçekçiliğe de göz kırpması ve bunu toplumcu bir bakış açısıyla gerçekleştirebilmesi edebiyatımıza getirdiği önemli katkılardan biri. Eş zamanlı olarak “toplumcu gerçekçi” yaftasını da ideal karakter yaratmaya direnerek söküp attı. Gerçekçiyken, modernistleri selamlayan; klasik roman kalıplarını kullanırken post modern tekniklere kapalı olmayan; romansal adalet sezgisi sayesinde karakterlerini kendisinden özerk kılabilen; politik tercihi ile edebi duruşu arasında karşılıklı bir ilişki kurabilen bir sanatçı olmayı başardı Türkali. Yazarın hem insanın iç dünyasına inen hem de toplumsal gerçekliği yansıtmayı başaran romanlarının formülü burada saklıdır.

Türkali romancılık serüveni boyunca gerçekçi bir yazar olarak görüldü. Çünkü aynı zamanda nesneler ve mekânların insanlarla dinamik ve inandırıcı bir ilişkiye girdiği 19. Yüzyıl romancılarını takip etmişti. Bu açıdan bakıldığında gerçekçidir de. Ama Türkali kendini bununla sınırlamadı: Karakterleri, olayları, çevreyi inandırıcı kılarken; iç monologlar sayesinde bu gerçekliğin rutinini bozan bir strateji geliştirdi. Rutin bozma çabası ise gerçekliği farklı açılardan yorumlama imkânını doğurdu. Bu sayede gerçekliğin kaba yansıtılışının ötesine geçerek gerçekçiliğe, “önemsizi ve ortalamayı aşma olarak bakma, dış görünüşün altına gizlenmiş olan gerçekliğin daha derin özünü” araştırma görevlerini de yükledi.

Kapsayıcı Bir Yazar

Bunu da bilinç akışını kendine özgü yorumlamasına borçlu şüphesiz. Bilinç akışının iç düşüncelerin olduğu gibi aktaran yapısını konuşmacının bir dinleyici veya üçüncü şahsa hitap ettiği ve genelde şiir veya dramalarda görülen dramatik monologlar ile birleştirmenin yollarını aradı Vedat Türkali. Karakterler iç düşüncelerini kimi zaman bilinç akışı kimi zaman dramatik monolog ile aktararak kendi bireylikleri ile dış dünya arasında diyalektik bir ilişki içine girmiştir Türkali romanlarında. Üçüncü tekil şahıs ile birinci tekil iç konuşma arasında akıp giden metinde hem tarihsel bir bakış açısına hem de psikolojik bir derinliğe rastlanır.

Vedat Türkali’nin biçimsel tercihlerinin karakter havuzu ve konu seçimlerini etkilemesi kaçınılmazdı. Türkali, yakın Türkiye tarihini masaya yatırırken, toplumun büyük bir çoğunluğunu yansıtabilmeyi umarak hareket etmiş bir edebiyatçımızdır. Vedat Türkali’nin romanları tek bir metin gibi görüldüğünde, neredeyse tüm topluma yayılmaya, tüm toplumun iç ve dış gerçekliğini anlatmaya çalışan bir yazarla karşı karşıya olduğumuzu düşünmemiz boşuna değildir.

Kısacası Türkiye edebiyatı ve sinemasının büyük bir sanatçısını yitirmenin yanı sıra, kent yoksullarının, işçilerin, ezilenlerin, köylülerin, ezilen, horlanan, katledilen tüm halkların yanında mücadele eden bir aydını kaybetmenin hüznünü taşıyoruz üç yıldır. Ve bu büyük sanatçıyı anma hakkının halkın elinden sivil darbe marifetiyle alınması saçmalığıyla karşı karşıyayız. Oysa kayyum garabetini bize yaşatanların unuttuğu bir şey var: Hayatı boyunca baskılara, sürgünlere, işkencelere, tutuklanmalara, hükümlülüklere rağmen sözünü esirgememiş, inat, inanç ve kararlılıkla son nefesine kadar kalemi elinden bırakmamış bir sanatçı olan Vedat Türkali’nin daha yaşarken halkların kalbinin en derinine kazındığı gerçeği.