44 bin hektar orman daha yüksek kamu yararı sağladığı gerekçesiyle maden şirketlerine verildi. Hangi orman, hangi kamu yararı diye sormak gerek, hatta ormanlar kamu yararı sağlamıyor mu demek de.

Hangi orman, hangi yangın?
Kazdağları’nda altın arama ve çıkarma izni verilince maden şirketleri ormanları katletmeye başlamıştı.

Kenan Ok

Hatırlarsanız usta edebiyatçı ve düşünür Attila İlhan, Hangi Atatürk, Hangi Sol, .. diye başlıklar atar, sorular sorardı!

Bu yıl henüz konuşulmaya başlanmasa da, Orman Genel Müdürlüğü (OGM) web bilgilerine göre,2022 yılında da yangınlar çıkmış, söndürülmüş ve hatta halen devam edenler varmış. Türkiye, konumlandığı iklim kuşağı, ormanlarının içerdiği doğal bitki örtüsü ve yoğun insan ilişkileriyle orman yangınlarına maruz ülke özelliğini sürdürecektir. İstemesek de, daha sık yangın haberleri duyacağımız günler yine gelecektir.

2021 yangın tartışmaları, sorgulayıcı bir bakıştan çok, şablon yaklaşımları öne çıkardı. Korkarız bu yıl da yine birilericiğerlerimizin yandığını, ormanların yok olduğunu, yeterince helikopter ve uçağın bulunmadığını, yanan alanların birilerine peşkeş çekildiğini iddia ederken, diğerleri deaslında ormanlarımızın yok olmayıp arttığını, anayasamız gereği yanan ormanlardahiçbir yapılaşmaya izin verilemeyeceğini söyleyecek. Bazıları, fırsat bu deyipormanda otlatmaya izin verseydiniz, keçiler yangın riskini azaltırdı diye ortaya çıkarken, uzman olduğunu söyleyen birileri de zaten yangınlar Akdeniz orman ekosisteminin bir parçasıdır, yanık yerleri kendi haline bırakın yeşillenir diyerek, oldukça riskli umutlar aşılayacak! Kimileri de yine yangını görünce ormancılığı hatırlayacak ve üç beş kelime de diğer ormancılık konularından söz etsek diye, koca sektörün sorunlarını geçiştiriverecek! Yangınlarla başlayan, yangın bitince kesilen tartışmalar, aslında ormanlarımız konusunda, Attila İlhan gibi, hangi orman, hangi doğallık, hangi yangın, …şeklindeçokça soru sormamızı gerektiriyor.

Türkiye ormanlarının durumu

Ormanlardaki değişim, yıllık değil, uzun dönemde değerlendirilmelidir. Türkiye, 1973’de20.199.296 hektar (ha) ormana sahipken, 2020 yılında orman varlığı 22.933.000 ha düzeyine çıkmıştır. Bu artış,esasen eskiden orman sayılmayan ve ağaçlandırma çalışmalarıyla ormanlaştırılan alanlar yanında, bir zamanlar vatandaşlarca kullanılan fakat kentleşmenin getirdiği değişimle terk edilen ve kendi kendine ormanlaşan alanlardan kaynaklanır. Bu nedenle, arttı diyenlere sormak gerekir;Hangi nedenle arttı, artış sürdürülebilir mi?diye.Sorarsak görebiliriz ki, 1946-1991 döneminde 1.500.464 ha orman içi ağaçlandırma yapılmış fakat ağaçlandırılan alanlar zaten orman sayıldığı için, orman alanı artmamıştır. 1949-1991 döneminde ise, 50.047 ha orman dışı ağaçlandırmayapılmış ve ülke orman alanı 50.047 ha artırılmıştır. Bu nedenle, hangi ağaçlandırma demeden, ağaçlandırmanın nerede ve niçin yapıldığını bilmeden, her ağaçlandırma ile ormanların artacağını beklemek doğru değildir.

Ne yazık ki, 1992 sonrası dönemlerde, öncelik özel ağaçlandırma çalışmalarına verilmiş, orman içi ve orman dışı ağaçlandırma ayrımı kaldırılmıştır. Türkiye gibi, farklı medeniyetlerin binlerce yıldır tahrip ettiği bir coğrafya bilgi yoğun, ayrıntılı planlanmış ağaçlandırmalaraihtiyaç duyarken, gerekli uzmanlaşma yerini daha yüzeysel yaklaşımlara bırakmış, ağaçlandırma, gençleştirme, rehabilitasyon kavramları birbirinin yerine kullanılır hale gelmiş, hatta rakamları yüksek gösterebilmek adına, ölçü birimi hektardan dekara değiştirilmiştir. Gelir getirici türler ve özel ağaçlandırma kisvesi altında meyve bahçeleri kurdurulmuş veülke orman varlığı içerisinde gösterilmiştir. Sormak gerekmez mi, böyle bir ağaçlandırmayla hangi ormanı elde ettiniz diye!

Son istatistiklerin 22.933.000 ha ormana sahip olduğumuzu gösterdiği gerçektir, ancak bu arazinin tamamınınfiilen ormanolmadığı da bir gerçektir. 2012-2020 döneminde 44.245 ha ormanaçık maden işletmesi olarak madencilere verilmiştir. Hangi orman diye sorduğumuzda,bu 44.245 ha ormanın daha yüksek kamu yararı oluşturduğu iddiasıyla, bir süreliğine orman olmaktan çıkarıldığı gerçeği de görülebilecek ve belki de hangi kamu yararı sorusunu getirerek, peki ya ormanlar kamu yararı yaratmıyor mu ki sorgulamasına kapı açacaktır.

Sorun açık maden sahalarının sınırlı süreli tahsisinin çok ötesindedir aslında. 2012-2020 döneminderüzgar enerji santrallerine 7.584 ha, baraj ve göletlere 34.226 ha, ulaştırma amaçlı kullanımlara 48.657 ha orman verilmiştir. İşletme dönemi bittiğinde açık maden sahasının yeniden ormanlaştırılması hukuken gerekli, teknik olarak yapılabilirdir. Ancak, baraj veya göletin, ulaştırma altyapısının, otelin, üniversitenin, havalimanının, ömrünü tamamlayıp yeniden orman olması, hukuken mümkün olsa da, hayatın gerçekleri hatırlandığında,mümkün müdür? Bugün hukuken orman olan 22.933.000 ha içerisinde, sağlık kuruluşları, çöp depolama alanları, hayvan barınakları dahil pek çok kullanım bulunmaktave toplumun ihtiyaç duyduğu odun hammaddesini, su ve toprak koruma hizmetini, küresel iklim değişiminden sakınma işlevini gören orman azalmaktadır. Kâğıt üzerindekibu alana bakıp,hani orman dediğinizde, ağaç yerine çıplak arazi, orman yerine binalar ortaya çıkmaktadır.

Doğrudur, 1973-2020 arasında, orman varlığı 2.733.704 ha artmıştır. Ama 1973-2017 döneminde 535.598 ha orman alanı, 2B gibi uygulamalarla hukuken uygun ama meşruiyetten yoksun bir yaklaşımla, kalıcı olarak orman dışına çıkarılmıştır. Hangi artış diye sorabilirsek, kişilerin tapulu mallarına el koyabilen devletin, işgalcileri hak sahibi görerek içine düştüğü çelişkili durumu da görebilir ve aslında 3.269.302 ha (2.733.704 + 535.598) artış olması gerekirken, çoğaltabileceğimiz orman varlığının % 16,38 eksiğine rıza gösterdiğimiz gerçeğini de anlayabiliriz.

Bir yandan ağaçlandırma ile ormanı artırmaya çalışırken, diğer yandan çıkarılan hukuki düzenlemelerle ormanları daraltma anlayışı halen devam etmektedir. Toplumun 2021 orman yangınlarına duyduğu öfke, ne yazık ki, aynı yıl çıkarılan 6831 Sayılı Orman Kanununun Ek 16’ncı Maddesi Kapsamında Orman Sınırları Dışına Çıkarma İşlemlerine İlişkin Yönetmelik uygulamalarına gösterilmemiştir. Bu yönetmeliğe dayanarak devlet, bazı ormanları hazine adına orman dışına çıkarmakta ve hazine arazilerinden OGM’ye yer vermektedir.Yangınlarla ormanların azalmasından endişe eden toplum, nedense bu yönetmeliğe göre ormanların parsel parselazaltılmasından rahatsızlık duymamakta, Ek 16 uygulamasıyla hangi hazine arazisinin, hangi tip ormana dönüşmek üzere, nerede ve nezaman OGM’ye tahsis edildiğini sorgulamamaktadır.

Türkiye orman yangınları, evrim ve otlatma

OGM belgelerine göre insan kaynaklı orman yangın sayısının toplam yangın sayısına oranı, 2020’de % 91, 2021’de ise % 86,75 seviyesinde gerçekleşmiştir. 2022 yılında, insanların yangın çıkarma düzeyinin % 84’e indirilmesi hedeflenmektedir. Rakamlara göre, ülkemizdeki yangınları doğadan çok insan çıkarmaktadır. Aslında insan, ilk meyveyi toplayıp, bir mağaraya sığındığı günden beri doğal olanı değiştirmektedir. Bugün ise ozon tabakasını inceltecek, tüm küreyi ısıtacak, sınır ötesi kirliliklere neden olacak seviyelerde bir etki gücüne erişmiştir. Böylesi bir dönemde hangi yangınlarınekolojik ilişkiler içerisinde normal kabul edilebileceğini, hangi bitki örtüsünün doğal sayılması gerektiğini düşünmek gereklidir. İnsanın doğa üzerindeki etkilerinin hiç olmadığı kadar yıkıcı sonuçlar verdiği bir çağda, yangın sonrası olacakları dert etmek yerine insanlar olmasa kızılçamlar kendiliğinden gelir diye düşünenin, şu okullar olmasa milli eğitimi ne güzel yönetirim diyen bakandan pek farkı yoktur. Hangi ormanda diye soranlar bilir ki, yeterli tohum kaynağı olan toprağın ve yetişme ortamının, yangın sonrasıtehdit altına girmediği yerlerde, insanların olumsuz etkileri kontrol edilebilirse, ağaçlandırmaya gerek kalmadan bir restorasyon mümkün olabilir. Yangını çıkaran, doğayı değiştiren insanın, hiçbir şey yapmayın, dokunmayın, doğa onarır diyerek sorumluluklarını doğaya yıkması, bir de bunu çevrecilik gibi göstermesi, gerçekten hayret vericidir!

Tarihimiz, yeterince tarımsal üretim yapamayan, geçinmek için hayvan sayısını artırmak dışında çare bulamamış, plansız yararlanma nedeniyle meraları harap düşmüş köylülerimizin, ormanları yakarak, yanık sahalara gelecek ilk yeşilliklerle,hayvan yemi açığını gidermeye çalıştığının örnekleriyle doludur. Bu dönemlerde köylü, orman mera demeden hayvanını her yerde otlatmış, bu da yanıcı madde miktarını azaltmıştır. Ancak, hangi orman diye soranların hemen görebileceği gibi, genç ormanları hayvanlarına yedirerek yok etmiş, yaşlanmış ve gençleştirilmeye başlanmış ormanlarda ise tek bir fidanın yetişmesine izin vermemiştir. Bu nedenle, ormanda otlatma, toprak stabilitesinin, erozyonun sorun olmadığı, fidanların ağaçlara dönüşebildiği odun üretim alanlarında, yangın riskini azaltıcı bir etki yapabilirken, biyolojik çeşitlilik veya yaban hayatı koruma ormanında düşünülmemesi gereken bir etkinliktir. Ancak, 2021 yangınları ve sonrası yaşananlar göstermiştir ki, hangi ormanda otlatmanın yapılabilir olacağına dikkat etmeyenleryanık sahalarda otlatma planıyapmaya heveslenmiş, artan yem maliyetlerinin hayvancılıkla uğraşanları daha ucuz ve kolay arayışlara sevk ederek, ormanlarda yeni bir baskı oluşacağı gerçeğinden ne kadar uzak kaldıklarını ortaya çıkarmıştır. İleriki yıllar, daha fazla hayvanın ormanda otlatılmak istendiği yıllar olacaktır.

İklim krizi, yangınlar ve ağaçlandırma karşıtlığı

Geçen yıl yangınlarından akılda kalanlar arasında aman ağaçlandırmaya kalkmayın önerisi, belki de en çok sorguyu hak etmektedir. Yangın sonrası,özellikle çalı türlerinin kendiliğinden sürmesiyle yeşillenen yerlerin, biyolojik çeşitlilik açısından çok değerli sahalar olacağını, bu nedenle ağaçlandırmadan uzak durulması gerektiğini sananların, ağaçlandırma adı altında tek tip bir tekniğin olmadığını bilmesi gereklidir. Yüzeysel bir bakışla ve bulduğun her fidanı her yere dikerek yapılan bir çalışmayla, yörenin doğal türlerini analiz etmiş, olası tohum ve fidan orijinlerini öğrenmiş, üretilmek istenen ormancılık değerlerine ve yörenin doğal veya insan kaynaklı risklerine önlemler almış bir çalışmayı ağaçlandırma adı altında birleştirmek, aynı kabul etmek olanaksızdır. Haydi, orman mühendisliği okumamışların bunları bilmeden ağaçlandırma karşıtı söylemleri neyse de, ülkenin ağaçlandırma birikimini görmezden gelerek, başarılarını yok kabul ederek, ağaçlandırma karşıtlığı yapan ormancıların hangi ağaçlandırmadan söz ettiklerini açıkça ifade etmesi gerekli değil midir?

Ağaçlandırma, kendiliğinden gençleşemeyecek yanık ormanlarda da, hiç orman olmayan ve ormanlaştırılması gereken boş arazilerde de kullanılması gereken bir tekniktir. Odun hammaddesi üretimi amacıyla yapılabildiği gibi, erozyonu önlemek, sel, çığ, heyelan ve taşkınları azaltmak, yaban hayatını geliştirmek, hatta biyolojik çeşitliliği korumak için de yapılır. Ağaçlandırmada tek tür kullanmak zorunluluk olmadığına göre, itiraz edilen hangi ağaçlandırmadır? Küresel ısınmayı durdurmak isteyenlerin karbon emisyonunu azaltması, bunun için de kullanabildiği kadar çok odun kullanması ama hangi odun diye sorup sürdürülebilir orman yönetim ilkelerine uyan odunu tercih etmesi gereklidir. Biyolojik çeşitlilik; yanmış ve korunamamış, başarısız gençleştirmelerle makileşmiş alanları artırarak değil, orijinal makileri yaşatmakla korunabilir. Bu nedenle, hangi maki sorusunu sormalı ve Mazhar Diker hocanın daha kırklı yıllarda uyardığı gibi, çam gider, çalı kalır, çalı gider çakıl kalırhikayesi yeniden yaşanmamalıdır. İklim düzenlemenin etkili yolu, ormanların daha fazla karbon tutmasını sağlamaktan geçerken, hangi odun üretimine karşı olunduğunun farkına varmak şarttır.

Ne yapmalı?

Sorgulamalıdır! Sorgulamazsak, ilk akla geleni, en çok konuşulanı doğru sanmak kaçınılmazdır. Türkiye’de ormancılığın kamu işletmeciliği ağırlıklı yapısı, ısrarla yaygınlaştırılmaya çalışılan düşüncenin aksine, dünya ormancılarının üstün ve şanslı bulduğu özelliklerimizin başında gelir. Geçmiş yıllar, hem ormanları artıran, hem azaltan eylemleri birlikte yaşatmış ve sonuç artış şeklinde gerçekleşmiştir. Yeni bir kırdan kente göç beklenmezken, kentlerden kıra dönüş olasıdır. Yaşadığımız orman artışı, bu koşullar altında sürdürülebilir görünmemektedir. Yönelim, daha az araziyi ormana katabilirken, daha çoğunu çıkaran bir gidişata işaret etmektedir. Ormancılık teşkilatının acilen, ağaçlandırmadan, kırsal kalkınmaya, otlatma planlarından, kentsel rekreasyonel hizmet arzına kadar uzanan, klasikleşmiş ve yeni gelişen toplumsal talepleri karşılayabilecek örgütsel yapı ile insan kaynağına eriştirilmesi gereklidir.İhtiyaç duyulantüm bu alanlarda çalıştırılabilecek genç orman mühendisleri, ümitsizlik içerisinde iş beklerken, danışman mühendis adı altında, göstermelik işlerle avutulur hale getirilmiştir. Israrla yaygınlaştırılan dışarıdan hizmet alımının aksine, ormanlarını, ülkesini ve dünya doğasını benimsemiş mühendislere sahip, özgün çözümler tasarlayıp uygulayabilen bir orman teşkilatına evrilmek hedeflenmelidir.

Orman yangınlarının en çok zarar verdiği yıl 2021 oldu! 2022 de en az zarar veren yıl olsun.