G20 zirvesine ev sahipliği yapmanın prestijiyle yetinen iktidar, 19. yüzyılı hatırlatırcasına düveli muazzamaya (büyük güçler) coğrafyasını kiraya vermenin karşılığında Suriye’de kurulacak yeni düzende yardımcı oyuncu rolünü kapmaya razı durumda

Hama'dan Silvan'a: Militarizm üzerinden kurulan hegemonik blok

BEHLÜL ÖZKAN*

Bugün G-20 liderlerinin toplandığı Antalya, AKP’nin bölgesel prestijinin zirveye ulaştığı 2011’de Suriye muhalefetine ev sahipliği yapıyordu. Türkiye’nin amacı muhalif grupları İhvan liderliğinde bir araya getirerek Esad karşısında bir cephe kurmaktı. Davutoğlu’nun Esad’ın devrilmesini ‘artık yıllarla değil, aylarla veya haftalarla ifade etmek gerekir’ öngörüsüyle kolları sıvadığı; dış politikaya dair ‘düzen kurucu aktör’, ‘barış havzası’, ‘akil ülke’ gibi onlarca kavramın havada uçuştuğu birkaç yıl öncesinden bahsediyoruz. O dönemde Esad rejiminin silahlı isyanı bastırmak için Hama’ya tankları soktuğunu, ancak Türkiye’nin devreye girmesiyle tankları geri çektiğini vurgulayalım. Ankara’nın Suriye’de etkisi, Şam büyükelçisi Ömer Onhon’u basın mensuplarıyla beraber durumu yerinde görmek için Hama’ya gönderecek boyuttaydı.

2011 sonrası Ortadoğu’daki şiddet düzeninin ‘kurucu aktör’lerinden biri olan Türkiye’nin kendi içinde geldiği nokta da parlak değil. 2011’de Hama’dan tankların geri çekilmesi için arabuluculuğa soyunan AKP iktidarında bugün, Silvan caddelerinde tanklar geziyor. O dönem Ortadoğu için barış, demokrasi ve özgürlüğü dilinden düşürmeyen Erdoğan ve Davutoğlu, şimdi Türkiye için terör, güvenlik, devlet otoritesi gibi kavramlara sığınıyor.

AKP iktidarı dış politikada da sürekli mevzi kaybetmekte. Bunun en çarpıcı örneği 2009-2010 döneminde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyeliğine seçilen Türkiye’nin bıraktığı koltukta, şimdi Sisi’nin Mısır’ının oturması. Geçtiğimiz hafta Obama ile telefonda görüştükten sonra basına, masasında Rabia heykelinin durduğu fotoğrafları servis eden Erdoğan ‘davaya’ sahip çıktığını gösterse de, uluslararası ilişkilerde siyasal İslam artık geçer akçe değil. Mursi’yi deviren Sisi’nin Mısır’ı Güvenlik Konseyine 193 ülkeden 179’unun oyunu alarak seçildi. Bu Mısır’da İhvan’a yönelik darbenin uluslararası alanda meşruiyet kazanması demek. AKP’nin seçim otobüslerinde Nasır’ın 1966’da idam ettirdiği İhvan liderlerinden Seyid Kutub’un marşlarının çalındığı düşünülürse, Erdoğan bu gerçeği kabullenmekte zorlanıyor.

Uluslararası güçler Mısır, Libya, Tunus ve Filistin’de etkisi neredeyse yok olan Türkiye’nin bölgeye yönelik hedefleriyle artık ilgilenmiyor. Erdoğan Suriye sorununda masaya çağrılıyor, Türkiye’ye kendisinden beklenenler söyleniyor ve sorun çıkarmaması konusunda ricada bulunuluyor (29 Ekim 2014’te Peşmerge güçlerinin Türkiye topraklarından Kobane’ye geçişini anımsayalım).
Kısaca 2011’de Antalya’da Suriyeli muhalifleri bir araya getiren AKP’nin Ortadoğu’da ‘düzen kurucu aktör’ olma hayalinin yerinde yeller esmekte. G20 zirvesine ev sahipliği yapmanın prestijiyle yetinen iktidar, 19. yüzyılı hatırlatırcasına düveli muazzamaya (büyük güçler) coğrafyasını kiraya vermenin karşılığında Suriye’de kurulacak yeni düzende yardımcı oyuncu rolünü kapmaya razı durumda.

Suriye’de kartlar yeniden dağıtılırken
Rusya’nın Ağustos ayında Suriye iç savaşına müdahil olmasıyla tüm dengeler değişti. Putin, Esad rejimi ve Kürtler dışında Türkiye’nin desteklediği radikal örgütler de dâhil olmak tüm silahlı grupları ‘terörist’ ilan ederek havadan bombalamaya başladı. Rus istihbarat teşkilatı FSB Irak ve Suriye’de toplam IŞİD militanı sayısının 80 bine ulaştığını açıkladı. Bunların 7 bini eski Sovyet cumhuriyetleri vatandaşlarından oluşuyor. Afganistan ve Çeçenistan’da radikal örgütlere karşı yıllarca mücadele etmiş Rusya için Suriye sadece dış politika sorunu değil, iç güvenlik tehdidi sıralamasında da üst sıralarda.

Kobane’ye IŞİD’ın saldırısıyla birlikte ABD’nin PYD ile kurduğu stratejik ilişki son dönemde yeni bir boyut kazandı. IŞİD’e karşı PYD ve Arapların beraber hareket ettiği ‘Suriye Demokratik Güçleri’ adı altında kurulan askeri koalisyona ABD 50 ton silah gönderdi. Dahası Musul ve Rakka arasında Yezidilerin yaşadığı Şengal bölgesi, Barzani ve PKK’nın silahlı güçlerinin yaptığı askeri harekâta ABD’nin savaş uçaklarının verdiği destekle IŞİD’ten geri alındı.
IŞİD’e karşı yapılan bu askeri hamleler başarılı olursa, Rusya ve ABD’nin üzerinde mutabık olduğu ‘birleşik ve laik’ bir Suriye’nin yeniden kurulması için uygun zemininin oluşabileceğini söyleyebiliriz. Ancak bunun oldukça zor ve uzun bir süreç olduğunu eklemek gerekiyor. Peki, tüm bu denklem içinde Türkiye nerede duruyor?

Türkiye seyirci
2011’de Suriye’de İhvan liderliğinde kendisine yakın bir rejimi iktidara getirmek isteyen AKP bu hayalinin gerçekleşmeyeceğini anlayınca, El-Kaide’nin Suriye kolu Nusra Cephesi’nin de içinde bulunduğu Fetih Ordusu’nu kurarak Suriye’nin kuzeybatısında Halep’i de içine alan bir bölgeyi denetimi alma hedefine dümen kırdı. Erdoğan hem Halep fatihi olacak, hem de Türkiye’ye bağlı İslami bir yapının kurulmasıyla Suriye üzerinde söz sahibi olacaktı. Ancak bunun için ne ABD’den beklenen hava harekâtı geldi, ne de Erdoğan’ın muhalifler için istediği güvenli bölge kuruldu. ABD Suriye’de PYD’ye silah yardımı yapıp hava operasyonlarıyla destek verirken, Türkiye’nin Eğit Donat projesi rafa kaldırıldı.

Gelinen noktada hem Rusya hem ABD’nin üzerinde uzlaştığı tek askeri güç Ankara’nın 30 yıldır savaştığı PKK’nın Suriye kolu PYD olurken, Türkiye’nin Suriye sınırının %70’i Kürtlerin kontrolüne geçti. Şimdi Ankara’nın en önemli derdi Cerablus-Afrin arasında kalan 110 kilometrelik bölgeyi PYD’ye kaptırmamak. ABD ‘şimdilik’ PYD’nin Fırat’ın batısına geçmesini engelleyerek, Kürtlerin Rojava’da güçlerini sağlamlaştırmasına öncelik veriyor. IŞİD gelecekte Rakka’dan temizlenirse, Fırat’ın batısında da tutunması imkânsız hale gelecek. Burada oluşacak güç boşluğunu PYD-Arap koalisyonunun doldurması ihtimal dâhilinde. Eğer bu gerçekleşirse Türkiye’nin İran sınırından başlayarak Akdeniz’e kadar uzanan tüm güney sınırı Kürtlerin kontrolüne geçmiş ve Arap coğrafyasıyla Anadolu birbirinden ayrılmış olacak. Bu çapta bir stratejik başarısızlığın, tarihte çok az sayıda siyasetçiye nasip olduğunu vurgulayalım.

AKP iktidarı Suriye’de sahada yaşanan değişimi kenardan seyrederken, Kürt sorununda da dengeler değişiyor. 2013’te Öcalan’la müzakere ederek başlatılan Çözüm Sürecinde AKP’nin amacı, PKK ile çatışmasızlık sürecine girerek Suriye’ye yönelik politikasında elini rahatlatmaktı. Ancak Türkiye’nin Kürt fobisi üzerine kurduğu strateji nedeniyle hedeflenenin tam tersi gerçekleşti. PYD Rusya ve ABD’nin desteğini kazanarak Suriye’de en etkili aktörlerden biri oldu. İçeride güçlenen PKK ise 7 Haziran sonrası başlayan çatışmaları şehirlere taşıdı. Sıkıyönetim dönemlerinde bile görülmeyen 10 günü aşan sokağa çıkma yasakları, caddelerde dolaşan askeri tanklar durumun ne derecede vahim bir noktaya geldiğinin kanıtı.

hama-dan-silvan-a-militarizm-uzerinden-kurulan-hegemonik-blok-88389-1.Yeni bir hegemonik blok inşası
İçeride 2002 sonrasında AKP liderliğinde kurulan, Cemaat ve liberallerin destek verdiği hegemonik blok 2013’ten itibaren dağıldı. Dışarıdaysa Türkiye’nin ileri demokrasi seviyesine geleceği vaadiyle çıkılan yolda AB’nin, askeri/bürokratik vesayetin kaldırılarak İslami ama liberal bir rejimin kurulacağı ve bunun Ortadoğu’ya model olacağı vizyonuyla ABD’nin rüzgârını arkasını alan AKP, Gezi direnişi sonrası dış destekçilerini yitirdi. Haziran 2015 seçimleri sonrasında tek başına iktidarı kaybeden Erdoğan içeride yeni bir hegemonik blok kurma arayışına girdi. ‘Askeri vesayetle’ mücadele ettiği iddiasıyla TSK’nın 362 generalinin dörtte birinden fazlasını tutuklayan, ancak daha sonra tüm bunlar kendi iktidarında yaşanmamış gibi milli orduya ‘kumpas’ kurulduğunu açıklayan AKP iktidarı şimdi militarist siyasete sırtını yaslamakta. Tuğrul Türkeş, Mehmet Ağar, Sedat Peker ve bazı ulusalcıların AKP’ye yönelmesi, BBP kökenli Kültür Bakanı’nın Abdullah Çatlı’nın mezarını ziyaret etmesi, Kasım 2015 sonrası nasıl bir iktidar koalisyonunun oluşacağının ilk işaretlerini veriyor. Bunun 1970’lerin Milliyetçi Cephesini andırdığı söylenebilir. Ancak Soğuk Savaş şartlarıyla karşılaştırıldığında bugün kurulmaya çalışılan hegemonik bloğun ideolojisinin daha zayıf, zemininin daha kaygan ve dış desteğinin oldukça kırılgan olduğu vurgulamak gerek. İçeride Kürt karşılığı zemininde bir araya gelen farklı çıkar grupları, Batıya da Türkiye’yi yangın yerine dönen Ortadoğu’da iş yapabileceği tek müttefik olarak lanse etmeye çalışıyor. Almanya ile son haftalarda mülteci krizi üzerinden kurulan yakınlaşmayı buna örnek verebiliriz.

Seçimler sonrasında iktidar cenahında yaşanan zafer duygusu yerini kısa sürede beka kaygısına bıraktı. İç ve dış politikada yaşanan kriz ve çatışmaları kullanan AKP 1 Kasımda iktidarı tekrar ele geçirse de; Türkiye’yi getirdiği bu noktadan tek başına muktedir olarak çıkabilmesi zor görünüyor. Davutoğlu 1 Kasım sonrası ilk iş olarak Batı’daki imajını düzeltmek için PR firması Burson-Maesteller ile anlaştı. Ancak dış politikada çöküş, toplumsal kutuplaşma ve Kürt sorununda yaşanan kriz algı yönetimiyle çözülecek eşiği çoktan aştı. Bunu en iyi 40 yıllık Esad’ı ‘Esed’ yaparak Suriye krizine dalan AKP iktidarı biliyor olsa gerek.

*Marmara Üniversitesi/Yrd. Doç. Dr.