Asker kaçağı, hava korsanı Hasan Ekinci, Papaya yalvar yakar olun

Tevfik Fikret, hiç kuşkusuz "imansızın" tekiydi: İnsanoğlunun öyle sapkın ahmaklıkları vardır ki; kendi eliyle put yapar ve bu puta tapar, anlamına gelen: "Beşerin böyle delaletleri var / Putunu kendi yapar, kendi tapar" beytini söylerken, bu "put" ile sadece bildiğimiz totem ve heykelleri değil, bizzat tanrıyı da kastetmişti. Kuşkucuydu, karamsardı. Böyle olması için de yeterince mazereti vardı. Yürekten inandığı her konuda öyle derin hayal kırıklıkları yaşamıştı ki, bir ara bu diyardan çekip gitmeyi bile ciddi ciddi düşünmüş, bunu beceremeyince de tamamen kendi kabuğuna kapanmıştı.

Tevfik Fikret, "imansız" olduğu gibi aynı zamanda "vatansızın" da tekiydi: "Millet Şarkısı" adlı şiirinde "İrfanım tebdili tabiiyet etmiştir" diyerek, milletini, kültürünü inkâr edip aidiyetsizliğini âleme beyan etmişti. Şair bu isyanı, "Sis" şiirinde şu mealdeki satırlarıyla perçinler: "Koynunda birer ceset gibi milyonları barındırıyorsun / Fakat bu milyonlar içinden yüzü ak, alnı açık kaç kişi çıkarabilirsin?"

Acaba onu hayata bağlayan bir inanç, bir bağı yok muydu? Bu soruya "hayır yoktu" denemez. Gerçek şudur ki, şairi hayata bağlayan tek bir bağ ve tek bir inanç vardı. Bu bağın ve inancın adı Halûk'tur. Halûk, onun bütün emellerini kendisine adadığı tek çocuğuydu. 1894 yılında (şair 27 yaşındayken) doğmuştu. O yıl şiddetli bir deprem İstanbul'u sarstığı için, oğlunun doğumu dolayısıyla yazdığı şiirde: "Hayat bir zelzeledir, senin hayatın da zelzeleler içinde geçecek" yollu sözler söylemişti. Fikret'in, oğlu hakkındaki bu kehaneti doğru çıkmadı. Halûk, babasının bütün beklentilerini tersine çıkardığı gibi, bu kehanetini de tersine çevirdi. Çok sakin, ferah ve rahat bir hayat sürdükten sonra, yine sessiz sedasız bir finalle hayat sahnesinden çekildi.

Tevfik Fikret bu çok güzel ve zeki çocuğun, mükemmel bir bilim adamı olarak, ülkesine büyük hizmetlerde bulunmasını amaçlıyordu. Gerçi Halûk, mükemmel bir bilim adamı oldu ama ülkesine en küçük bir hizmette dahi bulunmadı. Hatta babasının belki infial ile söylediği, " irfanım tebdil-i tabiiyet etmiştir" sözünü o kendi şahsında fiilen hayata geçirmişti. Babası onu Türk gençliğinin "ideal bir örneği ve sembolü" olarak görüyordu. Bu yüzden en güzel şiirlerini onun için yazmış, kitaplarını onun adına ithaf etmişti. Ama Halûk, babasının bu yoldaki umut ve beklentilerinin tümünü boşa çıkardı.

ÂŞİYAN'DA NADİDE BİR ÇİÇEK
Tevfik Fikret din ve Allah kavramlarının karşısındaydı. Dinin ve Tanrı inancının insanlara yarardan çok zarar verdiği görüşündeydi. Bu görüşünü pek çok şiirinde, özellikle "Tarihi Kadim" de hiç çekinmeden belirlemişti. Oysa oğlu Halûk dine de, Tan-rı'ya da çok inanmış ve çok bağlanmış bir kilise papazı oldu.

Fikret, oğlunu Âşiyan'da nadide bir çiçek gibi bin bir özen ve sonsuz bir sevgiyle büyütmüştü. Öğretmenlik yaptığı Robert Koleji'nin çalışkan ve gözde öğrencisi Halûk, orta kısmı bitirince, liseyi tamamlamak üzere İskoçya'ya gönderildi. Yol ve oradaki okul giderleri hep Kolej tarafından karşılandı. Oğlunu Sirkeci'den trene bindirip İngiltere'ye yolcu eden Fikret, hem çok üzgün hem de çok mutluydu. Oturup ünlü "Haluk'un Vedaı" yazdı. Bu şiirinde, ilerde elektrik mühendisi olacak oğluna: "Bir kimse karanlıkta çevresini göremediği için düşer; onun için sen bizlere bol bol ışık kucakla getir" diyordu. Halûk gerçekten iyi bir elektrik mühendisi olacak; ne var ki; babasının beklediği kucak kucak ışıkları hiç bir zaman getirmeyecekti. Getirmek şöyle dursun, bir daha kendisi de baba ocağına hiç dönmeyecekti.

Cumhuriyetin ilanından birkaç yıl sonra, Robert Koleji yöneticileri Halûk Fikret'e İstanbul'da öğretmenlik teklif ettiler. Halûk önce bunu kabul eder. Hatta memnun da olur. Henüz sağ olan annesini görebilecek, doğup büyüdüğü Âşiyan'a yeniden kavuşacak, çocukluk günlerine dönecektir. Ne var ki -kim oldukları belli değil- Türkiye'den kendisine bazı haberler iletirler. Bir Amerikalı ve Hıristiyan olarak eski yurduna geçici bir görevle de gelse Türk halkı ve bazı çevreler onu iyi karşılamayacaktır. Belki hoş olmayan olaylar meydana gelecektir. Bu haber üzerine Halûk İstanbul'a gelmekten vazgeçer.

1950'lerde Amerika'ya giden bazı Türk gazeteciler Halûk'un adresini bulup görüşmek isterler. Halûk bu isteği nezaketle geri çevirir. Gazetecilerin ısrarı üzerine: "Bana Türkçe konuşmayı teklif etmemeniz şartıyla görüşebiliriz!" cevabını yollar. Bu cevaptan onurları kırılan gazeteciler, kendisiyle görüşmeye gitmezler (!).

Halûk 70 yaşının henüz başlarında, Florida'nın küçük ve sakin bir kasabasında, minicik bir kilisenin başpapazı olarak hayata gözlerini yumdu. Orada gömülü.

Tevfik Fikret / Rübab-ı Şikeste
*"Mr. Hüseyin Halûk Fikret, Orlando-U.S.A.
Gönderen: İlhami Bekir İstanbul-Türkiye" «Hikmet Feridun Es / Yedigün 1938
"Şemsettin Kutlu / Yıllarboyu Tarih Dergisi 1965